Toplumsal Hafızadan Devlet Aklına, Millet Devlet İlişkisi

04 Kasım 2021

 

Kadim devlet gelenekleri bize devletin kuruluş ve yaşam felsefesinde iki ana akımı ön plana çıkartır. Birincisi, toplumsal hafızaya diğeri ise devlet aklına dayanır. Toplumsal hafıza, toplumların binlerce yıllık yaşanmışlıklarından kaynaklanan geleneklerini töreye dönüştürmek suretiyle devletin kurucu değerlerini ortaya çıkartır. Diğerinde ise, yüzlerce yıllık toplumsal geleneklerin etkisi görülse bile, asıl olan halk ile egemen gücün devlet olma yolundaki uzlaşma süreçlerinin yazılı kurallara dönüştürülmesidir. Yani devlet milletiyle sürekli bir toplum sözleşmesi içindedir. Birincisinde töreye,  ikincisinde ise yazılı kurallara itaat vardır. Aradaki fark güven ile mi ilgilidir? Tartışılabilir.

Toplumsal hafızaya dayanarak kurulan devletlerde töre devletin omurgasını oluşturur. Devlet bir kişi veya ailenin mülkü olması nedeniyle bir kutsallığa sahip değildir. Devletin sahibi kendine bir kutsal dayanak bulsa da bu sadece kişisel bir kutsallık olarak kalır ve devlete yansımaz. Bu nedenle de devletin bekası endişesiyle hareket edilmez. Devletler kurulur ve yıkılır. Sonra da yenileri kurulur. Bu süreç, halk için kabullenilir bir yaşam şekline dönüşmüştür. Halk bir şekilde ardıl bir devletin tebaası olabileceği düşüncesiyle hareket eder.

Devlet aklına sahip ülkelerde hukukun üstünlüğü devletin yazılı bir kültür oluşturmasına vesile olmuştur. Ancak bu, geleneklerin varlığına da hiçbir zaman mani olmamıştır. Burada millet ile devlet arasındaki ilişki baştan itibaren tarafların uzlaşması ile kurulur. Bu çoğu zaman akla ziyan savaşlar, ölümler, nefretler, gözyaşları ve kin dolu bir yaşanmışlığın hikâyesidir. Bu süreçte dinin devlet ve millet üzerindeki etkisi yadsınamaz ise de rönesansla birlikte seküler bir yapı ortaya çıkar. Bu nedenle devlet aklının belirgin olduğu yapılarda devletin bir kutsallığı yoktur. Aksine bireyin insan olmaktan kaynaklanan bir değeri vardır. Bu, devlet erk ve gücünün halk ile uzlaşma hikâyesidir.

Ancak bu iki geleneğin yolları belirli bir noktada kesişmek durumunda kaldı. Özellikle devlet kurumlarının işlevselliği ve bir o kadar da karmaşıklığı nedeniyle hukuki metinlerin etkinliği yadsınamaz hale geldi. Devlet mekanizmasının her geçen gün kurumsal bir sistem haline gelmesi nedeniyle, toplumsal hafızaya sahip olan ülkeler, bu dönüşüme ayak uydurmak zorunda kaldı. Bazı ülkeler, bu uyum sürecini zamana yaymak suretiyle, rahat bir şekilde atlatmış olsa da toplumsal hafıza bu değişimlerin olumlu ve olumsuz yanlarını ruhunun derinliklerinde saklamayı başardı.

Devlet aklı Batı ülkelerinde, toplumsal hafıza ise daha ziyade Doğu ülkelerinde varlık gösterdi. Ancak her iki sistemin belirli bir tarihsel süreçte birbirinin bütünleri haline gelmesi doğal olarak her iki yapıdaki devlet felsefesinde yeni bir uyum sürecini ortaya çıkardı. Doğu ülkeleri yazılı metinlere, Batı ülkeleri ise geleneklere kapılarını daha fazla açmak durumunda kaldı. Bilhassa İslamiyet Türklerde beka, işlevsellik ve süreklilik gibi unsurları devletin temeli hale getirdi. Bu geçiş sürecinde toplumsal hafıza devlet aklına yeterince dönüştürülebildi mi? Bunu tartışmak lazım. Ancak doğu ülkelerinde devlet yönetimine ve şekline dair askeri ve sivil müdahaleler, günümüze kadar hala bir şeylerin yerine oturmadığını göstermektedir.

Bu iki geleneğin dışında kurulan ve varlığını hali hazırda devam ettiren onlarca devlet var. Lakin bunların çoğunda ne yüzlerce yıllık toplumsal hafıza vardır ne de devlet aklı. Bazılarında ise toplumsal hafıza çok net bir kırılma ile devlet aklına dönüşüvermiştir. Bunlar da kendilerine üst sınıfta yer edinen devletlerdendir. Burada devlet mi milleti oluşturur millet mi devleti oluşturur? şeklinde klasik bir soru akla gelir. Bu çoğu zaman yumurta tavuk ilişkisine dönüştürülse de yaşanmışlıklar üzerine oluşturulan teorik bakış açıları soruna kısmen deva olmuştur ya da olduğu sanılmaktadır.

Devlet aklının hâkim olduğu sistemlerde, devletin bir kutsallığı yoktur ama beka sorunu vardır. Zira oluşturulan devlet ne kendisinden öncekinden bir miras yüklenmiştir ne de kendisinden sonrakine bir miras bırakmaya niyetlidir. Devletin tebaası olan halkın da toplumsal hafızasında onlarca ardıl devlete sahip olma kültür ve geleneği yoktur. Millet olma yönünde bir çaba sarf eden bu halkın geçmişinde aklıselim bir devletin hatırası yatmaz. Ancak kurdukları devletin ilanihaye olması yönündeki iradeleri de devletin en büyük güç kaynağıdır. Milletin ve devletin var olabilme iradesinin ortak bir paydada birleşmesi ideal devlet yapılanmasını ortaya çıkardı. Bu sistemin temelini oluşturan adalet, insan hakları ve özgürlük gibi kavramlar her zaman kutsallığını korumuş ve her iki tarafın birbirine saygı duymasını sağlamıştır. Devlet ile millet arasındaki bu örtülü uyumun temelinde ortak gelecek kaygısı yatar. Millet geleceğini devletinde devlet ise milletinde bulur. Bunun duygusal olmaktan ziyade çıkarcı bir ilişki olduğunu unutmayalım.

Devlet aklı doğal olarak devleti oluşturan süreç içindeki bütün yazılı metinleri kutsar ve her yeni gelişme eskinin üzerine eklenmek suretiyle bir bina inşa edilir. Değişen şartlar eskiyi reddetmez, bilakis yeniler günümüz şartlarına uyum sağlamak için eskiyi esin kaynağı olarak kabul ederler. Devlet aklının temeli de buna dayanır.

Toplumsal hafızaya sahip olan ülkelerde ise milletin bir gelecek endişesi yoktur. Zira onlar her hal ve şart altında varlıklarını sürdürebileceklerinin farkındadır. Bu milletler için yeni yapılar kurmak veya yapılar arasında geçiş yapmak hayatın bir gerçeği olarak kabul edilir. Ancak günümüz devlet yapılanmaları doğal olarak toplumsal hafızayı ötelemek zorunda kalmıştır. Küllerinden var olabilme yeteneği artık eskisi kadar işlevsel değildir. Doğal olarak milletler de bu yeni düzene olabildiğince uyum sağlamıştır. Devlet aklına geçişte din daha güçlü bir unsur haline geldiği için, millet kutsadığı kültürel değerlerini dine entegre etmeyi ihmal etmez. Dolayısıyla bu toplumlarda kültür örtülü bir din olarak varlığını sürdürür.

Toplumsal hafızadan devlet aklına geçiş elbette ki belli zorlukları da beraberinde getirir. Dünün tartışmaya kapalı örfi adetleri ve töreleri bugün yazılı hale getirilmek zorunda kalınmıştır. Güven olgusunun toplumdan devlete aktarıldığı bu süreçte, devlet ile millet arasındaki yeni ilişkide doğal olarak bazı boşluklar oluşur. Devlet mekanizması, iktidarın kaynağını toplumsal hafızadan alarak toplum adına oluşturduğu yapılara devreder. Esasında bundan daha doğalı da yoktur. Bu süreç millet açısından bir geriye itilmişlik olarak algılansa da devlet açısından var olmanın şartıdır.

Devlet aklı hâkimiyet sahibi olsa da toplumsal hafızanın gücünden her zaman çekinir. Zira genetik dokulara işlenmiş bu hafızanın nerede ne yapacağı hiçbir zaman tahmin edilemez. Belki de bu yüzden devlet aklı, oluşturduğu kurumları bu hafızadan uzak tutmaya çalışmıştır. Devlet artık kendi kanunlarını oluşturmak suretiyle mekanizmalarına farklı etnik, din, dil ve kültür gibi unsurları entegre etmeye başlar. Devlet bunu bir güvenlik supabı olarak algılar. Bu elbette ki asli unsurunu teşkil eden milletine karşı bir güvensizlik olarak algılanmamalı. Lakin dönüşüm doğal olarak geleneklerde bir değişikliği de beraberinde getirmek zorundadır.

Toplumsal hafızada gelenekler devletin kurucu unsurudur. Din devletin kurucu unsuru olmadığı için devlet millet tarafından kutsanmaz. Ancak her zaman saygıyla baş tacı edilir. Lakin devlet aklına geçiş sureci doğal olarak başka bir seçim yapmayı zorunlu kılar. Bu yüzden kimi devletler seküler olmayı kimileri ise dini temeller üzerine var olmayı tercih eder. Din, devlet yönetiminde asli bir unsur olarak kabul edilmiş gibi görünse de mekanizmalar bu hassasiyete uygun olarak tasarlanmaz. Ancak devletin asli unsurlarının dine olan muhabbeti devletin geleceğinin en sağlam teminatı olarak varlığını korur.

Asli unsurların kısmen kontrol altına alındığı bu yapıda, zaman içinde kırılmalar yaşanması da elbette muhtemeldir. Bu aşamada toplumsal hafıza daha aktif olarak kullanılmaya başlanır ve tarihin karanlıklarından çıkartılan örfi unsurlar devlet mekanizmalarında aktif hale getirilir. Tarih ve kültürle yeniden yüzleşmek zorunda kalan millet bu defa da yüzlerce yıllık yeni yaşanmışlıkları nedeniyle bir çelişkiye düşer. Esasında burada çelişkinin en önemli kaynağı dindir. Kaynağını geçmişinden almaya kalkan devlet mekanizması dinin bağlayıcılığından kurtulmak için daha seküler bir mekanizmaya doğru kayar. Lakin dini bir hayat biçimi olarak kabul eden millet bu geçiş sürecinden ziyadesiyle rahatsız olur.

Toplumsal hafızayı devlet aklının öncülü haline getirerek yeni bir melez yapı oluşturmaya çalışmak elbette ki kolay bir süreç olmayacaktır. Burada önemli olan din ile seküler sistemin bir bütün içinde işletilebileceğini gösterebilmektir. Her iki unsurun, terazide istenilen seviyelere gelmesine kadar bu alanlara müdahale edileceği unutulmamalıdır. 

Her iki modelin uyumlaştırılmaya çalışılması, çok farklı bir devlet felsefesini ortaya çıkaracaktır. Bir tarafta toplumsal hafıza, diğer tarafta devlet aklı. Esasında her ikisi de kökenlerini tarihin derinliklerinden alır. Modern devlet yapılanmaları içinde kendisine yer bulamayan toplumsal hafızanın yeniden devlet içinde kabul görmesi, devletlere sadece güç katmayacak aynı zamanda geçmişi ile bütünleşmesine vesile olacaktır.

Daha önce de ifade ettiğimiz üzere böylesi süreçler ister istemez bazı sancıları da beraberinde getirir, bunları doğum sancıları olarak tabir edenler çıkacaktır elbet. Kadim devlet yapıları kendilerini yeni sistemlere entegre edebilmekte çok fazla zorlanmazlar. Bu hareket kabiliyeti devletin ve milletin sahip olduğu gücün göstergesidir. Bu yapıda devlet ile millet her zaman birbirinin bütünleridir. Lakin sadece devlet aklı ile şekillenen sistemlerde geçiş süreçleri bu kadar kolay olmaz. Muhtemeldir ki bir geçiş süreci de olmaz, zira kırılgan yapılar buna müsaade etmez.

Devlet aklı mı? Millet aklı mı? sorusuna cevap elbette kişisel bir takdir meselesidir. Lakin devlet mekanizmasının milletin bir ürünü olduğu unutulmamalıdır. Onun haiz olduğu özellikleri milletin üstüne çıkarmaya hiç gerek yok. Bu açıdan kutsanması gereken de devlet değil millettir. Daha esnek yapıdaki millet ile daha kırılgan yapıdaki devlet arasındaki bağın sürdürülebilirliği ve dönüştürülebilirliği millet aklına yani toplumsal hafızaya bağlıdır. Doğu ülkelerinde, siyasal yapıyı etkileyebilecek güçteki toplumsal hafızayı, devlet aklı ile birleştirme arzusu, bazı grupları devlet teşkilatından devşirdiği kutsallığı bir güç olarak kullanma yoluna sevk eder. Lakin toplumsal hafızanın kadim dostları, binlerce yıllık geleneği koruma hususunda ısrarcı olacaktır.

Atalar ruhunun bütün dünyada cazibesi yükselirken toplumsal hafızaya sahip ülkelerin bu süreci daha sorunsuz atlatacağı bir gerçektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Erhan

Yazar Ali beye çok teşekkür ederiz . Ciddi emek verilerek hazırlanmış bir makale .
Sosyolojik analiz , tarihsel geçiş süreçlerinin analizi , devletlerin oluşmasının temel dinamikleri , devletlerin beka meselesi , devlet mi kutsal , millet mi kutsal tercihleri gibi konuların ele alındığı makalede oldukça önemli bilgileri biz okuyucularına sunulmuş.
Biz okuyucuların işini kolaylaştırmak için Toplumsal Hafıza ve Devlet Aklının hakim olduğu Ülkelerden örnekler verilmesi beklenirdi . Doğu ve Batı Ülkeleri sınıflandırılması ucu açık bir yaklaşım olsa gerek .

Pa, 11/07/2021 - 20:08 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 330 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.