2010 yılında Tunus’ta patlak verip dalga dalga yayılan, kısa sürede bütün bölgeyi etkisi altına alan ve artçı sarsıntıları bugün de devam eden Arap Baharı sürecinin Türkiye'ye en büyük etkisi, kuşkusuz mülteciler konusudur. Kendi ülkelerinde can güvenliği kalmamış milyonlarca insan Türkiye'ye sığınmak zorunda kalmıştır. Türkiye de gerek bir insanlık, gerekse komşuluk sorumluluğunun gereğini yapmış, gelen insanlara kapılarını açmıştır. Mültecilerin ya da göçmenlerin başa bela mı, yoksa potansiyel faydaları da olan değerli misafirler mi olduğu o gün bugündür tartışılmaktadır. Bu yazıda bu mesele değişik boyutlarıyla kısaca ele alınmıştır.
Türkiye'de bugün en büyük bölümü Suriye’den olmak üzere, Afganistan, Irak, Somali, Yemen vb. çeşitli iç savaş ve güvenlik sorunlarının yaşandığı ülkelerden yaklaşık 4,5 milyon göçmen ya da mülteci bulunmaktadır. Türkiye bugün dünyada en fazla göçmene evsahipliği yapan ülke konumundadır.
Öncelikle hiç kimse keyfinden, zevkinden ya da amiyane tabiriyle “rahatlık battığı için” evini, barkını ve vatanını terk etmez. Allah kimseyi vatansız bırakmasın, vatansız kalmak gerçekten zordur. Suriyeli göçmenler de durup dururken ülkelerini terk etmiş insanlar değillerdir.
Arap Baharı’nın başlangıçta yeşerttiği umutlarla özgürlük ve demokrasi arayışı birçok Arap ülkesinde olduğu gibi Suriye’de de sokak gösterilerine, protestolara yol açmıştır. Muhalefetle iktidarın arasındaki gerginlik ve protesto süreci iyi yönetilememiş, gösteriler giderek sokak çatışmalarına, daha sonra da iç savaşa dönüşmüştür. Türkiye dâhil uluslararası aktörlerin, gösterilerin iç savaşa dönüşmemesi için ya da savaş önlenemediği takdirde Esed giderse ardından kim gelecek konusunda ortak bir anlaşma zemini oluşturmak yerine, iç savaşı körükleyen bir tutumla, ya iktidarın ya da muhalefetin yanında saf tutmalarının sonraki dönemde yaşanan trajedide önemli bir sorumluluğu olduğu bir gerçektir. İyi niyetli olmak ve haklının yanında yer almak maalesef tek başına yeterli değildir; bölgede çıkar hesabı olan uluslararası aktörleri, güç dengelerini, mevcut rejimi devirme yönünde yapılacak bir hamlenin kimlerden ve ne tür karşı hamleleri davet edeceğini iyi düşünmek, kendi gücümüzün sınırlarını iyi hesap etmek ve ona göre hareket etmek çok daha akıllıca, çok daha az maliyetli ve çok daha insani olurdu..
Vakıa Suriye’de bir iç savaş patlak vermiştir; “altı ayda gideceğini” tahmin ettiğimiz Esed gitmemiştir; Rusya ve İran Esed’in en büyük destekçisi olmuştur; iç çatışma-kargaşa ortamı ve otorite boşluğunda IŞİD/DAEŞ diye bir terör örgütü doğmuştur; Türkiye'nin kendi başına hareket etmesi ABD’nin planlarını değiştirmiş, Türkiye'nin güneyinde PKK’nın uzantısı bir örgüt olarak PYD desteklenmiştir; Esed’i devirme planlarından vazgeçilmiştir; neticede 7-8 milyon dolayında insan canını kurtarmak için ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Bunların içinde 3,5 milyonu aşkın en büyük grup da, sığınabileceği en yakın liman olarak Türkiye sınırlarına yığılmıştır.
Bu acil trajik durum karşısında Türkiye insani sorumluluğun gereği olarak kapılarını açmış, gelen milyonlarca insanı çeşitli şehirlere yerleştirmiştir. En başta İstanbul ve (Kilis, Hatay, Gaziantep, Urfa ve Adana gibi) Suriye sınırındaki şehirlerimiz olmak üzere, Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde bugün 3,5 milyonu kayıtlı, tahminen yarım milyonu kayıtsız olmak üzere 4 milyon civarında insan mülteci, göçmen ya da “misafir” olarak yaşamaktadır.
Ülkemizde göçmenler konusu daha çok olumsuz boyutlarıyla ele alınmaktadır. Mültecilerin başa bela olduğunu, ekonomiye yük getirdiğini, kendi çocuklarımızın işlerini ellerinden aldıklarını, suça karıştıklarını ve huzurumuzu bozduğunu ileri süren argümanlar gerek sözlü, gerek yazılı, gerek sosyal medyada yankı bulmakta, taraftar toplamaktadır.
Milyonlarca göçmenin bir ülkenin ekonomisine bazı yönleriyle önemli bir yük getirdiği doğrudur. Nitekim resmi kaynaklar Suriyeli göçmenler için bugüne kadar 40 milyar dolar dolayında para harcandığını söylemektedirler. Suriyelilere sağlık ve eğitim desteğinin yanı sıra belirli şartlarla nakit yardımların yapılması da söz konusudur. Sonuçta bu harcamalar bütçeden, hazineden, nihai olarak da vergi mükelleflerinin sırtından finanse edilmesi gereken kaynaklardır. Bu parayı Türkiye göçmenler için harcamak zorunda kalmasaydı, sağlık, eğitim, altyapı ve AR-GE faaliyetlerine harcayabilecekti.
Ancak meseleye sadece olumsuz tarafından yaklaşmak ve “mültecilerin başa bela olduğu”nu ileri sürmek doğru değildir. Esasen, iyi değerlendirilebildiği takdirde mültecilerin bir ülkeye çok ciddi kazanımlar sağlayabileceği de bir gerçektir.
Mültecilerin faydalarından biri, işgücü piyasalarına sağladıkları esneklik ve ucuz işgücü temin imkanıdır. Köylerde çobanlık başta olmak üzere, Türk vatandaşlarının yapmaya tenezzül etmedikleri pek çok iş mülteciler tarafından seve seve yapılmaktadır. Sanayinin birçok dalında, özellikle vasıfsız eleman çalıştıran kâr marjı düşük sektörlerde ucuz işgücü ciddi bir maliyet avantajı sağlamakta, başka türlü zarar eden ve kapanma riski taşıyan işyerleri Suriyeli veya başka ülkelerden gelen sığınmacıların sağladığı ucuz işgücü sayesinde ayakta durmaktadır. Ayrıca, az sayıda da olsa (maalesef çoğu daha başlarda Avrupa’ya kaptırılmıştır), göçmenler arasında bulunan eğitimli, beyaz yakalı meslekler icra edebilecek vasıflı işgücü de ilgili sektörlerde istihdam edilmek suretiyle bu insanların Türkiye ekonomisine daha yüksek katma değerle katkı yapmaları sağlanabilir.
Türkiye için göçmenlerin uzun vadeli bir potansiyel faydası da eğitim üzerinden mümkün olabilir. Suriyeli göçmenlerin yaklaşık dörtte biri, ki bu yaklaşık bir milyon insan demektir, eğitim-öğretim çağındadır. Bu insanlara planlı-programlı bir eğitim sağlanabildiği takdirde, Arapça bilen, Türkçeyi ana dili gibi konuşan, eğitimli, ilerde Suriye ve Arap dünyası ile Türkiye arasında köprüler kuracak yüzbinlerce Türkiye dostu kardeşimiz olacak demektir.
Sonuç olarak, Suriyeli mülteciler konusuna, Türkiye kamuoyunda çoğunlukla yapıldığının aksine, sadece olumsuz yönleri ve maliyetlerine odaklanarak bakmak doğru değildir. Esasen iyi değerlendirilebildiği takdirde mültecilerin Türkiye'ye sağlayabileceği potansiyel kazançlardan da söz edilebilir. Halihazırda işgücü piyasalarında ucuz işgücü ihtiyacının karşılanması, kâr marjının düşük olduğu sektörlerde maliyetlerin aşağı çekilmesi ve Türk vatandaşlarının ilgi göstermediği (çobanlık vb. vasıfsız işlerde) işgücü açığının kapatılması gibi fiili kazançlarının yanı sıra, mülteciler arasındaki vasıflı insanların eleman açığı olan sektörlerde değerlendirilmesi ve özellikle de eğitim çağındaki genç nüfusun ülke ihtiyaçları doğrultusunda eğitilerek ilerde Suriye ile Türkiye arasında her türlü ilişkilerin geliştirilmesi konusunda bir köprü olmalarının sağlanması gibi uzun vadeli potansiyel kazançlardan da söz etmek mümkündür.
Yeni yorum ekle