Mülakat, İmtiyaz ve Gerçeklikten Kaçış

28 Nisan 2023

“Dayanılmaz gerçeklikten kaçmaya yönelik radikal stratejilerden biri ‘gerçeklikten kopuştur’” ve Türkiye olarak bu stratejinin anaforunda savrulup duruyoruz. Cumhurbaşkanı’nın seçim sürecinde vaat olarak dile getirdiği “mülakatı kaldıracağız” ifadesi tam da bu radikal stratejinin somut bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Önce uzun bir alıntıyla başlayalım: “Yüzbinlerce insanın bir kaç yarda (1 yarda eşittir 91,4 cm) toprak elde etmek için can verdiği Ypres ve Somme gibi 1. Dünya Savaşı’nın büyük hendek muharebelerine ilişkin analizinde Paul Fussell olup bitenlerin acımasız karakterinin, katılımcıların içinde bulundukları durumu teatral bir şekilde deneyimlemelerine neden olduğuna dikkat çekmişti: Böylesine kanlı bir girişime şahsen “kendileri” olarak katıldıklarına inanmak imkânsızdı. Bütün olay, “gerçek hayatları”nın bir parçası olarak algılanmayacak kadar tuhaf, kötü, acımasız ve saçmaydı. Başka bir deyişle savaşın teatral performans olarak deneyimlenmesi, katılanları olup bitenlerin gerçekliğinden kaçmalarına yaradı. Onların emirlerini yerine getirmelerine ve askeri görevleri icra etmelerine, savaşı “gerçek benlikleri”nin bir parçası haline getirmeden ve bu minvalde gerçek dünyanın bir tımarhane değil de hala akılcı bir yer olduğu yolundaki derin inançtan vazgeçmek zorunda kalmadan izin verdi.” Alıntıyı Zizek’in Cennette Bela isimli kitabından yaptım. Kitabın adı da zaten kendi başına tuhaf ve çelişik/mantıksız bir durumun varlığına gönderme yapıyor.

2023 Türkiye'sinde seçim vaadi olarak “mülakatı kaldıracağız”ın dile geliyor olması da bu yüzden gerçeklikle yitirdiğimiz bağı ve gerçeklik yitiminin bizi nasıl muhakemeden yoksun kıldığını gösteriyor. İlk bakışta böyle bir vaade, böyle bir açıklamaya niçin itiraz edilir denilebilir şüphesiz. Yönetim geleneğimizde çağrışımları son derece kötü olan bir uygulamanın kaldırılacak olması esas itibariyle olumlu ve bu yüzden de desteklenmesi gereken bir şey. Ancak desteklerimizin anlamlı olması için kaldırılacağı vaat edilen uygulamanın aynı zamanda neden, nasıl ve niçin hala yürürlükte olduğunun ve yürürlükte nasıl kullanıldığının muhasebesinin yapılması gerekiyor. Kaldırılacağı vaat edilen bu yöntemi nasıl uygulamaya geçirebildik ve bu şekilde kullanmakta nasıl oluyor da rahatsızlık duymadık? Sosyo-kültürel bünyemiz, siyasal-bürokratik sistemimiz böyle bir uygulamayı nasıl oldu da sindirmekte, kabul etmekte bir sıkıntı çekmedi?

Bütün yolların Roma’ya çıkması gibi bizim de her tür toplumsal hadisemiz yürürlükteki imtiyaz düzenine ve bu imtiyaz düzeninin örtük onamasına gelip dayanıyor. Dolayısıyla bütün bu bağlamı dikkate almadan yaptığımız analizler, dile getirdiğimiz vaatler “havalar güzel olsun” temennisinden öteye geçemez.

Ne için mülakat?

Bizim yönetim geleneğimizde, toplumsal hafızamızda mülakatın neye karşılık geldiği bellidir. İltimas, adam kayırma, patronaj ilişkileri vs. gibi esasında hak etmediği halde birilerine alan açma veya hakettikleri halde birilerini de hak ettiklerinden mahrum bırakmanın fiili adıdır mülakat. Zaten kaldırılmasının vaat edilmesi de çok iyi bilinen bu olumsuzluğundan kaynaklanmaktadır. Türkiye uzun ve acı tecrübelerin ardından mülakatın kullanımını geniş ölçüde sınırlandıran düzenlemeler yapmıştı. Ancak 15 Temmuz kalkışmasının ardından mülakat yeniden başvurulan bir işe alım yöntemine dönüştürüldü. Türkiye gerçeğine karartma uygulayan bazı işgüzarlar mülakatın seçici bir yöntem olarak kullanılması gerektiğine ilişkin teorik çözümlemeler yapsalar da işin esası bu tarz teknik bir tartışma değil ve asla da olmadı. İşe alımda en uygun ve hakkaniyetli yöntemin ne olduğu tartışması bu koşullarda maalesef hala çok lüks bir tartışma olarak duruyor. Temel hatta biçimsel düzeyde eşitliği kurumsallaştırmakta zorlandığımız bir bağlamda mülakatın teorik temellendirilmesi bırakın gerçeklikten kaçışı basbayağı pespaye gerçekliğin onanmasıdır.

Dikkat edilirse ne mülakatı getiren hükümet ne de genel kamuoyu da mülakatın makul, yerinde bir yöntem olduğunu savunuyor. Devlet ve toplum ittifak halinde bu uygulamanın şaibeli olduğunu kabul ediyor. 15 Temmuz şartlarının getirdiği zorunluluklar üzerinden uygulama meşrulaştırılıyor. Ancak mülakatın uygulanma biçimi ve savunusu dikkate alındığında toplumsal işleyişimiz ve çok daha vahimi bürokratik işleyişimiz için turnosol kağıdı olduğunu gösteriyor.

Uygulamada mülakat 

Ülkemizin en temel problemi toplumumuzun talep ve beklentilerine adil bir şekilde cevap veren kurumsal yapılanmamızın olmayışıdır. Bunu tesis edecek ana mercii olan siyaset de maalesef bu vaatlerle, iddialarla gelse de bir müddet sonra yerleşik imtiyaz düzeninin parçası, sürdürücüsü ve başında olmayı daha tercih edilebilir buluyor. Ülkemizde mülakat yukarıda da belirtildiği gibi bu imtiyaz ilişkisinin işlemesi için kullanılan araçlardan birisiydi, birisidir. Peki, teorik savunusu nasıl, fiilen nasıl işliyor? Bunun çarpıcılığını şu günlerde ülke çapında devam eden öğretmen mülakatları üzerinden somutlaştıralım. MEB’in açıkladığı duyuruya göre mülakatta “adaylar: eğitim bilimleri ve genel kültür; bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü; iletişim becerileri, özgüveni ve ikna kabiliyeti; bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı; topluluk önünde temsil yeteneği ve eğitimcilik nitelikleri yönüyle değerlendirilecektir.” Şu an mülakata giren adayların kendisinden aldığım geri dönütlere göre yaklaşık 5-6 dakika sürüyor mülakatlar. Sayıştay raporuna göre MEB’in yönetici atamalarında mevcut yönetmeliklere riayet etmediği (yarısından fazlasında) de dikkate alındığında acaba en az dört yıllık lisans eğitiminde fark edilmeyen bu hususlar 5-6 dakikalık mülakatta nasıl fark edilebiliyor? Mülakat Komisyonlarında görev alan insanlar ne tür formasyondan geçtiler ki eğitim fakültelerinde eğitim veren akademisyenlerin fark edemedikleri şeyi hemencecik fark edebiliyorlar? Yıllar boyu verilen eğitimi, alınan diplomayı, ardından yapılan merkezi sınavın ölçemediği şeyi mülakat komisyonunun bu kadar kısa sürede tespit edip karara bağlaması nasıl olabilir? Ülkenin yetişmiş insan kaynağının bu tür uygulamalarla hırpalanması, güven ve aidiyet duygularının örselenmesinin kime ne faydası var?

İşlerimiz vicdanları rahatlatmalı!

Kamu vicdanını rahatlatmak, adalet duygusunu incitmemek için bu sorular çok önemli. Nitekim bu soruların önemli olduğunun bilincinde olan Cumhurbaşkanı da “mülakatı kaldıracağız” vaadinde bulunuyor. Diğer taraftan yürürlükteki mülakat uygulaması informel olarak şu şekilde savunuluyor. “Evet mülakat var ancak ilgili yasa gereği var. Uygulamadan adaylar sınavda hangi puanı almışlarsa o puanı alıyorlar. Güvenlik soruşturması ‘olumsuz’ çıkan kişilere düşük puan verilerek elendikleri bir yöntem olarak kullanılıyor.” Özrü kabahatinden büyük bu ifadelerin devletle, devlet ciddiyetiyle, günümüz yönetim ilkeleriyle bağdaşmadığı ortadadır. Şimdi ilk bakışta çok makul ve hakkaniyeti gelebilir: “Kim sınavda ne almışsa aynı puanı mülakatta da alsın!” İyi de kamu personel sistemini doğrudan ilgilendiren, yönetim sistemimizin işleyişine ayna tutan bir uygulama bu mantıkla, bu söylemle yönetilebilir mi? Günümüz yönetim anlayışının açık ihlali olan, kamu vicdanını yaralayan, güven duygusunu zedeleyen bu uygulama böyle savunulabilir mi? Madem sınav puanının aynısı mülakatta da verilecek o zaman hiçbir etkisi olmayan mülakatı niye yapıyoruz? Aynı puanı vermek yerine şaibe oluşturan, vicdanları yaralayan, güveni zedeleyen mülakatı niye kaldırmıyoruz? Mülakatı “güvenlik soruşturması” olumsuz çıkanları elemek için örtük bir araç olarak kullanmaya, on binlerce insanı bu gösterinin figüranına dönüştürmeye ne gerek var? İstihdam edilemeyecek durumda olmanın hukuki gerekçesi varsa bunu zaten kullanmaya engel bir durum yok. Düşünebiliyor musunuz, paravanlaştırılmış bir mülakat uygulamasıyla karşı karşıyayız. Ülke çapında yüzlerce komisyonun, binlerce adayın ve ailelerinin muhatap kılındığı bu uygulamanın normalliğinden, makullüğünden bahsedilebilinir mi? Toplumsal bellekte çağrışımları olumsuz, anlamsızlığı, sistem içinde ne tür kayırmacılıklara, haksızlıklara yol verdiği aşikâr olan uygulamalar karşısında dikkatli olmak durumundayız. Türkiye’deki imtiyaz düzeninin yapısal bir dönüşüm geçirmesi gerekiyor. Günümüz koşullarında gittikçe derinleşen ve kuşaklararası transfer edilen eşitsizliğin hiç olmazsa biçimsel, prosedürel olarak giderilmesi sistemin güven oluşturması açısından elzemdir. Türkiye’de kamuda istihdam için mülakatı geçerli-güvenilir bir yöntem olarak sunmanın psiko-sosyal ortamının mevcudiyetinden bahsetmenin imkanı yok. Attığımız taşın ürküttüğümüz kurbağaya değmediği ayan beyan ortadadır. Ortada devletin ve toplumun figüranlaştırıldığı kolektif bir kandırmaca var. Devletin sahiplenmediği toplumun benimsemediği bir uygulama var. Memlekette sahibi olmayan, savunulmayan uygulamalar var ve bu uygulamanın kaldırılması için seçimlerin sonrasına işaret ediliyor. Bugün niye kaldırmıyoruz, kaldırmamamızın gerekçesi ne, müsebbibi kim? Gerçekten de dayanılmaz gerçekliğimizden kaçış için kullandığımız radikal stratejilerden geçilmiyor. Bu radikal stratejilerden birisi mülakat ise birisi de kesinlikle mülakatın kaldırılması için seçim sonrasının gösterilmesidir. 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 162 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.