İki asır öncesi ve sonrasını karşılaştırmaya başladığımız yazımıza devam ediyoruz.
Tanzimat devri ile 2000’li yılların başları arasındaki benzerlikler kadar farklılıklara da bakmak lazım.
1839 yılında, Hatt-ı Hümayunu okuyarak Osmanlı İmparatorluğunun tarihinde yeni bir dönem açan bürokrat guruba, “Bab-ı Ali diktatörleri” denir. Tanzimat döneminde sadece sadrazam değil, sadrazamla birlikte etrafındaki bürokrat kadro da yönetime egemen olmuştur. Osmanlı’nın modernleşme tarihinin bu döneminde Bab-ı Ali neredeyse tamamen bürokratların yönetimine geçmiştir. Tabi bir taraftan da bürokrasinin içinde yetişip yükselen devlet memurları olan Tanzimat döneminin yöneticilerinin yakın tarihin en becerikli en nitelikli kadroları olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir.
Onlardan yaklaşık 160 sene sonra tarih sahnesinde gördüğümüz bürokratların hareket alanları ve kabiliyetleri Tanzimat dönemi bürokratlarına nazaran çok daha kısıtlıydı. İcracı pozisyonda değillerdi. Yaptıkları planları hayata geçirmek noktasında son söz onlara ait değildi. İki binli yılların ilk on senesi içinde her sene etkinliklerinin ve etkilerinin tedricen azaldığı söylenebilir.
Bu arada icra kabiliyetini hızla arttıran siyasi kadroların da diğer yapısal/idari reformların yanısıra e-dönüşüm reformuna karşı ilgilerini hızla kaybettikleri söylenebilir.
Yapılan planların işe yaramadığı, internet ve mobil cihaz kullanımı hızla artarken bilgi toplumuna hazır olma indeksinin hızla düştüğü aşağıdaki tabloda görülebilir.
Gerekli insan kaynağının yetiştirilmesi için ihtiyaç duyulan eğitim reformları yapılamadı.
Teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerlediğinden zaman adeta hızlanmış gibi. Çok değil bir asır önce, on senelik bir müddet, bir reformun başarıya ulaşması için kısa bir süre sayılırken 21. Asrın başından itibaren neredeyse aylar bile uzun süreler olarak algılanmaya başladı.
Siyasilerin ve bürokratlar hızla giriştikleri reformasyon çabalarını ne yazık ki aynı hızla sürdüremediler.
Oysa Tanzimat devrinin devlet adamları da kendilerini değiştirme ve toplumlarını ileri götürme bilincine sahip kişiler olarak “tarihimizi yapan” insanlar arasında anılırlar. Onlar değişen ve sarsılan bir ortamda yeni bir düzen yaratan, en azından yaratma çabasında olan kişilerdi. Kaybedilen topraklar, çıkan isyanlar, Avrupalı devletlerin bitmek tükenmek bilmez siyasi ve iktisadi taarruzları gibi sayısız mazeretin ardına saklanmadan, arkalarında bir halk desteği de olmadığı halde ıslah için sağlam bir irade sergilemişlerdi.
19. asırda Osmanlı imparatorluğunda sınai ve ticari gelişmeyi zorlayan ve ondan yararlanan bir tüccar- sanayici grubu yoktu ve gelişemedi, ama kendini güvence altında gören cesur bir bürokrat zümre doğmuştu. Hayat ve servet güvencesi, kapıkulluğunun kültürel - siyasal kalıntılarını temizliyordu.
O günün bürokratlarına sağlanan güvence böyle hayırlı neticeler doğururken, devletin memurlarına sağladığı başka tür “güvenceler” yaklaşık bir buçuk asır sonra yapılmak istenen reformun köküne kibrit suyu dökecekti.
2000’li yıllarda yapılmak istenen bilişim toplumuna geçiş reformu için yapılması gereken şeylerden biri serbest girişimciliği desteklemekti. Hayat boyu maaş ve sağlık sigortası güvencesi karşılığında “memurlaşan” kadroların dünya ile yarışacak teknolojiler üretmesi beklenemezdi.
Akıllı, becerikli, girişimci gençlerin kendi şirketlerini kurup ileri teknoloji üretmeleri bekleniyordu ama devletin istihdam politikaları bunu adeta imkânsız hale getirdi. Yüksek ve garantili maaşlarla süslenen memuriyet pozisyonları, girişimci olması umut edilen gençlerle doluverdi. Serbest piyasanın devletle rekabet etmesi söz konusu olamazdı!