Türkiye’de bütün şehirlere merdiven altımsı üniversitelerin açılması, yetkin ve yeterli sayıda öğretim üyesi bulunmaması, bölüm ve kontenjanlardaki plansızlık, eğitim programlarındaki kalitesizlik, rektör-dekan atamalarındaki keyfilikler gibi bir sürü etmen mezun kalitesini epey düşürmüştü. Akademi genel bir laçkalaşma yaşıyordu zaten. 2020’de buna bir de pandemi eklendi. Pandemi döneminde eğitim alamayan ve çakma online sınavlarla ders geçen üniversite öğrencileri yavaş yavaş mezun olmaya başladılar. Eğitimsiz doktorlar, mühendisler, hukukçular, öğretmenler, hemşireler gibi pek çok yetersiz meslek erbabı üzerinden pandeminin etkisini en az on yıl uzattık.
Pandemi sürecinde Türkiye’de eğitime 540 gün (16 Mart 2020’den 6Eylül 2021’e kadar) ara verildi. TEDMEM Koordinatörü Dr. Sabiha Sunar bu süreyi “Eğitim tarihinde bugüne kadar yaşanan en büyük aksaklık” olarak tanımlıyor. Halbuki gelişmiş pek çok ülkede bu süreç sadece üç ay sürdü. Sonrasında eğitimi devam ettirmeyi birinci öncelik haline getirdiler. Sağlık personelinin hemen ardından öğretmenleri, üniversite hocalarını, eğitim çalışanlarını ve öğrencileri aşıladılar; fabrikaları kapattılar fakat (maske, mesafe, havalandırma, hijyen tedbirleriyle) eğitimi devam ettirmekte direndiler. Kısa süren eğitim kayıplarını telafi edecek programlar uyguladılar. Yaşadıkları günden ödün verdiler fakat yarınlarından (yani eğitimden) ödün vermediler.
Bizse ilk olarak eğitim kurumlarını kapattık. En son eğitim kurumlarını açtık. (On milyonlarca öğrencinin ve eğitimcinin iki yıla yakın bir süreçte yaşadığı psikolojik kayıplar bu yazının konusu değil. Pandemi nedeniyle motivasyonlarını kaybeden milyonlarca öğrenciyi yeniden kazanmak mümkün olmadı. Onlar kovit virüsü bulaşmadan kaybettiklerimiz. Bu açıdan yaşananın büyük bir yıkım olduğunu belirtmekle yetinelim.)
Gelişmiş ülkelerle aramızdaki tutum farkı çok açık. Eğitim, -hukuk ve insan hakları gibi- uygarlık düzeyiyle doğrudan ilintili bir kavram. Hepsinde geldiğimiz yer ortada. Demek ki ha bire “bizim medeniyetimiz” demekle medeni olunmuyormuş. Uygarlık lafla yürüyen bir peynir gemisi değilmiş…
Bütün dünyada, eğitimciler pandemiden ortak bir ders çıkardılar: “Online eğitim yüz yüze eğitimin yerini tutamaz. Sadece onu destekleyebilir.” Bu konuda yüzlerce araştırma yapıldı, binlerce makale yazıldı. Sağır sultanlar için bunu önemli bir not olarak buraya bırakalım.
Gelelim bugüne… 6 Şubat 2023’te büyük bir acı yaşandı. 11 ili etkileyen iki büyük deprem. On binlerce can ve yüz milyarları bulan ekonomik kayıp. Türkiye’yi ıslak bir havlu gibi sıkıp suyunu çıkaran rantçılığa dayalı inşaat ekonomisinin, imar affı gibi popülist uygulamaların, kamuda ve belediyelerdeki torpilin, kayırmanın, rüşvetin, günü kurtarma plansızlığının ve tedbirsizliğin doğal bir sonucu olarak; depremin etkisi çok daha yüksek oldu. Yerli ve milli başarısızlığı; işi gücü bırakıp yardıma koşan, kalbi güzel yurdum insanı; ötekileştirilen sivil sivil toplum (ikinci sivil yazım yanlışı değil), yardıma gelen dış güçler telâfi etmeye çalıştı.
Ülke genelinde yaşanan en önemli sorun olan liyakatsiz (kullanışlı) kamu görevlileri, onların yukarıya sormadan iş yap(a)mama sorunu, mülakatla iş verilen yandaşlar, iş bilen bürokrat ve teknokrat eksikliği doğal afeti helak eden bir kadere dönüştürdü. Düşünün, felaketin üçüncü günü, Kızılay elindeki çadırları sattı. Yaşanan acil müdahale krizi, koordinasyonsuzluk, kronik vizyonsuzluk sonucu; kurtarılabilecek on binlerce insanın enkaz altında, soğuktan donarak, susuzluktan, açlıktan ya da yaraları zamanında tedavi edilemediği için öldü. Kurtulanlarınsa ne kadar yaşadığı meçhul. Hepsinin acısı içimizde… “Fakat ateş düştüğü yeri yaktı” diyorsanız yanılıyorsunuz.
Pandemide olduğu gibi ateşin düşmediği yerleri de yakması ve acının hiç geçmemesi için elimizden geleni yapıyoruz. Bu seferki kahramanımız, -merkez bankası gibi kâğıt üstünde bağımsız olduğu iddia edilen- YÖK. Cumhurbaşkanı depremle ilgili ilk kararında açıklamıştı: “üniversiteleri tatil ediyoruz”. Ve bir süre sonra bağımsız YÖK başkanı ülkedeki bütün üniversitelerde yüz yüze eğitimi yasakladı. YÖK’e bağlı bile olmayan KYK yurtlarını depremzede vatandaşlarımıza açmak bahanesiyle, üniversiteler tatil edildi. Akademiyi ve öğrencilerini gözetmesi geren YÖK üstüne vazife olmayan otelcilik faaliyetlerinin uzantısı haline getirildi.
Konuya önce depremzede vatandaşlarımızın gözüyle bakalım: Kamunun binlerce misafirhanesi, eğitim merkezi, orduevi, polisevi, öğretmenevi varken, turizm ülkesi olan ülkemizde oteller ölü sezonda ve boşken, ülke genelinde yüzbinlerce boş tesis, kiralık ev, yazlık v.s. varken… Neden önce bütün bu imkanlar yerine KYK yurtlarını boşaltıyorsunuz? Depremzede vatandaşlarımızı buralara layık görmüyor musunuz? (Geleneksel yaşama bağlı ve aile yapısı güçlü bir ülkede; depremzede aileleri kız-erkek diye ayrılmış yurtlara karma şekilde tıkmak, ranzalarda yatırmak; birbirini tanımayan, farklı yaş ve cinsiyetlerde insanlara aynı banyoyu, tuvaleti kullandırmak ne kadar akıllıca bir planlama olabilir? Siz depremzede olsanız ailenizle gidip o yurtlarda kalmak ister misiniz? Bunu parantez içi bir soru olarak bırakalım.)
Dönelim YÖK başkanının açıklamasına: Üniversite öğrencilerinin yaklaşık %15’i deprem bölgesindenmiş. Dönem arasında ailesinin yanındayken depreme yakalanan bu gençlerimiz için üniversitesine geri dönmekten daha büyük bir rehabilitasyon olabilir miydi? İyi planlanmış bu zekice kararla(?) onlar da bu şanslarını kaybettiler.
Üniversite eğitiminin derslerden ibaret olmadığını; uygulamalar, stajlar, akran öğrenmesi, sosyal etkinlikler, konferanslar, sempozyumlar, kulüp faaliyetleri gibi birçok bileşenden oluştuğunu bilmeden mi yönetiyorsunuz üniversiteleri? Siz hiç üniversite öğrencisi olmadınız mı? Hiç arkadaş muhabbeti yapmadınız mı sabahlara kadar? Siz hiç âşık olmadınız mı efendim? Onlar da mı online olacak? Bu fiilen kapatma değil de nedir?
Olmaz ya, bütün bunlara rağmen, depremzede vatandaşlarımız için yeteri kadar kalacak yer temin edilemediğini ve Gençlik Spor Bakanlığının kendine bağlı KYK yurtlarını depremzedelere açmak mecburiyetinde kaldığını düşünelim. Üniversitelerin örgün eğitim programlarında şu an 5 milyon 964 bin 910 öğrenci okuyor. KYK yurtlarında kalan öğrenci sayısı ise 678 bin 763. Yani üniversite öğrencilerinin sadece %11’i KYK yurtlarında barınıyor. Bunun için ülkedeki bütün üniversitelerde hayat ve eğitim durdurulur mu?
Siz de biliyorsunuz ki gençlerimiz o yurtlarda zaten geçici bir süre kalıyor, sonra üç-beş arkadaş bir araya gelip ev tutuyor. Yurtları kapatsanız çoğu evlere, diğer arkadaşlarının yanına ya da özel yurtlara çıkacak. Bu imkânı bulamayanlar da olacaktır tabi. “KYK yurtlarında kalan öğrenciler, kalacak yer bulamamaları halinde derslere online olarak da devam edebilirler.” demek yerine; neden ülke genelindeki bütün üniversiteleri yüz yüze eğitime kapatıyorsunuz?
Öğrenciler evlerinde kalarak eğitim alsınlar diye küçük- büyük bütün illere fason üniversiteler açmamış mıydınız? Diyelim ki eviniz İzmir’de ve evladınız da İzmir’de bir üniversitede okuyor. Deprem 1100 km uzakta olmuş. Üniversite yerinde duruyor, hocaların hepsi görevlerinin başında. Öğrencileri eğitim görmek istiyor. Fakat derse gitmeleri YASSAK! Hem de bütün ülkede…
Cesur bir hoca gelin dese veya bir grup öğrenci kalkıp okula gitse, namuslu hocalar da gereğini yapıp derse girse… Üniversitede, üniversite eğitimi yapıldığı için ceza alacaklar. Garabete bakın…
Hadi onu da geçelim. Hiç mi tarih okumadınız? Yaşanan sosyal gerilimler ilk üniversitelerde patlak verir, bilmiyor musunuz? Hatta bırakın tarihi falan 28 Şubat sürecindeki baş örtüsü yasağı protestolarını, en son gezi olaylarını üniversite öğrencileri başlatmadı mı? Bu çocuklar “yassak” sevmiyorlar hala anlamadınız mı? Bilerek mi yapıyorsunuz bunu, ülkeyi germek mi istiyorsunuz? Yoksa tam da bu nedenle, bir araya gelmesinler diye mi tatil ediyorsunuz üniversiteleri? Kimse demokratik protesto hakkını kullanmasın diye; maçları seyirciye yasaklamayı teklif eden bir zihniyet, aynı nedenle üniversiteleri öğrenciye yasaklamaz mı?
Bu kararının satır arası mesajını okumakta, göstergelerini çözmekte gerçekten zorlanıyorum:
Yıkılan binaları gördünüz, şimdiye kadar yüz yüze eğitim veren hocalarının, onların yetiştirdiği mühendislerinin, mimarların, denetimcilerin, müteahhitlerin durumu ortada. Onları daha iyi yetiştirmek yerine, nasılsa daha kötüsü olamaz mı demek istiyorsunuz?
Yoksa pandemiden beri ha bire okullarını tatil ettiğiniz bu çocuklarımızı eğitim zayiatı olarak görüp başka bir gezegene falan mı göndermeyi planlıyorsunuz?
Pandemi gibi bu deprem de her yere yayılsın ve bitmesin mi istiyorsunuz? Depremin yıkamadıklarını da siz mi yıkmak istiyorsunuz?
Neden ülkedeki bütün üniversite öğrencilerini böyle bir sosyal ve psikolojik depreme tabi tutuyorsunuz?
Zaten kötü zemine dikilmiş demirsiz binalar haline gelen eğitimi neden ha bire sallayıp duruyorsunuz?
Gerçekten bilmek istiyorum:
Bundan besleniyor musunuz, cahil bir toplumu yönetmek daha mı kolay oluyor?
Yeni yorum ekle