Baba-oğul ilişkisi en sancılı, en netameli insan ilişkilerinin başında gelir. Bu ilişki, baba-oğul çatışması formatında tarih boyunca edebiyatçıların ana konularından biri olageldi. Çeşitli boyutlarıyla ele alınan mesele dört yüz yıl önce Shakespeare'in de mesele ettiği önemli bir konuydu, yüz elli yıl önce Turgenyev'in de. Dostoyevski ciddi sorunlar yaşadığı babasıyla romanlarında hesaplaşmayı tercih ediyor, Kafka'nın "merhametsiz bir zorba" şeklinde nitelediği babasıyla olan ilişkisinde yaşadığı problemler ise gerçek boyutlarıyla "Babaya Mektup"unda açığa çıkıyordu.
Yusuf Atılgan ana kahramanı C'ye "Bende gördüğün her şey babamla başlar." dedirterek babasıyla olan ilişkisine gönderme yaparken, Oğuz Atay'ın romanlarındaki karakterlerin tutunamayışının en önemli nedeni babalarıyla olan ilişkilerine bağlanıyordu. 23 yaşındayken baba katili olup on beş yıl hapis cezasına mahkûm edilen Halikarnas Balıkçısı'nın müthiş edebiyatına bu korkunç travmanın etki etmediğini kim iddia edebilir. Veya oğluyla olan "şiddet" içerikli hummalı ilişkinin Cemal Süreya'nın şiirine yansımadığını. Çocuğunun çocukluğunu sürekli giriştiği intihar girişimleri ile zehir eden Ümit Yaşar Oğuzcan'ın, 17 yaşına geldiğinde Galata Kulesi'ne çıkıp kendini aşağı bırakarak ilk denemesinde başarılı olan ve “Baba öyle intihar edilmez, böyle edilir.” diye not bıraktığı söylenen oğluna, o raddeye gelene kadar yaşattıklarına ne demeli...
Baba-oğul çatışması veya hesaplaşması edebiyata yansıdığı gibi sinemaya da sayısız defa aktarıldı. Can yakıcı olabilen bu ilişkinin yerli sinemada son yıllarda Çoğunluk, Tepenin Ardı, Beş Vakit, Nuh Tepesi gibi filmlerde, yabancı sinemada da her ikisi de enfes filmler olan The Judge ve C.R.A.Z.Y. gibi örneklerde nitelikli tarzda işlendiğini söyleyebiliriz.
Baba-oğul ilişkisine bir başka açıdan bakış atan 2011 yapımı İsrail filmi Hearat Shulayim (Footnote) de irdelediği konunun hakkını veren yapımlardan biri. Film, hiç sıkılmadan izlenebildiği gibi karakterlerin yapısını çözdükten sonra tatlı bir gerilimin içine çekiyor izleyicisini. İlginç anlatım tarzı ve atmosferle örtüşmeyen tuhaf müzikleriyle de dikkati çeken film, birkaç farklı mesaj vermek istiyor.
Profesörlerin dünyasına bakış atan filmde ana mesaj olarak akademideki içeriksizleşme ve popüler olana meyletmenin sonucu oluşan sığlaşma üzerinde duruluyor. Eski jenerasyon kanadında ince eleyip sık dokuyan, ele aldığı meseleye derinlemesine dalan geleneksel araştırmacı ciddiyeti varken yeni akademisyen cenahında ise daha magazinel olanı tercih etme, derinlerden kaçınıp kıyılarda gezinme söz konusu. Filmin bilimsel ciddiyetin popüler kültüre ezdirilmesi bağlamındaki mesajı etkili olmakla birlikte bu mesajı ikisi de aynı alanda profesör olan baba-oğul arasındaki iktidar mücadelesi içerisinde vermeye çalışınca bir karmaşa oluşmuş. Çünkü doğru olan yaklaşım yanlış karakter kanalıyla aktarılmış. Biraz konudan bahsedersek ne dediğim daha iyi anlaşılacaktır.
Profesör Eliezer Şkolnik, on yıllarını Talmud araştırmalarına vermiş ciddi ve titiz bir akademisyendir. Ancak yıllarca çalıştığı eserini tam yayınlayacağı esnada kendisiyle rekabet içinde olan bir başka akademisyen, tesadüf eseri Eliezer'in üzerinde çalıştığı geniş konunun bir anlamda kısa yolunu bulur ve ondan önce davranıp yayınlar. Alkışı ve ödülleri başkasının almasının hırçınlaştırdığı ve yalnızlaştırdığı Eliezer, on altı yıl boyunca aday gösterilmesine rağmen İsrail ödülünü alamaz.
Bu arada ilerleyen zamanda aynı alanda profesör olan oğlunun popüler olması, el üstünde tutulması ve ödülleri topluyor olması kibir, gurur, kıskançlık gibi duygularının harmanlanarak kabarmasına neden olur ve oğluna tavır alır. Görünürdeki neden yöntem farklılığıdır fakat gerçek neden baba ile oğul arasındaki ilişkinin derinliklerinde gizlidir. Eğitim Bakanlığı sekreterliğinin neden olduğu büyük bir hata ikili arasındaki bu gerilimi üst seviyeye çıkarır. O yılın İsrail Bilim Ödülü jüri tarafından oğul Şkolnik'e verilecektir ancak ödülü bildirmek üzere yanlışlıkla baba Şkolnik'in telefonu aranmıştır. Ödülü kendisinin kazandığını zanneden baba Şkolnik nihayet hak ettiği ödüle kavuşmuş olmanın derin coşkusunu yaşamaktadır. Heyetin, gerçeği Bakan kanalıyla açıklama görüşünü oğul Şkolnik kabul etmeyecek ve babasının bunu kaldırmayacağını, o yüzden kimse gerçeği öğrenmeden hakkından feragat ederek ödülün babasına verilmesini isteyecektir. Çünkü babasının bu ödülü hak ettiğini de düşünmektedir.
İşte bu noktadan itibaren çatışma başlıyor ve gerçek karakterler ortaya çıkıyor. Ödül alıncaya kadar baba Şkolnik'in tutarlı ve asil duruşunu izliyoruz. Bilimsel yöntem, akademinin magazine teslim olması ve ödülün niteliksizleşmesi gibi konularda yanında yer alıyoruz. Ancak ödül sonrası çirkefleştiğini, verdiği röportajda oğluna cepheden saldırıya geçtiğini, onu şarlatanlıkla suçladığını gördüğümüz baba Şkolnik'in tek ve esas derdinin bilim ahlakı olmadığını, oğluna duyduğu öfkenin altında yenilmişlik ve gurur duyguları olduğunu görüyoruz. Bu duygular da yaşlı başlı koskoca profesörün olgunlaşmasını tamamlayamamış sümüklü bir ergenden farksız davranmasına yol açıyor. Popülist bir bilim anlayışındaki oğul Şkolnik ise, ömür boyu İsrail ödülüne aday olmama sözü verme pahasına babasının ödülü almasını sağlayarak ortaya büyük bir kişilik koyuyor. Ancak o da kendisine gelen gerçek ödül zarfını yok etmeyip saklayarak içinde kalan yaptığının bir gün anlaşılması arzusunu gemleyemiyor.
Olaylara sadece seyirci olarak katılan pasif, biraz da yorulmuş, tükenmiş bir anne figürünün söz konusu olduğu ailede baba ile oğul arasındaki sorunlu ilişkinin yarattığı yabancılaşma, oğul Şkolnik ile onun ergen yaşlardaki oğlu arasında da aynıyla yaşanıyor. Oğul Şkolnik, eğitimci olmasına rağmen babasından gördüğü ilişki biçimini aynı şekilde oğluyla olan ilişkisine taşıyarak otoriter baba yaklaşımıyla üzerinde hâkimiyet kurduğu çocuğun iç dünyasına kapanmasına yol açıyor. Kendi babasına olan öfkesini oğluna yansıttığı süreçte bir gece kendi halinde TV izleyen çocuğun yanına giden Uriel Şkolnik, biriktirdiği tüm safrasını çocuğa kusuyor:
Baba: “Ne yapacaksın?”
Oğul: “Ne zaman?”
Baba: “Yarın sabah, bir hafta veya üç yıl sonra. Herhangi bir planın var mı? (elindeki tv kumandasını tüm gücüyle yer çarparak) Senden vazgeçmeme ramak kaldı. Bir babanın oğlundan vazgeçmesi ne demektir, anlıyor musun? Bunun anlamının farkında mısın? Ben sana anlatayım. Hayat yolunda dönüşü olmayan noktadan bir milimetre uzaktasın. Senden vazgeçmem demek, çok geç olmadan sana yardımcı olmak yerine şişinebilmek için başarısız olmanı istemem demek. Anlamı bu işte.”
Profesör Şkolnik 2020 yapımı çarpıcı bir film olan Chemical Hearts’ta aşağıya alacağım ergenlik dönemi gençlerinin ruh dünyasına dair yapılan şu tasvirden haberdar olsaydı çocuğuna karşı bu derece kıyıcı bir yaklaşım sergiler miydi bilinmez. Ama belli ki Şkolnik de baba şefkatinden yoksun büyümüş biri olarak araftan çıkmayı başarabilen yaralı çocuklardan biriydi.
"Romeo Juliet, Çavdar Tarlasında Çocuklar, Sıradan İnsanlar, Genç Werther'in Acıları romanlarındaki tüm ergen yaştaki genç karakterler intihar etti. Ergenlik nasıl bir şeydir bir düşün. Ailen başarılı olman, arkadaşların yapmak istemediğin şeyleri yapman, sosyal medya da vücudundan nefret etmen için baskı yapıyor. Çok zor bir şey bu, iyi bir aileden gelen uyumlu bir çocuk olsan bile. Shakespeare'den Salinger'a bu yazarların gençleri yazmasının bir nedeni var ve kaçamadıkları bir gerçek söz konusu. Genç olmak insana acı verir. Duyumsanamayacak kadar büyük bir acı. Ergenlik yılları araf gibi. Çocuk olmakla yetişkin olmak arasında bir yerdesin. Dünya sana olgun olmanı ve kendini ifade etmeni söylüyor ama bunu yaptığın anda sesini kesmeni emrediyor. Olay şu; aslında yetişkinler, araf'tan sağ çıkabilme şansı bulmuş olan yaralı çocuklar."
Uriel Şkolnik, usta çırak ilişkisinin en temel prensibinin dışına çıkamayarak babasının kendisine reva gördüğünü evladına uygulamaktan imtina etmemiştir. “Haklı çıktım.” diyebilmek için oğlunun başarısız olmasını arzulayabilecek tiynete sahip bir babadır O. Ne de olsa başarısının altında ezildiği için kendisini defterden silen bir babaya sahiptir. Ayrıca sadece evladına değil karısına karşı davranışı da babası gibidir. Babası hayattan yıldırdığı annesine nasıl davranıyorsa o da onun gibi davranmaktadır karısına. Çocuğa davranışını eleştiren karısına söylediği şu cümle babasından miras aldığı aşağılık genlerden kaynaklandığı gibi uzmanlık alanı olan Talmud’un etkisi olsa gerek:
“Bu evde sadece bir görevin var: Anne olmak. Onu da mı ben yapayım artık.”
Esasen, Uriel Şkolnik’in karısına karşı bu şedit yaklaşımının altında bir süre önce kendisinin karakter analizini yapması da yatmaktadır. Bir gece uyumadan önce sohbet ederlerken karısı, Uriel’in sosyal hayatında ve mesleki kariyerinde sergilediği örnek kişiliğinin ardına gizlediği gerçek karakterini ifşa etmiş, kendisini aldatmama nedenini korkaklığına bağlamıştır. Kaybetmekten korktuğu çok şeyi ve riske atamayacağı bir akademik kariyeri vardır ve kendisini aldatmıyorsa nedeni tüm bunların elinden gitmesi korkusudur, yoksa sadakatinden değildir. Şkolnik gerçeklikle bu şekilde yüzleştirilmenin rövanşını ilk fırsatta karısına din ve gelenekteki yerini hatırlatarak almayı tercih edecektir.
Filmde tüm bu baba-oğul, karı koca ilişkisi ele alınıp aile kavramı irdelenirken akademik dünya fon olarak kullanılmış. Bilimsel konulardaki ciddiyetiyle bilinen İsrail'de de akademi camiasındaki iç çekişmelerin, ayak kaydırma operasyonlarının, ödül organizasyonlarının perde arkasında dönen fırıldakların ülkemizden pek de farklı olmadığını içi geçmiş, ruhu ölmüş akademisyenler üzerinden vermeye çalışan film bu yönleriyle de oldukça başarılı.
Yeni yorum ekle