Jean Joseph Marcel (1776-1854), Fransız bir diplomat, mühendis, matbaacı, dilci ve yazardır. Napolyon’un Mısır seferinde Fransa’dan beraberinde götürdüğü bilginler heyetinin üyesidir. Bu seferde ‘bahtı’ açılır. Buradaki yaklaşık beş yıllık günlerinde Institut d’Egypte’nin bilim üyesi olarak Mısır kalıtlarındaki yazıların okunmasına katılır. Mısır’da basılan ilk kitabı yazar: Alphabet Arabe, Turk et Persan (Arap, Türk ve Fars Alfabesi). Dönüşte artık Mısır ve Tunus hakkında kitaplar yazacak kadar bölgenin uzmanıdır, kraliyet matbuatının başına getirilir. ‘Marcel’den bize ne?’ diyenleri duyar gibiyim. Anlatalım. Marcel, Mısır’dan evine dönerken içinde en eski Kur’an yazmasından 250 varakın da bulunduğu çok sayıda yazma getirdi. Para vererek ya da kendisi yaz(dır)arak değil, Fustat’ta (Kahire’nin eski kesimi) bulunan Amr b. As Camii’nde göz bebeği gibi saklanan en eski belgelerden alarak Fransa’ya getirdi. Bu değeri biçilemez koleksiyon bir şekilde Fransa, Almanya, İsveç kütüphanelerine dağıldı. Fakat koleksiyonun ana parçası Marcel’in mirasçısı bir kadın tarafından St. Petersburg’daki (Rusya) milli müzeye satıldı ve 1864’te müzenin envanterine girdi. Yıllardır en eski Mushaf (Kur’an-ı Kerim’in kitap haline getirilmiş şekline mushaf denir) yazmasının peşine düşen oryantalistler Marcel’in getirdiği yazmalara ‘Codex Marcel 18/2’ adını verdiler. Marcel’den sonra Fransa’nın Kahire konsolosu Jean-Louis Asselin de Cherville (ö. 1822), çok daha fazla yazmayı satın alarak Paris’teki Bibliothèque Nationale’e ulaştırdı. Marcel’den kısa süre sonra Mısır’a giden Alman seyyah Ulrich Seetzen 1809’da Amr b. Âs Camii’ndeki varaklardan satın almak istediyse de vakfedilmiş olduğu için satılamayacağı cevabını aldı. Ayrıca Fransızlar’ın satın almak için çok para ödeyerek yazma varakların fiyatını çok yükseltmişlerdi. British Museum’da bulunan ve ‘Londra Mushafı’ adıyla bilinen mushafı, büyük ihtimalle zaman zaman Mısır’ı ziyaret eden Peder Greville John Chester (ö.1892) getirip 1879’da müzeye bağışlamıştı.
Hz. Osman’a nispet edilen Taşkent Mushafı Semerkant’ta korunmaktaydı. Ruslar 1868’de burayı işgal ettikten bir yıl sonra 1869’da Mushafı St. Petersburg’taki milli müzeye götürdü. Rus oryantalist S. Pissareff, Mushaf’ın silik kısımları üzerinden mürekkeple geçerek okunur hale getirmeye çalışırken hatalar da yaptı. Dahası üzerinde çalışmak amacıyla bu nüshadan elli adet istinsah yaptılar. Müslümanların ısrarlı istekleri sonunda, Rusya’nın kritik bir eşikte bulunduğu sırada (Aralık 1917) Lenin (ö.1924) tarafından güya taviz olarak geri iade edildi. Yalnız Mushaf’ın bu yolculuğu sırasında birkaç sahifesi koparıldı, yine birkaç bin dolarcık az bir fiyata! Londra’da (ve başka yerlerde) satıldı. Müslümanlar, ellerindeki nice böyle kıymetli yazmaları üç beş kuruşa sokak başlarında sattılar. Başka yollarla gidenlerin ise haddi hesabı yok. Bunlarla dertlenen Tayyar Altıkulaç’a selam olsun. Benzer bir durum Sovyetler’in dağılmasıyla Türk Cumhuriyetlerinde yaşandı. Heyhat!..
İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi’ni (TİEM) gezmeyen varsa en yakın zamanda gitmelidir. Oradaki en kıymetli koleksiyonlardan birisi Şam Evrakı’dır. Onun hikayesi ise daha ilginç, bir o kadar da dramatik. Onu da anlatalım: Şam’da Emevi Camii (el-Câmiu’l-Ümevî) avlusundaki Beytülmal adı verilen sandukada İslam tarihinin en eski evraklarından bir kısmı korunuyordu, içinde yine en eski Kur’an yazmaları vardı. 1894’te büyük bir yangın meydana geldi, fakat sandukadaki malzeme zarar görmedi. Oryantalistlerin Mushaf çalışmaları başlayınca bu eşsiz hazineyi keşfetmeleri zor olmamıştı. Charles Schefer (ö.1898), Şam’da Prusya Konsolosluğu yapan Johann Gottfried Wetzstein (ö.1905) ve Edward Palmer (ö.1882) gibi oryantalistler buradaki bazı varakları Avrupa’ya götürdüler. Devrin hakim idaresi olan Osmanlı Hükumeti, yazmaların Avrupa’ya götürülmesini korkunç bir hadise olarak değerlendirdi ve Şam’da kalan evrakları 1911’de İstanbul’a getirdi. Evraklar 1914’ten itibaren Evkaf müzesine (daha sonra TİEM) alındı. Şam’dan gelen 100 bini aşkın evrak içinde Emevi ve Abbasi dönemine dair çok çeşitli yazma eserler vardı, bazıları tam mushaf veya varaklar halinde Kur’an yazmalarıydı, hatta Hz. Osman devrine ait olabileceği söylenen Kur’an yazmaları bile var.
Arapça, Farsça ve Türkçe bilen Alman oryantalist Otto Pretzl (ö.1941) Münih’te oluşturulmak istenen Kur’an yazmaları arşivi için malzeme toplamak maksadıyla 1928’de Türkiye’ye gelmiş, çeşitli müze ve kütüphanelerdeki eski Mushaf yazmalarından resimler çekmişti. İslam ülkelerinde dolaşmayı sürdürerek çok sayıda resim ve mikrofilim kaydetti. Çalışmalarına devam ederken İkinci Dünya Savaşı patlak verdi, orduya alındı, o artık Hitler’in ordusunda savaş pilotuydu. Pretzl’in hayat yolculuğu, Sivastopol civarındaki bir hücumda uçağının düşürülmesiyle noktalandı. Şüphesi onun bıraktığı miras içinde en değerlisi, her biri 40 pozluk 145 adet Akfa filimdi (yaklaşık 5800 resim), çünkü bunlar en eski Kur’an yazmalarının ilk resimleriydi. Yakın zamana kadar Pretzl’in çektiği resimlerin 50.000 adet olup İkinci Dünya Savaşı’nda tahrip olduğu düşünülüyordu. Fakat bilinen sayı yanlıştı ve onlar tahrip olmamıştı, şimdilerde yeni Alman oryantalistlerin elinde incelemeye konu olmaktadır.
1972’de Yemen'in Sana şehrindeki el-Camiü’l-Kebîr'in tamiratı sırasında en eski Kur’an yazmalarından bir kısmı bulunmuştu. Bunları inceleyecek doğru dürüst bir uzmanımız yoktu, hala daha böyle bir bilen yetiştiremedik. Sonraki yıllarda aynı caminin çatısında yine çok eski Kur’an yazmaları bulundu. Müslüman bir uzman bulunamayınca Alman Oryantalistlerden oluşan bir heyet Sana yazmalarını inceledi. Halen mushaf araştırmalarında en ciddi çalışmaları yine Almanlar yürütmektedirler. Corpus Coranicum projesi bunlardan birisidir. Bunun dışında benzer projeler İngiltere, Fransa, İspanya’da yürütülmektedir.
Genel olarak yazmalar, özel olarak da Kur’an yazmalarıyla ilgili daha ne hikayeler var… Diğer kültür hazinelerinin hazin hikayelerini açarsak bu defter zor kapanır.
Bütün bunları anlatmamın bir sebebi var elbet. Geçtiğimiz ay İstanbul’da “Batı Oryantalizminin Mushaf Tarihi Araştırmaları” başlıklı bir çalıştay vardı. Mevzu çeşitli yönleriyle konuşuldu, müzakereler yapıldı. Umut verici adımlar atılmaya başlandığını gördük. Bu vesileyle mevzuyu tarihi arkaplanına ilişkin bir kaç anekdotu sizlerle paylaşmak istedim. Malum İslam inanç, ibadet ahlak, sosyal hayat ve kültürünün temel kaynağı Kur’an’dır. Onun Hz. Muhammed’e Allah tarafından indirildiği gibi günümüze geldiğine inanırız. Kur’an, ilk günden ezberlenerek ve yazılarak korunmaya alınmıştır; aynı zamanda Müslümanlar, günlük ibadetlerde, cemiyetlerde okuyarak hayatlarında canlı tutmuştur. Ne var ki, son iki yüzyıldır Oryantalistler Kur’an’ın kaynağı, yazımı ve sonraki nesillere intikali hakkında çok ciddi çalışmalar yaptılar; ileri sürülen fikirlerin bir kısmı iftiraya kadar giden iddialardan ibaretti. İlk zamanlar Müslüman ulema bu mevzuyu ciddiye aldı, makale ve kitap yazarak Kur’an’ın günümüze kadarki mevsukiyetini ortaya koymaya uğraştı; fakat bunlar yetersizdi, açık söylemek gerekirse cevap olabilecek ya da doğrusunu ortaya koyabilecek fikirler üretme yolunda daha üst çalışmalara girişmedi. Elbette bunun çeşitli sebepleri vardır, fakat şimdi konumuz bu değildir. Son yıllarda beklenen adımların atılmaya başlandığı söylenebilir, bu yönde farklı Müslüman ülkelerde ilmi araştırmalar yapılıyor. Türkiye’de Tayyar Altıkulaç hocamız epeydir bu uğurda çok ciddi emek sarfetmektedir; en eski Mushaf yazmalarından bir kaçının tıpkıbasımını yayınladı. Şimdilerde birçok genç araştırmacı bu işe gönül verdiği anlaşılıyor. Bunu bir başlangıç sayarsak asıl işimizin bundan sonra olacağını söyleyebiliriz. Yüzlerce yazma önce gün yüzüne çıkarılacak, onlar onarım ve tashihten geçirilecek, üzerinde sabırla derin tetkikler yapılacak vs. Sonuçta Kur’an tarihinin çok önemli kesitleri aydınlığa kavuşturulacaktır. Çalıştayda da dile getirdiğim gibi, Kur’an tarihinin mühim bir tarafını oluşturan Mushaf yazmalarını araştırma, tetkik ve değerlendirme konusunda çok emek vermemiz gerekiyor; bu işler için varlıklı kimselerin ve dahi kurumların büyük destek sağlaması kaçınılmazdır.
İnna nezzelna zikre ve inna…
İnna nezzelna zikre ve inna lehafizun
Somuncu baba İstanbul…
Somuncu baba İstanbul fetholunca ilk cumada bilinmeyen 7 şekilde Fatiha süresini 7 değişik anlam ve biçimde okumuş Fatiha süresi bile şu andaki gibi değil hiç araştırmıyoruz
Yeni yorum ekle