Seçim telaşı geride kaldı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ikinci turda Erdoğan kazandı, genel siyasi seçimlerde de Ak Parti Mecliste daha fazla sandalye kazandı; yeni hükümet kuruldu, yeni bir dönem başladı, hayırlı olsun. Bir kısmı şahsen tanıdığımız arkadaşlarımız olan milletvekilleri ve bakanları, yeni dönemde yönetimde görev alanları kutlar, başarılar dileriz, Allah utandırmasın.
Yeni Kabinede Hazine ve Maliye Bakanı olarak görev alan, daha önce de bakanlık yapmış olan Mehmet Şimşek, görevi devralırken son derece yerinde, doğru ve mutlaka hayata geçirilmesi gereken bir ifade kullandı: "Rasyonel zemine dönmek". Rasyonel akılcı, akla yatkın, mantıklı, gerçekçi demek. Uzunca bir süredir rasyonel zeminden uzaklaşmış olan, olumsuz sonuçları da aşağıda değineceğimiz üzere makro göstergelere yansıyan, irrasyonel, gerçekçi ve sürdürülebilir olmayan politikaların Sayın Şimşek’in de işaret ettiği gibi mutlaka “rasyonel bir zemine” oturtulması gerekiyor, hem de hiç gecikmeksizin.
Ak Parti İktidarlarının İki Dönemi ve Ekonomik Performans:
Esasen 2002 yılının sonlarında başlayıp halen devam eden Erdoğan-Ak Parti iktidar dönemini ekonomi, iç politika, dış politika, uluslararası ilişkiler, dışa açılma, serbest piyasa, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler vs. bağlamında rahatlıkla ikiye ayırmak mümkündür: 2002-2013 (I. Dönem), 2014-2023 (II. Dönem.)
I. dönemde yönetim anlayışı büyük ölçüde reformcu, değişimci ve özgürlükçüydü. AB ile ilişkiler güçlendiriliyor, tam üyelik müzakerelerinin başlayabilmesi için gereken reformlar ardı ardına yapılıyordu. Uluslararası ilişkiler barışçı bir zemine oturtuluyor, uluslararası aktörler ile dostane ilişkiler kuruluyor, dışarda Türkiye'yi komşularıyla, içerde devleti milletle barıştırmaya, temel hak ve özgürlüklerin alanını genişleten, askeri vesayet rejimini sona erdirmeye çalışan, yasakları kaldıran, adeta kangren hale gelmiş terörle bağlantılı sorunların kaynağını kurutmaya yönelik siyasi hamleler yapılıyordu. Serbest piyasa ekonomisi önemseniyor, Merkez Bankası bağımsızlığı tanınıyor, mali disiplin sağlanıyor, belirsizlikler azaltılıyor, öngörülebilirlik artıyor, ülke riski azaltılıyordu.
II. dönemde ise kabaca bunların tam tersine statükocu, otoriter, yasakçı bir anlayış egemen oldu. “Ya sev ya terk et” şeklinde özetlenebilecek tehditkâr, dışlayıcı, çatışmacı, içe kapanmacı, milliyetçi bir söylem benimsendi, hükümetin yaklaşımını ve politikalarını eleştiren hemen herkes yaftalanmaya, terörle işbirliği yapmakla, Fetöcülükle ya da ihanetle suçlanmaya başlandı. AB ile ilişkiler minimal seviyeye indirildi; müzakere sürecinin gerektirdiği reformlar askıya alındı; Nato, AB, ABD gibi uluslararası aktörlerle ilişkiler gerildi, çözüm süreci bir kenara bırakıldı, güvenlikçi-yasakçı politikalara dönüldü. Suriye’de rejim değiştirmeye kalkışan çatışmacı bir dış politika benimsendi. Ekonomi politikaları bağlamında mali disiplinden sapıldı, MB bağımsızlığı fiilen sona erdirildi, MB üst yönetimi sık sık değiştirildi, işlerine karışıldı, “faiz sebep-enflasyon netice” takıntısı yüzünden hiç de rasyonel ve sürdürülebilir olmayan politikalar devreye sokuldu…
Sonuç ortada: I. Dönem makroekonomik performans açısından tam bir başarı hikâyesiydi: 2001 krizi, yani Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik faciası sonucunda dibi görmüş olan makro göstergeler 10-12 yıl gibi kısa süre içinde hızla toparlanıp zirve yapmıştı. 2002 yılında 4 bin dolar civarında olan kişi başına gelir (makro göstergelerin olumlu anlamda zirve yaptığı) 2013 yılında 12500 dolara, GSMH 950 milyar dolara yükselmiş, aynı dönemde yıllık ihracatımız 36 milyar dolardan 140 milyar dolara yükselmişti. Sağlanan ekonomik ve siyasi istikrar, MB bağımsızlığı ve mali disiplin sayesinde enflasyon 35 yıldan sonra ilk defa tek haneli rakamlara, faizler de son yılların en düşük seviyelerine düşmüştü. Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı sermaye miktarında rekorlar kırılmış, Türk parası yabancı paralar karşısında değer kazanmış, ortalama büyüme hızı yüzde 6-7 bandında gerçekleşmişti.
II. Dönem ise büyük ölçüde bir başarısızlık hikâyesi oldu: ortalama büyüme hızı düşmüş, GSMH 800 milyar doların altına kadar gerilemiş, kişi başına gelir de 7500 doların altına düşmüştür. 2023 hedefleri (kişi başına gelir 25000 dolar, yıllık ihracat 500 milyar dolar, GSMH 1 trilyon dolar) bir hayal olmuş, enflasyon yeniden çift haneli rakamlara çıkmakla kalmamış, 2022 yılı itibariyle Türkiye dünyadaki en yüksek enflasyon oranına sahip ülkelerden bir olmuş; MB’na yapılan baskılar sonucunda politika faizleri düşürülmüş, ancak politika faizleriyle piyasa faizleri (bankaların kredi müşterilerine uyguladığı faizler, Hazinenin borçlanma faizleri vb.) arasındaki makas iyice açılmış; TL yabancı paralar karşısında rekor seviyelerde değer kaybetmiş, doğrudan yabancı sermaye eskisi kadar gelmez olmuş, MB rezervleri de peyderpey eriyerek (borç, alacak ve swap işlemleri dikkate alındığında) eksiye düşmüştür.
İki dönem arasında korkunç bir performans farkı olduğu açıktır. Bunun nedenleri konusunda biri kolaycı ama gerçekçi olmayan, diğeri ise kolaycı olmayan, siyasi otorite açısından kabul edilmesi zor, ama daha gerçekçi iki açıklaması vardır. Kolaycı açıklama zaten siyasi mahfillerde sık sık dile getirilen açıklamadır: dış mihraklar, Türkiye'nin yükselişini kıskanan, bizi çekemeyen, bir kaşık suda boğmak isteyen karanlık güçlerin oyunları, tuzaklar, dış faktörler vb. Kabul edilmesi, hazmedilmesi, yüzleşilmesi kolay olmayan, ama daha gerçekçi olan açıklama ise, irrasyonel zeminlere kaymak, piyasa dinamikleriyle uyumlu olmayan, mali disiplinden sapan, MB bağımsızlığını fiilen bitiren ekonomi politikaları, uluslararası alanda ülkenin ekonomik, siyasi, askeri-teknolojik gücüyle orantılı olmayan risk alma iştahı, çatışmacı dış politika, kurumların zayıflatılması, ehliyet-liyakatten sapılması, keyfiliklerin artması, yatırım ortamının kötüleşmesi, belirsizliklerin artması, öngörülebilirliğin olmaması ve ülke riskinin artmasıdır.
Bir dost meclisinde yakın geçmişte “Akla ziyan, irrasyonel, kaynaklarımızla uyumlu olmayan mevcut ekonomi politikalarına son verilmez, makul, rasyonel politikalar devreye sokulmazsa çok ciddi bir kriz bizi bekliyor, keşke yanılıyor olsam” uyarısı yapma ihtiyacı duymuştum. Bu yöndeki endişelerim çoğu iktisatçı tarafından da paylaşılmakta, çeşitli ortamlarda uzun süredir dile getirilmektedir. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’in “rasyonel zeminlere dönmek” vurgusu bu bakımdan son derece yerindedir.
Yeni dönemin bir fırsata çevrilmesi, fiyat istikrarının sağlanması ve son yıllarda giderek kötüleşmiş olan makroekonomik göstergelerin iyileştirilmesi için kanaatimizce Türkiye aşağıda sıralayacağımız adımları atmalıdır. Dünyaya meydan okuyan, burnunun dikine giden, eleştiriye tahammül edemeyen, denenmiş ekonomik modeller ve iktisadın evrensel yasalarıyla uyumlu olmayan politikalarda ısrar edilmesinin bedeli ağır olabilir.
Yeni Dönemde Yapılması Gerekenlere İlişkin Öneriler:
- Siyasi ve ekonomik istikrarı sağlayıp belirsizliği azaltmak, öngörülebilirliği artırmak, ülke riskini azaltmak,
- Merkez Bankasının bağımsızlığını tanıyıp işine karışmamak, üst yönetimine sık sık müdahale etmemek,
- Kamuda mali disiplini sağlamak, kamu harcamalarını kısmak, denk bütçe politikaları uygulamak,
- Karşılıksız para basmaya, para arzını ölçüsüz bir şekilde şişirmeye son vermek, fiyat istikrarını sağlayıp enflasyonu düşürmeyi en öncelikli hedef haline getirmek,
- Hukuk devletini tesis etmek, her türlü keyfiliğe son vermek, kurumları güçlendirmek,
- Gerek komşular, gerekse AB, ABD, Nato gibi uluslararası aktörlerle dış ilişkileri iyileştirmek; dost çoğaltıp düşman azaltmak
- Piyasalara güven vermek, kişilere göre değil kurallara göre iş yapmak, yatırım ortamını iyileştirmek,
- Denge ve denetleme mekanizmalarını güçlendirmek, devletin gücünü sınırlandırmak,
- Serbest piyasa ekonomisini tahkim etmek; dışa açılmacı, serbest ticaretçi, uluslararası işbirliğine dayalı politikalar uygulamak,
- Ehliyet ve liyakate önem vermek, kritik kurumların başına ehil, işini bilen, tecrübeli ve dirayetli insanlar getirmek.
Yeni yorum ekle