Omerta’yı Çiğnemek, Kamusal Merak veya İyileşme İmkânını Heba Etmemek!

02 Haziran 2021

 

Sovyet bloğunun hem bir siyasal-ideolojik çekim merkezi hem de alternatif bir ekonomik sistem olarak çökmesinin ardından Fukuyama bize ‘Tarihin Sonu’na girdiğimizi ve insanlığın artık ekonomik-siyasal anlamda arayacak bir şeyinin kalmadığını söylemişti. İnsanlığın Batı ölçeğinde ve öncülüğünde yakalamış olduğu düzenin, düzeyin yerküre ölçeğine yaygınlaşması dışında herhangi bir şeyin gerçekleşmeyeceği teziyle yeryüzünde cennetin özü itibariyle kurulduğunu dile getiriyordu. Liberal iyimserliğin küresel bir dalga halinde kabardığı bu tarihsel dönem, beklenilenin aksine çok kısa sürdü. ‘Tarihin Sonu’ iyimserliğiyle eşzamanlı şekilde dolaşıma giren ‘Medeniyetler Çatışması’ tezi her ne kadar bu iyimserlik karşıtı bir öz ve iddia taşısa da bu atmosferi dağıtan asıl büyük darbe 11 Eylül saldırısı ile geldi. Bu sürecin devamı niteliğinde olan Irak’a ve Afganistan’a müdahaleler, Arap Baharı, küresel güçlerin sahne aldığı ve gittikçe bir tür küresel “Fetret Devri’ne dönüşen Suriye krizi, mülteciler, İslamofobi, yabancı düşmanlığı, ekonomik kriz, Covid-19 salgını gibi hadiseler 21. yüzyılın ilk çeyreğini doldurmaya yetti. İlber Ortaylı 19. yüzyılı Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘en uzun yüzyılı’ olarak tanımlamıştı. Görülen o ki dünyanın en uzun yüzyılı da 21. yüzyıl olacak.

90’ların küresel ölçekte yaşanan iyimserliğinin ülkemize yansımasını 2000’lerin başı olarak tarihlendirmek mümkün. Statükonun değiştirilmesi gerektiğinin ve değiştirilebileceği inancının kesiştiği bu tarihsel aralık, Ak Parti’nin ‘Yeni Türkiye’ söylemiyle sahne aldığı ve on yıllar boyunca uygulana gelen resmi hakikat düzenine ilişkin adalet ve özgürlük temelli politik eleştirilerin bir tür taşıyıcılığını üstlendiği dönemde Kürt meselesinden başörtüsü sorununa, ekonomik istikrarsızlıktan devlet-toplum ilişkisine ilişkin pek çok alanda önemli, anlamlı adımlar atıldı. Dönemin popüler ifadesiyle ‘Eski Türkiye’yi temel alan yerleşik güç bloklarının, toplumsal desteği ve meşruiyeti yüksek bir siyasal söylemle ve şüphesiz siyasi iradeyle püskürtüldüğü ‘Yeni Türkiye’ye doğru hamleler 2000’lerin ikinci on yılı içinde ulusal, bölgesel ve küresel gelişmelerin eklemlendiği kaotik bir süreçle bambaşka bir yöne doğru evrildi. Bu yönün neliğine ilişkin siyasal gündemimizi meşgul eden tartışma son bir kaç yıldır mantık, kurgu, işleyiş itibariyle, bazıları kabullenmekte zorlasalar da, “Eski Türkiye’ olduğu apaçık bir görünüm kazanmış durumda. Nitekim son süreçte Sedat Peker tarafından seri halinde paylaşılan videolar bu gerçekliğin ispatını oluşturuyor. Devletin mahreminde ne tür kayıt dışı bölgelerin oluştuğu, bu bölgelerde hangi karmaşık ilişki ağlarının ve iş görme tarzının yürürlükte olduğunu bir kez daha gösteren bu durum tam da ‘Eski Türkiye’ye ait görülen ve mutlak surette geride bırakılması istenilen uygulamalardı. Dolayısıyla geride bırakılmak istenilen uygulamaların acı gerçekliğimiz olarak yeniden dolaşıma girdiği bu süreçte birkaç hususa değinmekte fayda var.

Türkiye yaşadıklarından ders almıyor, tersine yaşadıkları üzerinden ifsat edici kalıcı bir terbiyenin/tarzın etkisi altında yol almaya devam ediyor. Varlıklarını, iddialarını bu terbiyenin/tarzın karşıtı olarak konumlandıranlar da dâhil olmak üzere, ideolojik-politik aidiyet, sosyo-kültürel müktesebat fark etmeksizin, ülkemizin egemen tarzı maalesef bu. O yüzden aktörün kim olduğundan bağımsız olarak “Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmemişiz” durumunu yaşamaya devam ediyoruz. Din, ideoloji, etnisite gibi aidiyetleri etkisiz elemana dönüştüren, içeriksizleştiren bu egemen tarz yürürlükte olmaya devam ediyor.

İçinde denetimsiz, kayıt dışı alanların, aktörlerin ve ilişkilerin yer aldığı bir devlet yapılanması diğer bir büyük sorun başlığımız. Devletin araçsallaştığı, ilke ve değerler yerine fiili gücün önem arz ettiği, tabiri caizse Hobbesvari bir “doğa durumu” ile karşı karşıyayız. Bu noktada şu hususun altını çizmekte fayda var. Varoluşsal meselelerimizi duygusal reflekslerin girdabında boğmaya çalıştığımız için etraflıca değerlendirmekten yoksun kalıyoruz. Şu son dönemde FETÖ bağlamında yaptığımız “paralel devlet” tartışmasının hakkını veremediğimiz için önceli Ergenekon mevzusunu buharlaştırdığımız gibi bugün ortaya dökülen mafya-siyaset-ekonomi-medya düzenini de pek yadırgamıyoruz. Paralellik mevzusu tam da devlet içinde, açık edilen usul ve esasların dışında başka usul ve esasların yürürlükte olmasıdır ki bu tarz bir işleyiş neredeyse düzenin sui generis karakterini oluşturuyor. O yüzden Türkiye’de aktör yerine yapının/sistemin tartışılması ve dönüştürülmesi gerektiği şeklindeki tespitte ısrarcı olmak gerekiyor.

Sedat Peker’in dile getirdiği iddiaların içerikleri şüphesiz hayati önemde olup ciddiyetle üzerine gidilmesi gerekmektedir. Ancak bilinmelidir ki dile gelen tüm iddialar, içeriklerinden bağımsız olarak, varlıkları itibariyle kamusal işleyişimizin içler acısı halini gözler önüne sermektedir. Son bir kaç yıldır, iktidar bloğuyla yakınlığı ve uzaklığı bir tarafa, siyaset arenamızın başat aktörlerinin Alaattin Çakıcı, Sedat Peker olması başlı başına hal-i pür melalimizi açıklamaya yetiyor.

“Şecaat arz ederken Merd-i Kıptî sirkatin söyler” denir ya bizim vaziyetimiz de öyle. Deniz Baykal, 10 Mayıs 2010 tarihinde kaset operasyonuyla istifasını açıkladığı toplantıda "Pensilvanya'dan aldığım mesajın samimiyetine inanıyorum" demişti. O gün FETÖ’cüler gururları okşanarak Baykal’dan gelen mesajı kabul ettiklerinde aslında “kaset operasyonu” gibi karanlık/karmaşık ilişkilerin aktörü olmayı da kabul ettiklerini düşünmediler hiç. Öyle ya, bu işleri yapmasanız, yapabiliyor olmasanız Baykal’a “biz yapmadık” diye niye mesaj gönderirsiniz ki! Sedat Peker’in açıklamalarından sonra Mehmet Ağar da yapmış olduğu açıklamada benzer bir şekilde karşı çıkarken itiraf ediyor. Marinada kendileri olmasa olacaklara ilişkin yaptığı açıklamada hem kendisinin nerede ve nasıl olduğuna, hem devletin vaziyetinin ne olduğuna hem de bu tarz iş ve ilişkilerin ülkemizde hangi boyutta olduğuna ilişkin çarpıcı bir tespitte/itirafta bulunuyor. Kendileri olmasa oralara kimlerin çökeceğini söylüyor. Çok yakıcı bir itiraf/tespit bu şüphesiz.

Ancak kamuoyunun merak duygularının pik yaptığı şu hararetli günlerde sanırım çok daha çarpıcı bir itirafta/tespitte bulunmamız gerekiyor. Şu ana kadar dile gelen iddiaların önemli bir kısmının gündelik hayatımızın bir parçası olarak yaşanmadığını iddia etmek mümkün mü? “FETÖ borsası”na ilişkin iddialar yeni mi gündeme geldi? Yürürlükteki mevzuatın dışında iş ve işlemlerin tesis edildiğine ilişkin kimse bir şey duymadı mı bugüne kadar? Kayırmacılık, haksız kazanç, ihaleye fesat, şantaj vb. durumlardan gerçekten yeni mi haberdar oluyoruz? Yoksa hayretler geçirdiğimiz, daha önce hiç karşılaşmadığımızı göstermeye çalıştığımız bu yeni iddiaları dile getiren kişi ve dile gelen kişilerin daha popüler, dile getirilen iddiaların ise ölçeğinin daha büyük olması mı? Açık konuşmak gerekirse öyle! Yine de herkesin bildiğinin bilmezlikten geldiği bir suskunluk döneminin ardından, değişik gerekçelerle de olsa, yaşananlara projeksiyon tutulması, bunların konuşulması, tartışılması, ilgi ve merakla takip edilmesi bir hayatiyet belirtisi sayılabilir, bir iyileşme imkanı olarak değerlendirilebilir. Ancak iyileşmek için asla yeterli değil. Hele hele peş peşe videolar kamuoyuyla paylaşılırken dile gelen iddialarla ilgili henüz bir soruşturmanın bile açılmamış olması, dile gelen iddiaların bir davaya konu edilmemiş olması bile dikkate alındığında kat edilmesi gereken yolun ne kadar uzun ve meşakkatli olduğu görülmektedir. Evet, bir anlamda toplum tabiri caizse “omerta”yı (suskunluk yasası) ihlal etti, ancak Eski Türkiye’nin uygulamalarını eleştirmek nasıl Yeni Türkiye’yi otomatik oluşturmuyorsa sessizliği bozmak da kendi başına anlamlı bir konuşmayı garantilemiyor. 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 251 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.