“Sartre Fransa’dır“ Sözü ve Ötesi

15 Ocak 2025
Image

Sartre’ı düşününce, onun adına ilk aklımıza gelen sıfat, onun devrimci bir filozof olduğuna olan inancımızdır. Sartre 2.Dünya savaşının yıkımından doğan bir filozoftur. Onun Sartre olma ve varoluşçuluk dönemi  Alman işgalinin küresel bir boyuta ulaştığı ve Almanların Fransa işgali yıllarına denk gelir. Hitler’in motosikletli birlikleriyle Eiffel Kulesi önünde Fransa’yı aşağılamak için pozlar verdiği zamanlarda Sartre düşmanlık iklimine kapılmayan, Alman Felsefesini önemseyen bir  yapıya sahipti. Bu noktadan hareketle  çarpıcı bir örneği konuşmamız gerekir. Fransa 2.Dünya savaşında Alman işgaline maruz kalmış olsa bile Sartre;  Hegel ve Heidegger’in takipçisiydi. Bu ilginç durum, Tolstoy’un “Savaş ve Barış’ına “ çok benzer. Roman da savaşan ordulara rağmen doğan bir aşk hikayesi romanın asıl hikayesidir. Bahsettiğimiz örneğin benzerini Ruslar özelinde düşünebiliriz. Ruslar,  Fransızlar ile Napolyon Savaşları yapmalarına rağmen Rus Entelektüelleri Fransız düşüncesinden hiç kopmamıştır.  Rus elitleri Rusya’nın modernleşmesinin batının takibi ile olacağını çok önceden tarihi tecrübeleri ile kendilerince kestirmişlerdi.

Fransa’nın Rusya için önemini Bruce K.Ward’ın “Dostoyevski’nin Batı Eleştirisi “ kitabında bizzat Dostoyevski’nin Fransa yorumlarından anlayabiliriz : 

“Dostoyevski’nin Batı’yla ilgili ilgili değerlendirmelerine Fransa ile başlaması doğaldır. 17.yy dan itibaren Rus Batıcılığı, Fransa’yı uygarlaşmanın en yüksek modeli olarak görmeye başlamıştı. Avrupalılaşmaya çalışan Rusların hepsi her şey bir yana öncelikle Fransızlaşmaya çalışmaktaydı. Fransız uygarlığına yönelik tapınma düzeyindeki nu hayranlık 19.yüzyılda da devam etti, hatta Napolyon savaşları bile onu hafifletmeye yetmedi. Dostoyevski, Rusların Fransa’nın cazibesine kapılmasını güzelliğe düşkün olmasına bağlar. “ (1)

Fransızların bu çekiciliğinin nedenleri kendi tarihlerinde beş kez cumhuriyet kurmaları en az yirmi iç savaştan sonra toplumsal hesaplaşmalarını tamamlayıp, sağlam bir medeniyet inşa etmeleri gibi, dünya ölçeğinde de büyük değişimlere önderlik yapmaları olabilir. Rus halkındaki Fransa hayranlığı öyle bir noktaya taşınır ki; Fransız yazar Balzac;  1843 yılında Rusya’ya  geldiğinde Petesburg’da dillere destan bir görkem ile karşılanmıştır. Bu büyük buluşma  Petesburg sokaklarının tanıklığı ile gerçektir. 

“Dostoyevski’ye göre, bu güzelliğe ve düzene düşkünlük özelliği nedeniyle Ruslar, Fransa’yı Batı’daki diğer ülkelerin hepsinden daha çok “ ikinci anavatan “ olarak görmüşlerdir.“ (2)

Ve tabii olarak Ruslar’ a göre Fransa: 

Fransa’nın batıdaki liderlik iddiasında ısrar etmesi hiç de temelsiz değildir. Çünkü Fransa’nın üstünlüğünün temeli, askeri zaferleri değil manevi yapısı olmuştur. Fransa eşi benzeri olmayan, deha sahibi bir ulustur ve insanlık üzerinde sahip olduğu etki Atinalıların antik uygarlık üzerindeki etkisiyle karşılaştırılabilir. Fransa “ her zaman ilk adımların, ilk örneklerin ve ülkülerin çıktığı ülkedir. (3)

Bu etkileşim karşılıklı olarak devam eder.

Fransa’nın Dünya’ya etkisini konuşurken Fransız aydınlarına Dostoyevski etkisini de görmemiz gerekir. Varoluşçu filozofların arzı endam etmelerinde Dostoyevski fısıltısını, bu fısıltının insan ruhundaki  seyir gücünü keşfetmek  ve duymak gerekir. Albert Camus’un “ Yabancı “ romanının başlangıcı ile Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” kitabı birbirine çok benzer şekilde başlangıçlara sahiptir. İki romanın ilk cümleleri çok çarpıcıdır. 

Yabancı Romanı “ Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum” (4) şeklinde çok absürt bir cümle ile başlar. Zaten Camus’un tüm derdi insanın kendini dahi bilemeyeceğinin anlatmaktır;  daha özelde kendine ait  absürtizm felsefesini okurlarına anlatabilmektir.” Annesinin ölümünün “ nasıl bir şey  olduğunu anlayamayacak kadar absürt bir dünyanın  anlatım biçimi ise son derece başarılıdır. Dostoyevski’nin “ Yeraltından Notlar” kitabı ise “ Ben hasta bir adamım… Kötü bir adamım. Suratsız bir adamım ben “  (5) diye başlar. Albert Camus’un yazı tarzının ritminin belki ilham kaynağı bu cümleler olabilir. Dostoyevski’nin “Yeraltı Adamı”  Franz Kafka’nın böceğe dönüşen kahramanına, Albert Camus’un “Yabancı “ romanının kahramanına ve Sartre’ ın “Bulantı “Romanının kahramanına büyük bir ilham kaynağı olur. Bulantı romanının kahramanının kendi alt benliğine yazdığı mektuplara varıncaya kadar  Dostoyevski’nin “Yeraltı İnsanının “gölgesi düşer. 

Sartre’ın içsel varoluşunda Dostoyevski ve Fransa iç içedir. Bu iddialı cümleleri elbette biz Sartre’ den dinleyemedik. Ama Bulantı kitabı bize bu konuda pek çok şeyler söyler. Onu okurken aklımıza nedense Dostoyevski ve Yeraltı İnsanı gelir. 

Image

Varoluşçuluğun doğal oluşumunda Fransa mükemmel bir ev sahipliği yapar. Zemin ve şartlar hazırdır. “Sartre Fransa’dır” demiştir Charles De Gaulle, 1890 yılında doğan Charles De Gaulle  bu sözü ettiğinde Sartre’ dan yaşça büyüktü  ve ülkesini 2. Dünya savaşından çıkaran bir kahramandı. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanıydı. Sartre 1954 yılından beri sokaklarda Fransa’nın Cezayir işgalini protesto ediyordu. Fransız faşistlerince hayli sicili kabarık bir aydın durumundaydı. Bütün fırsatları değerlendiriyor bir çöp varili bile onun için halka hitap edebilecek meydan ya da sahneye dönüşüyordu. Bu devrimci eylemlerini yıllarca devam ettirdi. Hiçbir ödülü almadığı gibi Nobel ödülünü almanın kapitalizme hizmet olacağını düşünüp ret etmişti. Sonunda tutuklandı fakat ülkesinin Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle o tarihe geçecek cümleyi söyledi “ Sartre Fransa’dır. Kimse Sartre’ a hain, dönek ya da satılmış demedi. O ülkesinin Sartre’ıydı.

Kim bilir bu söze Sartre de sevinmiş olabilir. Ya da sevgilisi, yoldaşı, eşi ve mezar arkadaşı Simone De Beauvoır’da “ Sartre Fransa’dır “ sözünden  gurur duymuştur. Sartre bu protestolar sonrasında devleti tarafından bir miktar gözetime tabi tutulsa bile onu yok edecek bir çılgınlığa devleti hükmetmemiştir. Bu durumda Sartre’ı  Fransa’da olmak ile şanslı bile sayabiliriz. Rusya’ da nice entelektüel Dostoyevski başta olmak üzere zindanları boyladığı gibi nice insanlar hapishanelerde ya da tımarhanelerde can vermiştir. Fransa tarihinde Cezayir gibi bazı acı yaralar, utançlar olsa bile Fransa kendi evlatlarının haklarını teslim etmiştir. Montaigne, Voltair, Victor Hugo, J.J. Rousseauların yaşamları acılarla doludur. Ama hepsi Fransız düşüncesine göre: hepsi de Fransa’dır. 

Sağlıcakla kalınız…


Kaynakça 

  1. Bruce K. Ward “Dostoyevski’nin Batı Eleştirisi “ İthaki Yayınları sayfa 116
  2. Age “ İthaki Yayınları sayfa 118
  3. Age  “Dostoyevski’nin Batı Eleştirisi “ İthaki Yayınları sayfa 118
  4. Albert Camus “ Yabancı “ Can Yayınları sayfa 11
  5. Dostoyevski “ Yeraltından Notlar “ İş Bankası Kültür Yayınları sayfa 3

 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
21 kez görüntülendi. 21 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.