İnsan psikolojisi, bilimdeki tüm gelişmelere rağmen, bizim için hâlâ kocaman bir muamma. Bütün hayat kalitemizi etkileyen ruh halimiz neye göre şekilleniyor? Neden bazılarımız kolayca mutlu olabiliyor da, bazılarımız neredeyse sürekli depresif hissediyor gibi sorulara bir türlü tatmin edici bir cevap bulamıyoruz. Ruh halimize tesir eden bir takım biyolojik, kimyasal, hormonal boyutlar keşfettik ama bu keşifler -cevaplar sağlamaktan ziyade- yeni sorular üretti:
Hislerimizi kontrol eden hormonlar neye göre salgılanıyor?
Bağırsaklarımızdaki bakterilerin kendimizi huzurlu yahu heyecanlı hissetmemizle ne alakası var?
İnsan psikolojisi, kısmen de olsa genetik olarak belirleniyor olabilir mi?
Neden bazı günler yataktan dünyanın en meyus insanı olarak kalkarken bazı günlere neşeli kelebekler gibi uyanıyoruz?
Dış etkenlerin, yaşadığımız hayatın, tecrübelerimizin, sahip olduklarımızın ve olamadıklarımızın psikolojimiz üzerine etkileri ne kadar?
Kendi gözlemlerimizle de görebileceğimiz üzere oldukça yoksul ama mutlu hayatlar yaşayanlar olduğu gibi adeta depresyon ilaçlarıyla beslenmeye mecbur kalan zenginler var.
Kapitalizm, bilinçaltlarımıza, mutlu olmak için elde ettiklerimizde daha fazlasına sahip olmamız gerektiğini işleyip dursa da son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar bunun pek de doğru olmadığını ortaya koyuyor.
North Carolina at Chapel Hill üniversitesinin, psikoloji sahasında meşhur profesörü Barbara Lee Fredrickson, 2013 yılında, mutlulukla genler arasındaki ilişkiye dair bulgularını Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America isimli dergide yayınladı.
Fredrickson, California Üniversitesinden bir grup doktor, psikiyatr ve davranışsal bilim uzmanı ile birlikte çalışarak oldukça enteresan sonuçlara ulaşmıştı.
İnsanın kendisinin iyi hissetmesinin, mutlu olmasının iki basit formu yahut formülü olduğu zaten bilinen bir konu.
İnsanlar basitçe alarak ya da vererek mutlu oluyorlar.
Bunlardan ilkine, yani alarak, tüketerek, daha fazlasına sahip olarak, vücudun ihtiyaçlarını, arzularını tatmin ederek ulaşılan mutluluğa “hedonik” iyi olma hali deniyor.
İkinci mutluluk hali ilkinden daha derin. Kişisel isteklerin karşılanmasının ötesinde anlamlı bir hedefe, yüce ve asil bir amaca hizmet etmiş olma neticesi elde edilen mutluluğa ise “eudaimonic” (yudimonik) mutluluk deniliyor.
Almak yerine vermek, yetimlere, muhtaçlara yardım etmek, imkânsızlıklarla savaşan ailelerin çocuklarını okutmak, savaş mağdurlarına barınak sağlamak, susuzluktan kavrulan Afrika’da su kuyuları açtırmak, lösemili çocuklar yahut savaş gazileri için bağışta bulunmak, zalim bir devletin mağdur ettiği çaresiz insanların yanında tankların karşısına dikilmek gibi “fedakârlıklar” insanlara “yudimonik” mutluluk sağlıyor.
Fredrickson ve arkadaşları bu iki tür mutluluğun, insan biyolojisi ve özellikle genleri üzerinde farklı tesirler gösterip göstermediğini merak ettiler.
Hücrelerimizdeki gen ifadelerinin stres, hastalık gibi durumlarda belli bir şekilde oluştuğu biliniyordu. İster hedonik ister yudimonik olsun, bu durumların tersi olan iyilik, mutluluk halinin de moleküler seviyede karşıt tepkileri üretmesi beklenebilir miydi?
Yani -alarak ya da vererek olsun- mutlu olduğumuzda gen ifadelerimiz aynı şekilde mi teşekkül ediyorlardı?
Araştırmacılar yaklaşık on sene süren çalışmalardan sonra öyle olmadığını tespit ettiler.
Yudimonik, yani yüce bir amaç için fedakârlık neticesi elde edilen mutlulukta, beklendiği gibi, stres ve hastalık durumunda ortaya çıkan gen profilinde azalma tespit edildi. Ancak hedonik, yani alarak tüketerek elde edilen mutluluk halinde tam tersi bir durum olduğu, vücudun arzuların tatmini neticesi mutlu olduğu anlarda bile genetik seviyede stres ve hastalığa tepki verir gibi hareket ettiği ortaya konuldu.
Hayatımızı bir yüce gaye uğruna yaşamamız, hücrelerimizde bulunan ama kronik stres anlarında aktif olan genleri büyük ölçüde pasifleştiriyor, kısa vadeli tatminlere dayalı mutluluklar ise, tam tersi bir etki yaratarak, romatizma, kalp hastalıklarına kapı aralarken bağışıklık sistemimizi de zayıflatıyor.
Bu perspektiften bakılınca, özellikle sosyal medyada yiyip içtiklerinin fotoğraflarını paylaşanların, tatil yaptıkları kumsallarda, barlarda, restoranlarda, dünyanın turistik mekânlarında “ne kadar mutlu olduklarını” göstermek için poz verenlerin “hedonik” mutluluklarının pek de sağlıklı olduğu söylenemez!
Hayatını fakir çocukların eğitimine, yetim başı okşamaya, hayatta yapayalnız kalmış çaresiz kadınların, ihtiyarların yardımına koşmaya adamış olanları mı sordunuz?
Onlar çok derinden hissettikleri o sağlıklı mutluluk hissini yaşamak için sosyal medyaya ihtiyaç duymuyorlar.
http://www.davinci-institute.org.tr/blog/hucreler-gercek-mutlulugu-hiss…
https://www.sciencedaily.com/releases/2013/07/130729192548.htm
https://www.sciencedaily.com/releases/2013/07/130729161952.htm
http://www.positivepsychology.org.uk/pp-theory/eudaimonia/34-the-concep…