İnsanı değerli kılan, onu diğer varlıklardan ayrıştıran ve onun elindeki en güçlü şey dildir. Kişisel ihtiyaçların giderilmesinden bir medeniyetin inşasına kadar tüm süreçleri dil belirler.
Dilden beklediğimiz şey genellikle sözümüzün muhatabımızı etkilemesi, onu harekete geçirmesi ya da ikna etmesidir. Sözümüzün muhatapta oluşturacağı etki eğer ikna ise çeşitli yollara başvururuz. En çok başvurulan yol da muhatabımız ile ortak olarak kabul ettiğimizi varsaydığımız, tartışmasız kabul edilmiş bir bilgiye, alana atıf yapmaktır. Söze başlarken ya da sözün içinde “Evrensel değerler açısından, bilimsel olarak, Allah kitapta ne diyor?” gibi ifadeler kullandığımızda, muhatabımız “Evrensel değerler beni ilgilendirmez, bilim benim için muteber değildir, Allah kitapta ne derse desin.” demeyeceği ya da diyemeyeceği için bir kabul rızası oluşur. Kimse de:
“Hangi evrensel değerler, bu değerlerin evrensel olarak kabulü nasıl mümkün olmuştur, neden evrensel sıfatı kullanılıyor?
Hangi bilim adamı, nasıl bir bilimsel çalışma sonucu hangi verilere ulaşmış?
Kuran’da hangi ayet, ne üzerine inzal olmuş, pratikte peygamber bu ayeti nasıl uygulamış?” diye sormaz.
Söze muhatap olan bu ve benzeri soruları sormazken sözü söyleyen de muhtemelen bu ayrıntılara vakıf değildir. O, cümle içerinde sözünü sadece bu üst alanlara refere ederek bir ön kabul, bir kabul rızası temin etmek istemektedir.
Bu yazıda özellikle “evrensel değerler” kavramlaştırması üzerine düşünmek istiyorum.
Evrensel değer nedir, sorusuna geçmeden önce kavramlaştırmaya bir bakalım.
Evren: Gök varlıklarının bütünü, kâinat, cihan, âlem, kozmos (TDK)
Evren kelimesinden -sel yapım ekiyle türetilmiş bir kelime. Aslında işaret ettiğinden fazlasını içine alacak bir anlam genişliğine sahip bir kavram üretilmiş. Evrensel değer denildiğinde dünyayı da aşan, insanlığı da aşan, hakikatinden asla şüphe edilemeyecek, inanışlar, ideolojiler ve kültürler üstü bir anlam dünyası söz konusudur. Evren gibi sonsuz-sınırsız bir kavrama atıfla dünyayı da insanlığı da aşan, hakikati asla bir tartışmanın konusu edilemeyecek birtakım değerlerin olduğu kabulü böylelikle inşa edilir. Ve biz bir cümlenin içinde “evrensel değerler”e atıf yaptığımızda muhatabımızın da bu tartışmasız hakikati kabul ettiğini varsayarız. Muhatabımız da “evrensel değerlere saygılı bir kişi olarak” bu konuda bir itiraz geliştirmez.
Bu ifade muhatabın muhtemel itirazını etkisizleştirmek için söylenmiş bir söz olabileceği gibi, bir alışkanlık olarak da kullanılabilir. Peki kavramlaştırma sürecinde kavramsal bir puta dönüşen, muhtemel itirazlara karşı bir koruma kalkanı oluşturan bu evrensel değerler başlığı altında nelere rastlarız? Neyin evrensel değer olduğunu, neyin evrensel değer olmadığını nasıl anlarız? Evrensel değerler kaç tanedir? Değerlerin evrensel olup olmadığına kim karar verir, karar mercii neresidir? Bu sorulara net cevaplar vermek mümkün değildir. Bu sahada yapılmış bilim dünyasının geniş katılımı ile gerçekleşmiş bir bilimsel çalışma, konsensüs ya da taraflarca imza altına alınmış uluslararası bir anlaşması söz konusu değildir. Ancak internette kısa bir aramayla “gerçeğe saygı, kişisel bütünlük, hakkaniyet, insan onuruna saygı, hizmet ve sevgi” şeklinde sıralanmış altı maddeye ulaşırsınız. Ancak tartışmalarda kullanılan “evrensel değerler” atfında konu sınırsız bir anlam-kavram dünyasına bağlanır.
Şimdi bu evrensel değerler başlığı altında geçen kavramlar üzerine düşünelim. Ve bu noktalarda tartışmaya açık noktalar var mı, görelim:
Gerçeğe Saygı
Gerçeğe saygı başlığında hakikat ve gerçek ilişkisinden post truth ile inşa edilmiş gerçek algısına, bilim insanlarının sermaye ile ilişkisinden bilimin insanlığın çıkarına mı sermaye sahiplerinin çıkarına mı hizmet ettiğinin açığa çıkarılmasına kadar geniş bir tartışma alanı vardır. Bu noktalar tartışmasız biçimde bir sonuca bağlanmadan “gerçeğe saygı” muğlak bir anlam alanıdır. Bu muğlak alan sınırlandırılmadan neyin gerçeğine saygı göstermek tüm insanların vazifesi olarak kabul edilebilir?
Gerçeğe saygı konusundan kast edilen bilim ise özellikle bilim-bilim insanları ve sermaye ilişkisinin saygı duyulması gereken ideal noktada olduğu iddia edilmelidir ki bugün en çok tartışmaya açık konu bence budur. Bilimin bilgi ürettiği, bu bilgi vasıtasıyla teknoloji, ürün ya da hizmet ürettiği, üretilen nesnenin yeni ihtiyaçlar tesis ettiği ve ihtiyaçların temini süreci apaçık şekilde bilimin son kertede güç ve sermaye ile iç içe geçtiğini gösterir. Hülasa bilimin güç ve sermaye ile ilişkisi nihai noktada tartışmadan varestedir. Bu bağlamda saygı duyulacak şey bu süreçte “gerçekleşmiş” gerçektir. Bu süreçte insan, insanlık, tabiat ve tabiattaki diğer varlıklar açısından çokça tartışmalı noktalar vardır. Bu kadar geniş bir tartışma alanına “tartışmasız kabul” kalkanı temin etmek öncelikle makul değil muhtemel ki içinde kavramsal bir tuzak söz konusudur. Bilim ve sermaye ilişkisi iyi analiz edilmeden böyle genel geçer bir kabul oluşturmak sağlıksızdır.
Hakkaniyet
Hakkaniyet meselesi de üzerinde en çok tartışılacak konulardan birisidir. Varsa hakkaniyeti tesis edecek adil bir devlet organizasyonu, yoksa tüm dünyada adaleti tesis edecek devletler üstü bir adalet mekanizması olması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi mahkemelerin de siyasi-ideolojik aidiyetlerden bağımsız karar verdiklerine inanmak gerekir ki bu da tartışmaya açık bir konudur. Üstelik doğru yanlış kavramları kültürlerin bin yıllar içinde olgunlaştırdığı kavramlarken tüm kültürlerin üstünde ittifak ettiği kaç doğru ve yanlış kavramı söz konusu olabilir?
İnsan Onuruna Saygı
İnsan onuruna saygı başlığı da gayetle tartışmaya açıktır. Burada “iyi-kötü-doğru-yanlış” tasnifi yapmadan koşulsuz saygı anlamı vardır. Bir katil için, bebeğe tecavüz edip onu öldürmüş bir insan için “insan onuruna saygıdan söz edilemez” O halde “iyi” insanların onurundan söz edilebilir ki burada “iyi” kavramı da kültürle mukayyet bir kavramdır. Peki tabii farklı kültürlerde “iyi” kabul edilecek ortak değerler olabilir ancak bunun evrensel bir mahiyet taşıyıp taşımayacağını bilemeyiz. İyi, kötü, doğru, yanlış gibi kavramlar muhakkak içinde doğdukları kültürlerin gerçekliğinde anlam kazanır ve oluşur. Bu da kültürden kültüre çeşitli farklılıkların olacağı ve tek başlıkta bu konuların ele alınamayacağı anlamına gelir. Burada bir mutlaklaştırma, tartışılamazlık söz konusu ise evrensel değerler ifadesi altında ele alınacak kavramlarla yeni bir dinin ihdas edildiğini söyleyebiliriz. İşte bu noktada evrensel değerler de kavramsal bir puttur.
Hizmet ve Sevgi
Yine hizmet ve sevgi başlıkları da “iyilik ve doğruluk” kavramlarıyla mukayyet olduğu için kültürden kültüre farklılık gösterir ve tartışmaya açık alanlardır.
Tabii bir tartışmada “evrensel değerlerden” söz eden biri spesifik olarak bunlardan birinden söz etmez. Bir anlamsal kabul şemsiyesi oluşturup ifadesinin tamamının muhatabı tarafından kabul edilmesini sağlamak amacındadır. Hangi evrensel değer ve niçin, diye sorduğunuzda muhtemel ki bir cevap alınamaz.
Demokrasiden sanata bilimden dine kadar muhatapları üzerinde baskı oluşturmak için kullanılan kavramların detaylarına girdiğinizde kavramla tanımının aslında hakikatle tam bir bağ kuramadığı, iddia ettiği idealin-hedefin aslında gerçekleşemeyeceği görülür.
Demokrasi denilen şeyin “düşünerek, hür iradesiyle tercih eden; tercih kabiliyetleri, algılama becerileri, vazife, hak ve sorumlulukları bakımından ortalama özelliklere sahip bireylerin yarısından bir fazlasının kararı ile iktidarın belirlenmesi” algısı pek tabii ki bir ütopyadır. Tarihte tanımına uygun bir demokrasi hiç gerçekleşmiş midir, bundan sonra da gerçekleşmesi mümkün müdür, bilinmez. Bu kadar tartışmalı, iddiasının mümkünlüğü çok fazla değişkenin adalet terazisinden sapmamasına bağlı bir şeyin iyi bir şey olduğunu herkesin kabul ettiğini varsayarak tartışmak ayrıca tartışmalı bir durumdur.
Bilimin insanlık için mutlak tek çıkış olduğunu kabul de buna benzer. İnsanın, varlığın varoluş yasalarının bir kısmını keşfedip varlığı değiştirip dönüştürmesi ya da yeni eşyalar üretmesi son kertede adil müreffeh bir dünya mı kurar yoksa çatışma ve sömürüyü mü besler, tabiatı ve varlık dünyasını mı tüketir? Özellikle bilimin bilgi ve teknoloji üretmesi bir güçtür, bu gücün sermaye ile ilişkisi kaçınılmazdır. Sermaye gücünün insanlık için ortaya koyduğu-koyacağı tavır da tartışılmalıdır. Bu noktalar tartışılıp geniş bir konsensüse varılmadan yapılacak mutlaklaştırma hakikatle çatışır.
Yine sanat ve din kavramları da aynı zaviyeden tartışılacak kavramlardır. Güç, sermaye bağlamında üretilen sanatsal, dini söylem ve kavramlar da tartışmalıdır. Sanki insanlığın üzerinde tartışıp, doğruluğunda ittifak ettiği on kavram varmış ve bu kavramlar kültürler üstüymüş gibi sınırları belli olmayan muğlak bir evrensel değerler şemsiyesi oluşturmak sorunlu bir durumdur. Ve içinde evrensel değerler geçen ifadelerin ön koşulsuz kabul edilmesi gerektiği düşüncesi “bence” yanlıştır. Söz söyleyen kişi genelgeçer bilgi ve basit mantık kurallarını zorladığında eğer “evrensel değerler” diyorsa ona “Hangi evrensel değer, kime göre evrensel değer?” diye sorulmalıdır.
Sömürgecilik tarihini okullardaki ders kitaplarına “coğrafi keşifler” diye kavramlaştırarak sokan Batı emperyalizmi, tüm dünyada tedavüle sokulacak “evrensel değerler” diye bir kavrama karşı kayıtsız kalmış mıdır? Bu noktada Batı emperyalizminin çıkarına bir kavramlaştırma olup olmadığından şüphelenmek hakkımız, hatta görevimizdir.
İnsanlığın ve insanların saygı duyacağı değerler iyi ve doğru kavramlarından bağımsız düşünülemez. İyi, kötü, doğru, yanlış kavramları her ne kadar bazı farklı kültürlerde ortaklık-benzerlik gösterse de içinde doğduğu kültürle mukayyet kavramlardır. Kavramlar içinde doğduğu kültürlerden izler taşır. Dolayısıyla her kültür pek tabii kendi iyi ve doğru sıfatları ile ifade edebileceği kavramları “değerler” olarak kabul etme hakkına sahiptir.
İnanç ya da ideolojisinin tüm dünyaya hâkim olması gerektiğini düşünen bir kişi ile evrensel değerler gibi muğlak bir kavramın tüm insanlık tarafından benimsenmesi gerektiğini iddia eden kişi arasında mantık bakımından pek bir fark yoktur. Her ikisinde de “kesin inançlılık” söz konusudur ki kesin inançlılık ancak inananları için bir anlam ifade eder.
Toplumların, kültürlerin çoğunluğunun bu değerleri benimsediği, bizim de bunları kabul etmemiz gerektiği söylenebilir. Bu durum da tartışmaya açıktır. Kalabalığın, çoğunluğun kabulü doğruluk ya da hakikat noktasında karar verme mercii sayılabilir mi? O zaman çoğunluğun tüm kabullerinin de doğru ve meşru sayılması gerekir ki bu da tartışmaya açıktır. Hatta hakikat bakımından kusurludur.
Bunca tartışılması gereken nokta varken “evrensel değerler açısından” diyerek söze başlayıp uzun uzun hüküm veren, kanaat belirten kişilerin yaklaşımları da kendi içinde tartışmaya açıktır.
Birçok kültür, toplum ya da milletin bazı noktalarda iyi, kötü, doğru, yanlış, güzel gibi kavramlarda ortaklaşması-benzeşmesi pek tabii mümkündür ve de hatta öyledir. Ancak bunları “evrensel” gibi sınırsız bir anlam genişliğine, kuşatıcılığına sahip; hedef aldığı her şeyi olumsuzlayan, şemsiyesi altına aldığı her şeyi de masum, masun ve kutsal kılan kavramla değil de “beynelmilel, cihanşümul, genelgeçer” gibi hiç olmazsa dünya ile sınırladığımız, milletler ile sınırladığımız ya da daha uygun bir kavramla ifade etmek gerekir. Kavramın Türkçeleşmesinin modernleşme dönemimize denk gelmesi, Batı’dan gelen tüm yenilik ve kavramların iyi-doğru-güzel olduğunun peşinen kabulü ikliminde oluşmuş olması “evrensel değerler” ifadesinin kavramsal emperyalizm açısından da ele alınması mümkün kılar. Yani “evrensel değerler” ifadesi kavramsal emperyalizme alan açan kavramsal bir puttur.
Dil her şeydir ve dil herhangi bir şey değildir. En ufak özensizlik hakikatler dünyasıyla bir bağın kopması anlamına gelir. Bu özensizlikler bir de yoğun, yaygın ve kasıtlı biçimde cereyan ediyorsa o dile maruz kalan kalabalıkların hakikatle bağının kopması söz konusudur ki işte bu büyük bir sorundur.
Örgütlü dil kullanabilecek; edebiyat, sinema ve müzik sahasında kanonik bir sanat dünyası inşa edecek güce-imkana-araçlara sahip ideoloji, inanç ya da sermaye grubu neyi evrensel değer diye kabul ediyorsa bu evrensel değerdir. Bu güç ya da odak aynı zamanda emperyal imkân ve araçlara sahipse pek tabii insanlığın karşısına çıkacak ve evrensel değerler diye lanse edilecek kavramlar da tartışmaya açık olacaktır.
Bunca tartışılması gereken nokta varken bir dini kavram gibi kutsallaştırılan “evrensel değerler” kavramı tam bir kavramsal puttur.
Çok doğru tespitlerde…
Çok doğru tespitlerde bulunmuşsunuz hocam. Put benzetmesi düşündürücü... Tebrik ederim.
Tebrikler kardeşim Güzel bir…
Tebrikler kardeşim
Güzel bir yazı
Yeni yorum ekle