COVID-19 kod adlı bir belanın pençesindeyiz. Yaklaşık son dört aydır dünya “yeni koronavirüs” adıyla anılan bir virüsle mücadele ediyor. Kasım ayı sonlarında Çin’in Wuhan bölgesinde patlak veren pandemi hızla yayıldı, kısa sürede küresel bir sorun halini aldı. Çin’den İran’a, oradan İtalya’ya, oradan İngiltere ve Amerikaya, derken bütün dünyaya yayıldı. Bu satırların yazıldığı sırada virüs dünyada 200’ü aşkın ülke ve bölgeye yayılmış, 1,3 milyondan fazla insana bulaşmıştı. Şu ana kadar virüsle mücadelede başarısız olan, büyük çoğunluğu 65 yaş üstü, dünya çapında 70 bin dolayında insan hayatını kaybetmiş durumda, ölü sayısı her geçen gün artıyor. Halen yayılmaya devam eden virüsün henüz bir aşısı bulunabilmiş değil. Bazı tahminler, “ölü sayısını 100-200 bin arasında tutabilirsek iyi bir iş yapmış” olacağımızdan bahsediyor.
Koronavirüs belası pek çok bakımdan öğretici derslerle dolu bir bela…
En başta, ülkelerin bu belayı ciddiye alma ve onunla mücadele etme yöntemleri bir hayli çeşitlilik gösteriyor. Bazı ülkeler çok sert önlemler, giriş-çıkış yasakları, insanları evlerine hapsetmeler de dâhil hayli can sıkıcı önlemlere başvurdular. Bunların başında, hastalığın ilk kez görüldüğü, 1,5 milyarlık nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi, bugün Amerikan ekonomisiyle boy ölçüşen Çin geliyor. Çin daha işin başında virüsün görüldüğü bölgelerde karantina uygulamayı, yer yer insanları zorla evlerine hapsetmeyi, bu doğrultuda çok sert önlemler almayı tercih etti. Bir kısmı, İtalya ve İngiltere gibi, başlarda gevşek davranıp, hastalığın hızla yayıldığını ve ölümlerin arttığını gördükten sonra işi ciddiye almaya başladı. Önceleri “sürü bağışıklığı” yöntemiyle, yani hiçbir özel önlem almadan, hastalığı kapıp iyileşen insanların bağışıklığının topluma da zamanla yayılmasıyla bu işin üstesinden geleceğini düşünen İngiltere sonradan yön değiştirip, daha ciddi önlemler almaya başladı.
İkincisi, virüsün kim tarafından ne amaçla üretildiğiyle ilgili ortaya atılan görüşler, teoriler, kehanetler geniş bir yelpazeye sahip. Birbirinden nardane, envai çeşit komplo teorileri havalarda uçuşuyor. Bunlardan bazıları, virüsün Amerikalılar tarafından, ekonomik açıdan en büyük rakipleri Çin’i çökertmek için üretilip Çin’in başına bela edildiğini ileri sürüyor. Bazı komplo teorileri bu salgının “bilimsel, sosyal, iklimsel ve dijital, planlı bir deney” olduğunu ileri sürüyor. Güya 2015 Paris İklim Zirvesinde alınan karar gereğince dünyanın soğutulması gerekiyor, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ/WHO) kontrolünde, bu örgütün verdiği talimat doğrultusunda yürürlüğe sokulan bir deney. Bazıları hızını alamayıp daha da ayrıntıya giriyor ve bilmem hangi tarihlerde bilmem hangi şirketlerin bilmem hangi üst düzey yöneticilerinin kasıtlı olarak görevlerinden istifa ettirilerek, virüsle ilgili bir aşı üretme kampına sokulduklarından bahsediyor. Bazıları daha ideolojik bir telden çalarak, kapitalizmin yeni bir emperyalist saldırıyla arzı endam ettiğini, bizi kendisine köle yapmak istediğini, bunun için herkesin bileğine mikroçipler yerleştirip uzaktan kumandalı robotlar haline getirmek ve istediği gibi manipüle etmek için bu tezgahı devreye soktuğunu söylüyor. Bazıları 1917-1990 arasında Sovyet Bolşevik Devrimiyle başlayıp Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sona eren SSCB deneyimiyle, diğer yandan Mao liderliğinde 1949-1976 döneminde Çin’de açlıktan ölen milyonlar üzerinden insanlık bu acı ilacı içmemiş, 1989’da “sosyalizmin cenneti”nden “kapitalizmin cehennemi”ne kaçmak isteyen insanlar tarafından Berlin Duvarı yıkılmamış gibi, ortada bunca acı tecrübe yokmuş gibi, koronavirüsten sonra sosyalizmin acı ilacını herkesin içeceğinden söz edebiliyor. Bu kadar akla ziyan, uçuk, mesnetsiz, her biri ispata muhtaç abuk-sabuk komplo teorisi arasında insanın akıl sağlığını koruması kolay değil…
Bazı dini-bütün Müslüman kardeşler Korona’ya teşekkür ediyorlar. Bize peygamberimizin (as) unutulan veya ihmal edilen sünnetlerini hatırlattığı için, temizliğin, hijyenin önemini hatırlattığı için, hastaların sağlıklı insanlardan tecrit edilmesi gerektiğini hatırlattığı için, içkili mekanları, kumarhaneleri, uyuşturucu satılıp fuhuş yapılan mekanlarını kapattırdığı ve bunun gibi gece hayatı ve eğlence mekanlarından bizi uzak tuttuğu için, aile bireylerini birbiriyle aynı ortamda buluşturduğu için, Korona’ya teşekkür ediyorlar. Bir Arap-Müslüman hatibin “Şükran Corooona..” diye başlayıp, bütün bunları teker teker sayan hararetli bir konuşması sosyal medyadan kolayca erişilebilir durumda.
Korona’nın mizah kültürümüze de bir hayli malzeme kazandırdığı kesin. Korona’nın kadınların erkeklere karşı bir komplosu olduğunu dile getiren karikatürler var: öyle ya, erkekler eve kapandı, içki yok, kumar yok, gece hayatı yok, daha çok erkeklerin müptelası olduğu ne kadar eğlence varsa hepsi yasak! Yine bir başka karikatürde çocuk annesine soruyor: Anne, bu adam kim? Annesi cevap veriyor: Bu adam var ya, normal zamanlarda kahveden eve gelmeyen baban! Korona sayesinde erkekler eve döndüler, çocuklar babalarına kavuştular, babasıyla evde yeterince tanışmayanlar bu sayede tanıştılar..
En çok merak edilen şeyler arasında bu virüsün ne zaman ortadan kalkacağı veya bir tehlike olmaktan çıkacağı. Bu sorunun cevabını tam olarak kimse bilmiyor. 26-27 derecenin üstündeki sıcaklıklarda yaşayamadığı için havaların ısınacağı yaz aylarında bu belanın ortadan kalkmasını bekliyor ve temenni ediyoruz.
İkinci bir merak edilen husus, bu belanın dünya ekonomisini ne kadar etkileyeceği. Bu sorunun da kesin bir cevabı yok, çeşitli varsayımlara göre yapılan tahminler var. Eve kapanmalar daha ne kadar sürecek, bir aşı veya ilaç bulunabilecek mi? Virüs mutasyon geçirerek başka bir kılıkla tekrar arzı endam edecek mi? Siyasi otoriteler kamuoyunu paniğe sevk etmeden başarılı bir kriz yönetimi yapabilecekler mi? Krizin dünya ekonomisini ne kadar etkileyeceği bu ve benzeri çok sayıda faktöre bağlı. Ama bildiğimiz bir gerçek var: milyonlarca insan halihazırda bu yüzden işini kaybetti, zorunlu izne ayrıldı; işyerleri kapandı, gelir kaynakları kurudu; her sektörde müthiş bir talep daralması yaşıyoruz; bütün uluslararası organizasyonlar iptal. Sonuç olarak 2020 tarihe bir “kayıp yıl” olarak geçecek, talep daralmasına bağlı olarak gerek tek tek ülkelerin, gerekse bir bütün olarak dünya ekonomisinde çok ciddi bir daralma meydana gelecek.
Toparlamak gerekirse..
Daha önce de benzer pandemiler, (veba, kuş gribi, domuz gribi vb.) salgın hastalıklar yaşamış ihtiyar dünyamız, yeni bir salgın hastalıkla karşı karşıya. Krizin hem olumsuz, hem olumlu anlamda getirdikleri, verdiği dersler var. Komplo teorileri bizim en büyük toplumsal hastalıklarımızdan biri. İdeolojik saplantılarımız veya siyasi kaygılarımız üzerinden karanlık senaryolar yazıp kendi sinirlerimizi de, toplumun sinirlerini de yıpratmaya gerek yok; kesin belgelere ve kanıtlara dayanmayan hiçbir karanlık senaryo inandırıcı değil.
Olumsuz tarafından bakınca görülenler: İşini ve gelirini kaybeden insanlar, kapanan işyerleri, hastalığa yakalanan, yaşama sevincini kaybeden hastalar, hayatını kaybeden masum insanlar, onların geride kalanlarının üzüntüleri. Dünya ölçeğinde daralan talep, iptal edilen bilimsel, kültürel ve sportif organizasyonlar. Ne zaman bu beladan kurtulacağımıza dair devam eden belirsizlik.
Olumlu tarafından bakalım: Kötü alışkanlıklarımızın çoğundan vazgeçtik, zararlı maddeler ve hayırsız mekanlarla aramıza mesafe koyduk. Savaşlar ve çatışmalar bıçakla kesmiş gibi durdu. Bütün dünyayı evlerimizden başlamak üzere dezenfekte ettik, temizliğin ve hijyene dikkat etmenin önemini hatırladık. Evimize döndük, aile bireylerimizle daha çok vakit geçirir olduk. İş hayatının koşuşturmacasından kılamadığımız namazları daha düzenli kılmaya, ibadetlerimizi daha düzenli yapmaya başladık. Normal zamanlarda Allah’ın üzerimizde meğer ne kadar çok nimeti olduğunu hatırladık, isterse bunları çok kolay geri alabileceğini kavradık. Normal zamanlarda kuruntusundan geçilmeyen, kibrinden yanına yaklaşılmayan, etrafına tehditler yağdıran ülkeler, liderler ve ceberrut devletlülerin de aslında ne kadar aciz varlıklar olduğunu gördük. Okulda verdiğimiz eğitimin aynısını internet üzerinden sanal alemde vermenin yollarını keşfettik, altyapımızı sağlamlaştırdık. Yardım kampanyaları başlattık, durumu bizden daha kötü olan tanıdığımız veya tanımadığımız insanların yardımına daha çok koşar olduk…
Bu vesileyle, hayatımızın yeniden muhasebesini yapalım: Niçin bu kadar koşuşturmaca, nereye gidiyoruz, ne yapmaya, neye ulaşmaya çalışıyoruz? Bütün bunlara değer mi? Daha yavaş, daha sakin, daha ağırbaşlı, daha düşünerek hareket eden bir hayat, daha barış ve sükunet dolu bir dünya daha iyi değil mi? Yarın hayat normale dönünce hiçbir şey olmamış gibi yola kaldığımız yerden devam etmek yerine, bu beladan ders çıkarmış olarak devam etsek olmaz mı? Temizliğe daha çok dikkat eden, aile bireylerine daha çok zaman ayıran, kötü alışkanlıklar ve zararlı mekanlardan uzak duran, dünyadaki misafirliğimizin her an bitivereceği bilinciyle yaşayan insanlar olarak yolumuza devam etsek daha iyi olmaz mı?
aynen
aynen
Yeni yorum ekle