Sahurdan Sehere-3

15 Mayıs 2020

 

 

15. Şuayb: Allah’ı tanı, insan hakkı yeme

Şuayb’in Medyenlilerden ve Eykelilerden istedikleri açık ve basitti:

-Allah’tan başka ilah kabul edilemez, sadece ona kulluk edin

-Allah bilincini (takva) daima koruyun

-Beni bilin, benim gittiğim yoldan gidin

-Alış-verişte ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insan hakkını yemeyin

-İnsanların mallarının değerini düşürmeyin

-Memleket sulh selamete ermişken fesat, fitne ve terör çıkarmayın

-Müminleri tehdit ederek Allah’ın yolundan çıkarmaya uğraşmayın

-Allah’ın dinini yanlış göstermeye çabalamayın

-Sizden önceki azgınların ve bozguncuların başına gelenlerden ibret alın

-Ahireti unutmayın

Lakin baştan aşağıya kokuşmuş bir hayatın içindeki şaşkın kafirler ‘Senin ibadetin bunları mı istemiyor?’ diye küçümsediler, ‘Biz istediğimiz gibi alır satarız.’

Şuayb’i ve ona inananları kendi inandıkları şekilde inanmazlarsa şehirden kovmakla, taşlayıp öldürmekle, tehdit ettiler. İnanmışlara da “Şuayb’ın peşinden giderseniz kaybedersiniz.” diye aba altından sopa gösterdiler.

İnananların cevabı netti: “Biz Allah’a güveniriz.”

Sonları mı? Korkunç azap ve helak…

İşte kaybedenler!

Eski çağlardan bugüne, münkirlerin Allah’ın dinine bakışları ve hadsizlikleri nasıl da birbirine benziyor!

Medyen hepten kötü değildi elbet. Musa’yı bağrına basmış korumuştu; o da sekiz yıl hizmet ettiği Şuayb’ın terbiyeli kızıyla evlenerek yola çıkmıştı. Bu yolculuğun tarihin en çetrefilli, en uzun yolculuklarından birisi olacağını herhalde o da bilmiyordu.

(İlgili ayetler: Araf 85-96; Şuârâ 26/176-191; Hûd 11/84-95; Hicr 15/78-79; Ankebût 36-37; Tâhâ 20/40)

 

16. Musa ve Firavun: Uyarı, öfke ve yok oluş

Danışmanlar ve kâhinlerle yaptığı toplantıdan çıkan sonuç: “Bu gece doğan bir Yahudi erkek çocuk seni tacından tahtından edecek.”

Firavun kesin kararını verdi.

Yeni doğan bütün Yahudi erkek çocukları öldürülecekti.

İşte ne olduysa bunun üzerine oldu.

Büyük zulüm o gün başladı.

Aynı zamanda Firavun’un zulmünün başı ve sonuydu.

Kendi ibretlik akibetinin de ilk adımı...

Yusuf’tan sonra ne kadar zaman geçti belli değil, belli olan bir şey var ki Mısır’da ondan kalan barış ve refah çoktan bitmişti İsrailoğulları için.

Tarihin gördüğü, göreceği müthiş olaylar zinciri başlamıştı.

***

Musa, düşmanın kucağında büyüdü.

Firavun düşmanını kendi ocağında büyüttü.

İkisi de olacaklardan habersizdi.

Ve Musa, Mısır’dan kaçtığında geri gelip gelmeyeceğini bile bilmiyordu.

***

Sekiz yıllık çobanlıktan sonra Musa, karısı ile Medyen’den Mısır’a doğru yol alırken olağanüstü bir şey oldu.

Bir ateş gördü, gördüğü ateş değil, her şeyi değiştirecek olanın başlangıcı: Vahiy, peygamberlik ve Allah’ın çok açık emri:

-Haddini aşan Firavun’a git ve uyar

-İsrailoğullarını bu zalimin elinden kurtar

Bir de ona göstereceği mucizeleri öğretti Allah.

Musa’nın isteği de çok netti, kısa: Rabbim! Gönlüme genişlik ver; işimi kolaylaştır; dilimdeki düğümü çöz ki beni iyi anlasınlar; bir de kardeşim Harun’u bana yardımcı/vezir ver.

İstekler yerine getirildi ve yola çıkıldı.

***

Musa ve Harun, firavunun karşısında kısa konuştular: Biz Allah’ın elçileriyiz, imana gel; zulüm altında inlettiğin İsrailoğullarını bırak buradan götürelim.

Firavun hiç bu kadar öfkelenmemişti.

Büyük tören alanına bütün halkını topladı ve haykırdı: Bunu iyi bilin! Sizin en büyük rabbiniz benim, sizin benden başka ilahınız olamaz.

İşte bunu demeyecekti, böylesine büyük laf etmeyecekti.

Firavun Allah’a ve insanlara meydan okumayı seçmişti. Hâmân’a bir kule yaptırıp ‘Musa’nın rabbini’ yükseklerde aramaya, onu yok etmeye kalkıştı.

Allah’a meydan okumanın, Allah ile mücadele etmenin başat sembolüydü artık.

Gücü paylaşmak istemiyordu, ne İsrailoğullarıyla ne Allah’la. ‘Hepsi benim her şey benim’ diyordu.

Musa’nın gösterdiği mucizelere sihir dedi, kendi sihirbazlarını topladı, lakin bir türlü başaramıyordu. Musa onları altetmekle kalmadı, sihirbazların hepsi iman etti.

***

Mücadele çetin geçti.

İsrailoğulları zulmü iliklerine kadar hissetti.

Sonunda Musa soyunu şehirden çıkardığında Firavun iyice çıldırmıştı. Hepsini yok etmeye ant içti, peşlerine düştü.

Plan içinde plan, ibret içinde ibret, zulüm karşısında Hak ve hakikat vardı.

Allah ile savaşmanın ne demek olduğunu o zaman öğrendi Firavun.

İnancın yenilemez en büyük güç olduğunu bir türlü idrak edemedi.

Denizin derin karanlıklarına gömüldüğünde Musa ve halkı öte sahilden onları seyrediyordu.

Son anda ‘Musa’nın rabbine inandım’ diye beyhude çırpındı.

Firavun azgındı ama azgın dalgalarla baş edemedi.

Sadece canı çıkmadı; iktidarı, öfkesi, kibri, ırkçılığı, ayrımcılığı ve büyük zulmü de boğuldu gitti.

Ajanslar son dakika haberi geçmedi bu olayı, ajanlar gizli kodlarla acil mesaj göndermedi başkentlere; fakat kainatın Rabbi Allah, onu herkesin duyacağı, bileceği bir ders olsun diye Kitabına yerleştirdi.

Firavun temsil ettiği tuğyan hali kendisinden sonra çok taklit edildi, fakat ya suda boğuldular, ya bir sinekle helak edildiler, ya salgın bir hastalıkla yok oldular, ya zindan deliklerinde delirdiler, yahut da kendi nefislerinin karanlık dehlizlerinde çıldırdılar.

Güç tehlikeliydi, onlar güç sarhoşluğuna tutuldular, önleyemedikleri ihtirasları, akıl, gönül/kalp, irade ve dahi bütün her şeylerini zehirledi.

Ey kurtuluş ne güzel şeysin!

***

(İlgili ayetler: Müzemmil 73/15-16; Kamer 54/41-43; Tâhâ 20/9-99; Arâf 7/103-171; Meryem 19/51-53; Furkân 25/35-36; Şuarâ 26/10-68; Neml 27/7-14; Kasas 28/3-43; Yunus 10/75-93; İsrâ 17/1-8; …)

 

17. Musa-Harun, çöl, taşkınlık, isyan, mucize

Musa!

Sen ki eşi benzeri bulunmaz zalim bir krala meydan okudun ya!

Allah’a güvenmiş erler senden güç aldı, zalimlerin karşısına dikildi.

Sen ki İsrailoğullarını selamete eriştirdin,

Musa!

Sen, ilim, hikmet ve sevketme kabiliyetiyle (hüküm) donanmış büyük bir lider olmadan bir halkın zulüm ve baskıdan, türlü meşakkatlerden kurtarılıp selamete ermesinin mümkün olmadığını gösterdin.

Fakat sen uzun yolculuğunda Firavun’un karşısında bu kadar yorulmamıştın kavminin seni yorduğu kadar, bitmez tükenmez istekleri ve isyanları seni adeta canından bezdirdi.

Fakat yine de yıllarca kendi halkının isyanlarıyla baş ettin Musa.

***

-‘Musa! Sen ve Rabbin git bize vadedilen şehirdekilerle savaş, kusura bakma biz onlarla savaşamayız’ dediler.

-Allah’ın şehre girerken söylemelerini istediği sözü değiştirdiler.

-Musa’dan puttan bir tanrı yapmasını istediler.

-Çöl ortasında susuz kalınca Musa asasını taşa vurdu, 12 boy için 12 pınar fışkırdı. Fışkırdı da ne oldu, bir zaman sonra yine isyan haline döndüler.

-“Musa! Bir çeşit yiyecekle idare edemeyiz, Rabbinden çeşit çeşit yiyecekler bitirmesini iste” dediler.

-Allah onlar için menn ve selva yiyecekleri yarattı.

-Yakıcı sıcaktan korumaları için üzerlerine bulutlar gönderildi,

-Allah’ı görmeden Musa’ya inanmayacaklarını yüzüne söylediler de yıldırıma çarpıldılar.

-Cumartesi yasağı kondu, bir hile bulup onu deldiler de maymuna çevrildiler.

-İşlenen bir cinayetin çözümü için Musa inek kesmelerini isteyince ‘nasıl bir inek’ sorularıyla ona akla karayı seçtirdiler. Kestiler de ne oldu, gene eski katı kalpli hallerine döndüler.

-Musa’nın Tur dağında iken Harun’u tehditle ve hileyle kandırdılar, Sâmirî’ye bir put yaptırdılar.

Musa dönüp durumu görünce öfkesini kontrol edemez hale gelmişti… Bu günahtan da affedildiler.

ve daha neler…

Aslında Allah’ın onlardan istediği sadece kendisine kul olmaları, ana-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilik yapmaları, insanlara güzel muamele etmeleri, namaz kılmaları, haksız yere kanlarını dökmemeleri, zekat vermeleri, zulüm ve taşkınlık yapmamalarıydı.

Elbette aralarındaki müminler her zaman Allah’ın takdirini kazanmışlardı.

Musa’dan sonra emellerine ulaştılar, ama taşkınlık ve hilekarlıkları bitmedi.

Firavunun ırkçılığına ve ayrımcılığına maruz kalmış İsrailoğulları en büyük ayrımcılığı benimsediler.

Son nebi gelinceye kadar neler yaşanmadı ki!

***

(İlgili ayetler: Müzemmil 73/15-16; Kamer 54/41-43; Tâhâ 20/9-99; Arâf 7/103-171; Meryem 19/51-53; Furkân 25/35-36; Şuarâ 26/10-68; Neml 27/7-14; Kasas 28/3-43; Yunus 10/75-93; İsrâ 17/1-8; Mâide 20-26; …)

 

18. Servetiyle şımaran adam: Kârun

“İnsanlar! Bilin ki siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir, övgüye layık olandır.” (Fâtır 35/15) hükmü, o zaman da geçerliydi.

Fakat Kârun bu hakikati anlayamadı, sayısız insanın anlamak istemediği gibi.

Allah kendisinden para pul istiyor zannetti…

Muhtaçlığın sadece fakirlerle ilgili bir şey olduğunu zannettiler akıl fakiri kimseler.

Kârun, İsrailoğulları’nın en zengini idi.

Hesaba sığmayan bir servet vermişti Allah.

Önceleri Musa’nın yanındaydı, mal hırsı ona makas değiştirtti, onun karşısında yer aldı. Hâmân, Belam, Sâmirî de benzer tutumlar sergilemişlerdi nitekim.

Aslında kimse bir şey istemedi Kârun’dan.

Müminler ona, Allah’a karşı gelme, ahireti unutma, servetinle şımarma; Allah’ın verdiği bu servetten ihtiyaç sahiplerine ihsan ve infak et; Musa’ya karşı batılın yanında yer alarak fesada yardım etme dedi. Musa da zekat vermesini istedi.
Onun cevabı, ‘Bu malı ben dişimle tırnağımla kazandım kimsenin hakkı yoktur’ oldu.
Sonra gösterişli bir giyimle zenginliğini sergilemek için halkın karşısına çıktı, ‘ben buyum’ dercesine.

Dünyaya meyletmişler müthiş imrendiler ona.

Müminlerse Allah’ın rızası daha önemlidir, bunlar kalıcı değildir ve hakikat olamaz, dedi.

Kârun şımarıklığın, kibrin zirvelerinden biriydi; malın her şey olduğunu zannedenlerden…

Bu azgınlığının bedelini malıyla birlikte yerin dibine geçmekle ödedi.

Dikkat ediniz! Allah zenginliğe, mal ve servete laf atmadı; bilakis servete güvenmeye, onunla şımaranlara, malın her şey olduğunu zannedenlere, yani insanın nankörlüğüne, ahlaksızlığına kızdı.

(İlgili ayetler: Kasas 28/76-82; Ankebût 29/39; Mü’min 40/24; Fâtır 35/15; İhlâs 112/2)

 

19. Gücünü bilgi ve hikmetle yoğuran hükümdar-peygamber

Yüce Allah, özel meziyetler ve yetenekler bahşetmek suretiyle, peygamberlerin bazılarını diğerlerinden üstün/farklı yarattı: “… Doğrusu biz peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud’a da Zebûr’u verdik.” (İsrâ 17/55)

İşte Davud’u her bir insandan güçlü yapan nitelikler:

-peygamberlik ve Zebûr

-halifelik, adil saltanat ve hikmet

-dağlar, taşlar ve kuşların onunla birlikte Allah’ı anması

-dağlar ve kuşların onun emrine itaat etmesi

-demiri işleme, özellikle zırh yapma bilgisi, yeteneği, sanatı ve tekniği

-doğru karar verme, verdiği kararı tereddütsüz uygulama

-hak ile batılı ayırt edici, açık ve güzel söz söyleme kabiliyeti (faslü’l-hitâb)

-anlaşmazlıkları rızaya dayalı çözmesi

-savaş sanatı

-hatasını anladığında tövbe etmesi

-tok sesiyle Zebûr okuması, nasihat etmesi

-Süleyman gibi bir oğul

Bütün bu üstün ve özel nimetlere karşılık onun en büyük meziyeti, Allah’a güzelce hamd ve teşekkür etmekti.

Nimetin sahibini hiçbir zaman unutmamak, onu şükrân-ı nimetle anmaktı.

Ey Davud!

Bülbül sesli Kur’an kârileri, musiki erbabı, musiki severler hep seni taklit etti!

Bütün insanlık öğrendi:

1. Eğer o ve onun gibi önderler olmasaydı, yeryüzü fitne fücurdan yaşanmaz hal alırdı (Bakara 2/251).

2. Kadir kıymet bilmek, kibir ve gururu yere çalıp mütevazı olmak ne büyük erdemmiş!

(İlgili ayetler: Sâd 38/17-30; Neml 27/15-17; Enbiyâ 21/78-81; Sebe 34/10-11; Bakara 2/251)

 

20. Alemde böyle bir Süleyman bir daha gelmez

İsrailoğulları’nın önünde el pençe durduğu hidayet rehberi.

Peygamberler silsilesinde Davud’la görülen hükümdar peygamberlik oğlu Süleyman’la zirveye çıktı.

‘Benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık ver bana’ (Sâd 38/35) dedi, verildi.

Alemde ilk ve son defa böylesine donanımlı bir peygamberlik ve hükümranlık nasib olmuştu bir kula.

-Davud’un varisi

-ilim, anlayış ve kavrayış (hikmet)

-rüzgar emrinde

-bakır onun için kullanıma hazır

-insanlar, cinler ve kuşlardan ordu

-cinler, şeytanlar, daha nice ustalar emrinde: Binalar, köşkler, billur salon, heykeller, büyük çanaklar, kocaman kazanlar yaptılar

-ekinler ve davarlar hakkında hüküm verme yeteneği babası gibi

Bu muazzam gücü hak, adalet, sulh ve selamet için kullandı

Danışmanlarıyla istişareye önem verirdi.

Uluslararası ilişkiler dilini Rahmani dile çevirdi de güneşe tapan Sebe melikesi ve kabinesi onun önünde divan durdu.

Diplomatik mektup yazdı, devlet reisinden devlet reisine, besmele ile başladı: bismillâhirrahmânirrahîm

Devrin ordu gücü olan atları vardı, sevdi, gurur duydu.

İmtihanlardan geçti, hükümranlığında sorunlar yaşadı, lakin hemen kendini toparladı; yüce gönlü kudretli iktidarına hakimdi, hemen istiğfar etti.

Çınarlar ayakta ölürdü ya! O koca çınar öyle öldü, inşaatının denetiminde ve ayakta.

Ah kurtçuk yemeseydin o asayı, acaba Süleyman’ın öldüğü ne zaman ve nasıl anlaşılacaktı?

Süleyman’ın ardından, ona verilen mucizevi nitelikleri kavrayamayan İsrailoğullarından bazıları, şeytanlara uydular, onun iktidarı hakkında ağza alınmayacak laflar ettiler, iftiralar attılar, sihir yaptı sandılar.

O güzel bir kuldu, her daim Rabbini bilen ve ona yönelen (evvâb).

Allah’ın beklentisi: Şükrederek çalışın

Süleyman zaten öyle yapıyordu: “Rabbim! Bana, anama ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi ameller işlemeye beni muvaffak kıl! Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına kat!” (Neml 27/19)

Bu duayı biz niye yapmayalım, niye amin demeyelim ki?

Ve aşık Sümmani buyurdu:

Söz söyle gönlünün iktidarınca

El elden üstündür arşa varınca

Süleyman'a söz öğretti karınca

Nasihat dinlemek noksanlık mıdır?

(İlgili ayetler: Enbiyâ 21/78-79; Neml 27/15-19; Sâd 38/31-40; Sebe 34/12-14; Bakara 2/102)

 

21. Yunus: Peygamber ve beşer

Rahmet elçisi Hz. Muhammed’in Mekke’de oldukça sıkıntıya girdiği bir gün Yüce Allah böyle buyurdu: “Sen rabbinin hükmüne sabret; balığın yoldaşı (Yunus) gibi olma.” (Kalem 68/48)

Ne oldu da Yunus sabredemedi?

Balık neyin nesiydi?

Yunus İsrailoğulları içinde kendi halinde birisiydi. Asurlular’ın yaşadığı yüz binden fazla nüfuslu komşu Ninova şehrine peygamber gönderildi, bütün çabasına rağmen inanmadılar.

Öfkelendi Yunus, insanoğlunun aceleci tabiatı tecelli etti, şehri terk etti.

Nitekim o aynı zamanda bir beşerdi.

Yolu bir denize uğradı, gemide yük fazla gelince kura ona çıktı ve denize atıldı.

Allah’ın vereceği ders başlamıştı, mucize de.

Yunus’u sular değil balina yuttu.

O zaman anladı hatasını, yöneldi Allah’a karanlıklar içinde ve yakardı: “Senden başka ilah yoktur. Sen her şeyden yücesin, ben ise zalimlerden oldum.” (Enbiyâ 21/87)

Yanlışlığını görmüş, hatasını itiraf etmiş, insanlık adına iftihar edilecek erdemli bir davranışa imza atmıştı.

Şayet O’nu tesbih edip yüceltmeseydi, kıyamete kadar orada kalacaktı.

Lakin merhametliler merhametlisi ona şefkatle muamele etti.

Yunus bitkin bir halde, çıplak bir sahilde tek başına, Rabbi ona gölgelik için bir bitki yarattı.

Takdir buydu, kaçmak yok görev icra edilecekti.

Allah, Yunus’u kaçtığı şehre tekrar elçi gönderdi.

Azim ve sebat geri döndü; elçi onları tekrar tekrar davet etti, dinin emirlerini tebliğ etti.

İnancın, azmin ‘mucizesi’ gerçekleşti bu defa ve şehir halkı iman etti.

Böyledir yenilenme ve yeniden başlama, başarıya giden yoldur o.

Her bir insan öyle değil mi?

Nefsine yenik düşer; öfkesinin, hırsının, nefretinin altında ezilir de marifet zanneder.

Halbuki karanlıklar içindedir, denizde, balık karnında, nefsinin karanlığında, cinlerden ve insanlardan şeytanların sürüklediği isyan karanlıklarında…

Peki kurtuluş nerede? Yunus’taki sırda.

Kabulleniş ve itiraf, ne büyük erdemsin!

(İlgili ayetler: Yunus 10/98-99; Sâffât 37/139-148; Enbiyâ 21/86-88; Kalem 68/48-50; Âl-i İmrân 3/163; Enâm 6/86)

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 137 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.