Geleceğin Edebiyatı, Edebiyatın Geleceği

21 Ekim 2021

 

 

I

Geleceğin edebiyatı denilince aklımıza hemen enformasyon teknolojileri gelmektedir. Bu da doğal çünkü bu teknolojiler hayatımızın bir parçası olmaktan çıkıp onu biçimlendiren bir boyut ve yaygınlığa ulaştı. Bu sorun sadece edebiyat için değil, diğer bütün disiplinler için de geçerli; fizikten sosyolojiye, tıptan mühendisliğe, tarımdan ticarete akla gelen bütün alanları ciddi biçimde etkilemektedir. İnsan hayatına dair ne varsa yeniden ve yeniden dizayn edilmektedir.

Her konuda hazır bilgiye ulaşmanın kolaylığı bazı sakıncaları (tembellik gibi) taşısa da, sunduğu imkânlar bu sakıncaları görmekten alıkoymaktadır. Edebiyat bağlamında düşündüğümüzde, özellikli yabancı edebiyat eserleriyle ilgili vasat bir okuyucunun eleştiri, tanıtım ve tahlil konusunda aradığından daha fazla bilgiye ulaşması mümkündür. Peki hem edebi eser hem de eleştiri anlamında endişeye kapılmalı mıyız?

19 ve 20 yüzyılın asude habitatında yaşamadığımız gayet açık. Bu habitat Tolstoy’un ya da Çehov’un kahramanlarının yaşadıklarına hiç benzemiyor. Takvimsel zamana (kronoloji) uygun olarak ortaya çıkan, değişen ve mutlu ya da mutsuz bir sona varan kahramanlar yaratmak pek de zor değildi. Geri dönüşler ve rüyalar dışında, akışı bozan bir şey yoktu. Dickens’in ya da Halide Edip’in kahramanlarını alıp sosyal ve semantik tahribata uğramış bugünkü habitata yerleştirirseniz ne olay örgüsü, ne kahraman, ne de dil kalır. Tıpkı yağmur ormanları tahribata uğramış dünyamız gibi. Yazarın ulaştığı ve gördüğü dünyayı çoktan görmüş veya bir tıkla daha fazlasını görebileceği bir ortamda, yazar çaresiz ve zavallı. Aldığı onayların otistik olduğunun farkında olmadığı sürece mutlu olan ancak iletişimin transparanlaştırdığı fildişi kulesinde çırılçıplak kaldığının farkında olmayan yazar! Öldü dediler ama ben henüz emin değilim!

Hiçbir kuşağın tanık olmadığı kültürel karmaşa, kültürel alt üst oluşlar, deformasyonlar yaşıyoruz. Kurgular anomalili kahramanlarla dolu. Nasıl olmasın ki! Dokunduğu her şeyi arzulanan forma dönüştüren devasa bir endüstri var; kültür, sanat, edebiyat, müzik  endüstrisi! Zıvanadan çıkardığı bireyi büyük bir özen ve şefkatle psikiyatriste teslim eden ve aslında iyi yolda olduğunu hissettiren bir güçtür bu.

Yazmak artık yaratıcılık olmaktan çıkıp, teknik bir konuya evrildi. Öyle ya bol miktarda yaratıcı yazarlık kursları var. Biraz da yeteneğiniz varsa, kim tutar sizi. Yapmanız gereken tek şey, okuyucunun ilgisini çekecek bir içerik bulmak; yalnızlık, yabancılaşma, çete, mafya, olmazsa olmaz sıra dışı bir aşk, psikolojik çarpıklıklar vs. Alvin Kernan’ın Edebiyatın Ölümünden bahsetmesi, edebiyata ya da yazara olan nefretinden değil elbette. Hem yazarını hem de okuyucusunu üreten sistemi edebiyat olarak tanımlamak ne kadar doğrudur.  Entelektüel bir faaliyet alanı, hokus pokusla, bir tüketim alanı haline geldi; marketler kitap satar oldu, en çok satan ütü ve en çok satan kitap yan yana! Kitabı ve yazarını anlamak, kitabı ve yazarını övmenin önüne geçti. Grup, dernek, toplulukların ödüllerle makyajladığı “yazıcı”, zihnen trankilize olmanın mutluluğu yaşar. Sonra da unutulmuşluğun acısını!

II

Edebiyat müzelik olacak diyenlere kanalım mı? Kanmayalım ama bu yeni edebiyatın öncekilere benzemeyeceği kesin. Eleştirmen Mullan “artık profesyonelleşen bir meslek”,  Josipovici “Pazar cazibesi karşısında yaratıcılığını yitirmiş” bir uğraş diyor. Çoğumuzun gördüğü bir şey var; günümüz edebiyatı, bir zamanlar yüklendiği işlevini kaybetti. “Edebi tüketim”, daha çok benzer kültürel veya inançsal arkaplana sahip bir çerçevede gerçekleşmektedir. “Grup kurallarına ve inançlarına aykırı” yazar ya da eserler doğrudan engizisyona yollanmasa da, ince taktiklerle göz ardı edilmektedir. Biraz kaba olacak ama örtük bir şekilde “varsayımlarımıza ya da alışkanlıklarımıza meydan okuyan edebiyatın da sanatın da canı cehenneme” denilmektedir.   

Üniversiteler ideolojik okumaları formatlayan bir görev yüklenmiş durumdadır. Her ideolojik grup, iyi ve kötü edebiyatı reçeteleyip pazara sunmaktadır. Grup dışından onaylar bile bir tehlike sinyali olarak algılanmaktadır.  Yıllardır tartışılan kültler, kutsal bir savunma duvarıyla ‘çeyiz sandığı’ gibi korunmaktadır. “Şüphesiz büyük bir eser” ile “beş para etmez” gibi derin eleştiriler, sadece iki tarafın da itikadını muhkemleştirmeye yaramaktadır;

“Yazar; … kitabı okudun mu?

Pedro: İğrenç bir kitap

Yazar: Neden?

Pedro: Bizimkileri aşağılıyor

Yazar: Ama bu bir kurgu

Pedro: Ne farkeder ki”

 

Edebiyatı toplumsal olayların gelişimine ve dönüşümüne tanıklık etme, çağın ruhunu yakalama görevi format atılmış okuyucularını memnun etmeye odaklanmış görünmektedir. Adına toplumsal hassasiyet denilen konular “başını bir gayeye adamış” kahraman olan yazarların üslubu ve “ötekileri” dışlayan bir cengâverlikle bir yazardan çok, bir fedai gibi davranmaları hiç de yadırgatıcı değil. Tam aksine ruhlara ferahlık veren bir şifacı gibi algılanmaktadır. Aktar dönder üç beş yüz kelime, lime lime olmuş mecazlar, klişeler…  daha ilk paragrafta veya dizede son cümlenin neye benzeyeceğini haber veren metinler! Çok transparan. Ya da tam aksine karanlık bir dehlizde yürüyor duygusu veren opak olanlar. 

Teknoloji, eserin önemli bir bölümünü (tasvirlerle) oluşturan mekanın ve tabii ki zamanın önemini minimize etti. Biri Sicilya mı dedi, ya da Eflatun? İkisi de avuçlarımızın içinde. Bir hayat ya da hayatlardan yola çıkarak bize ayna tutan, ruhumuzun derinliklerinde yatan arzularımızı, kıskançlıklarımızı, iki yüzlülüklerimizi ortaya koyan, bize yol gösteren, arınma sağlayan eserler! Bir zamanlar “derin psikolojik travmalar”, kitaplık çözümlemelerin konusuyken, şimdilerde bir “çocukluğuna inme” formülü ile çözümlenmektedir. Ah şu Freud, oyunbozan adam! Zavallı Hamlet, şimdi yaşıyor olsaydı kesin bir kliniğe kapatılır, antidepresanlarla tedavi edilirdi. Onun yaşadıklarının on katının yaşandığı ama onun gösterdiği tepkinin onda birinin gösterilmediği bir çağa ermemiş olması bir şans mı, şanssızlık mı?  

Yazarın muradı; aslında ben kendim için yazıyorum ama lütfen siz de hiç olmazsa yayınevine taahhüt ettiğim masraf kadar tanıklık edin. Ben burada kaybettiğimiz değerleri anlatıyorum; aşk, dostluk, sadakat daha bir sürü şey. Geç bunları ne demek?!  Lanet olası pazarlama algoritmaları. Kimsesizlik çok kötü. Ben de dizer kitaplarımı resim çekerim. Der ki yazar: Keşke zamanında Jonathan Franzen gibi “hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını” fark etseydim. Ne yani herşey bitti mi? Hayır, tam aksine yaşadığımız ortam çok zengin malzemeler sunmaktadır. Bize düşen uygun bir dil ve teknik. Pazarlama tekniklerinden söz etmiyorum, lütfen. Ama aklımın bir köşesinde lanet olası bloglar, web sayfaları, autofiksiyon siteleri huzurumu kaçırıyor. Şeytan icadı bunlar ve yazılanlar bozulmuş bir neslin hezeyanları.    

Daha önce buna benzer bir öykü ya da şiir ya da roman yazıldı mı kuşkusu içimizi kemirip duruyorsa, strese girmeyelim çünkü büyük bir ihtimalle yazılmıştır. Yazar için eserine gösterilen tepkinin sonuçlarını hemen görmek bir şans mı yoksa bir kumar mı? Edebi ya da kültürel arkaplanı güçlü olmayan bir okuyucu için “hislerine tercüman” olan yazar en iyi yazardır. Özellikle etnik dini milli temaları tüketmeye hazır bir kitlemiz varsa maçı baştan kazandık demektir. İletişim kanallarıyla hızlıca geri dönüşler alırız. Mazoşistik bir zevktir bu; alkışlar, övgüler, iltifatlar…

Gelecek nesillere kitap yazmak mı? Gelecek neslin kitap okuyacağını nereden çıkarıyoruz? Ya neuro-linkten haberimiz yok ya da bilmemezlikten geliyoruz. Belki buna hiç veya pek az ihtiyaç duyacağız. Matbaa gelirse, işimizden oluruz diyen hattat sendromu yaşamaya gerek var mı? Soru şu; günümüz edebiyatı, dün olduğu gibi, öğretmeye ve eğlendirmeye devam mı edecek yoksa okuyucu “popülasyonuna” yeni, heyecen verici bir içerik ve yöntem mi sunacak! Sizce edebiyat üstlendiği yol gösterici ve eğlendirici işlevini sürdürmeli mi? Hercümerc olmuş bir dünyada, her gün yeni travmalarla uyanan okuyucu iştahını ve kararlılığını sürdürecek mi?  Okullarda, görevleri gereği “okuma listesi” veren ve okumaya mecbur tutan edebiyat memurları da olmasa, kısa süre içinde unutulacak o kadar çok isim var ki.  Buna ben de dahil miyim? Elbette. Yazdıkları dönemde iltifat görmeyen bazı yazar ve şairlerin bugün görünür olmalarını da akademik promosyona borçlu gibi. Şom ağızlı bir eleştirmen “gelecek nesiller Saatleri Ayarlama Enstitüsünü okumayacaklar çünkü roman onlara hitap edecek güncellikten uzak kalacaktır” diyordu.

Yanisi şu; edebi statüko tıngır mıngır. John Donne şiirlerini tahlil edip kürsü sahibi olanlar derin endişe içinde.  Quantum ve edebiyat mı? O da ne!

Bunları kafası karışık birinin saçmalıkları olarak okur musunuz lütfen! Lütfen ama!

 

 

 

Seyyid Bilal

Sosyal bilimciler, kelimelerin ve sözcüklerin içinde kaybolurken, GPT3 diye bir yazılımdan kaç sosyal bilimci haberdar. Yapay zeka mezarlığının ilk müşterisi maalesef sosyal bilimler oldu. Artık uyanma zamanı...

Ct, 10/23/2021 - 20:57 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 533 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.