SOSYOLOJİ

Tahayyül İle Tasavvur Arasında - 3

30 Eylül 2017

Muhafazakarlık kavramının kökeni Latince 'conservare', yani 'muhafaza etmek' ya da 'korumak' tan gelmektedir. Eskiyi veya gelenekseli korumanın ilk bakışta siyasal zihniyetle ilgisi, hatta felsefi bir derinlik taşıyor olması mümkün gözükmüyor. Daha çok bilineni bilinmeyene karşı tercih etmek gibi psikolojik bir dürtü öne çıkıyor. Bu nedenle muhafazakarlık kavramının ismiyle orantısız bir mana taşıdığını söyleyelim. Alman sosyolog Karl Mannheim muhafazakarlığın zor tanımıyla ayrıntılı biçimde ilgilenmiş ve sosyolojik kavram ile tarihsel kullanımı arasında ayrım yapılması gerektiğini belirtmiştir.

Tahayyül İle Tasavvur Arasında - 2

23 Eylül 2017

Çağdaşlık artık farklı bir boyutta seyredecektir. Hobbes'in 'Behemoth' ve 'Leviathan' benzetmesini temel alırsak bu değişim iki kutup arasında, ve büyük olasılıkla özgürlük ve demokrasi ile asayiş ve düzen arayışları arasında cereyen edecektir.  Özgürlük özlemi en ileri aşamada 'anarşi' (Behemoth); asayiş ise -  asayiş ve huzurun sağlanması bakımından - anarşinin bastırılması(Leviathan) ile sonuçlanır. Siyasetin özgül ağırlığı  Behemoth yönüne dönmüş; Leviathan, siyasal ideolojilerin gözünden düşmüş durumdadır. Dünyadaki gelişmeler güçlünün haklı olduğu uluslararası bir düzene doğru ilerlediğimizi; ulusal düzeyde de yalnızca çıkar ilişkilerinin baskın olduğu 'aşiretler toplumu'na yöneldiğimizi işaret etmektedir. Kısaca; insanlık tekrar geriye gitmektedir.  

Bedevilik ve Mücerret Düşünce

10 Eylül 2017

Dünyadaki insanların çoğu ister dini ister seküler tarafta olsun aslında gerçekten inanacak bir şey bulamıyorlar. Bunun sebepleri çeşitlendirilebilir. Bazen soyut olanı kavramak için gereken zihni olgunluğa erişememiş olmak, bazen de dünyayı vahşi bir cangıl, kendisini her türlü ahlaki sınırlamadan muaf, hayatta kalmak için öldürmeye mecbur vahşi bir hayvan gibi görmektir sebep. Bu hali benimseyenler durdukları noktayı -bazen kendilerine bile- itiraf etmekte çok zorlanıyorlar. Çünkü soyut kurallara, ideallere inanmayan, hayatını onlara göre tanzim etmeyen kimselerden kurulu bir sosyal toplulukta hayatta kalmak neredeyse imkânsız. Böyle olunca da gerçek kimliklerini saklayan bir maske takıyorlar. Köprüyü geçene, artık kendilerini gizlemeye mecbur olmayacakları güce erişene kadar her türlü yalanı söylemeye başlıyor, gerçekten inanmadıkları ideallere -hem de yürekten- inanır görünüyorlar. Toplumu saran iki yüzlülüğün, ne olduğu gibi görünmenin, ne göründüğü gibi olmanın altında biraz da bu yatıyor.

Şerif Mardin'in Ardından

07 Eylül 2017

Şerif Mardin; Türkiye’de din ve modernlik, sivil toplum, ideoloji, merkez-çevre ve mektep-mahalle üzerine çığır açıcı bilimsel çalışmalar yaptı. Türkiye siyasetinde etkisini ve güncelliğini yitirmeyen ''merkez-çevre ilişkileri” konusu Mardin'in Türk sosyolojisine kazandırdığı yeni bir ufuktur. Bu paradigma ülkemizde ilk kez onun analizlerinde kullanıldı.(1973) Örneğin; onun nazarında, Milli Görüş ve MSP bir taşra hareketiydi. Ve Türkiye'de - Batılı manada - bir sivil toplum inşa etmek adeta imkansızdı.(Religion, Society and Modernity in Turkey-2006) Osmanlı Devleti'nin yöneten(Seyfiye-İlmiyye-Kalemiyye) ve yönetilen(Reaya-Tebaa) biçimindeki ikili yapısı hem sermayenin belli ellerde toplanmasına hem de sınıflı toplum oluşmasına engel olmuştu. Mardin, bu zaviyeden bakarak 'ulus-devlet' ekseninde bile olsa Türkiye'de rejimin devamlılık arz ettiğini ve köklerinin Jön Türklere dayandığını göstermiştir.

Neden modern devlet olamadık?

06 Temmuz 2017

Mustafa Kemal ‘yapısal kilitlenme’ üzerinden muasırlaşmayı hedeflerken Özal kapitalist dünya ile ‘yapısal bütünleşme’ amaçlamıştır. Demek ki, çağdaşlık yolunda Türkiye’nin girdiği derin krizi aşmak üzere iki ayrı yaklaşım geliştirdik: Biri, yeni bir toplum inşa etmek üzere siyasete vurgu yapıyor; diğeri ise bir  zihniyet değişimi öngörüyordu. Ancak her iki yaklaşım da taklit olduğu kadar temelsiz bir biçimlendirmedir. 

68 Ruhu ve Oruç

15 Haziran 2017

Okumuşlar önce ideolojik bir cendere yarattılar, ardından toplumu içine attılar. Kafalarımızı dar bir mengeneye sıkıştırdılar. 70lı yıllara dek, mesela İstanbul'da herkes birbirini tanır, kim Musevi, kim Ermeni, kim Rum, kim Müslüman bilirdi. Herkes mahallesinde birbirinin bayramını kutlayacak derecede iyi tanırdı. Hoşgörü toplumunu tahrip edenler; çağdaşlık ile geleneğin göbek bağını kesen, işte bu entellijensiyadır. O yıllarda Sami Hazinses'in, Nubar Terziyan, Adile Naşit'in etnik ya da dini kökenini bilir, ama filmlerini severek izlerdik. Bu külyutmaz halk bağrından çıkan diplomalıların kurbanı oldu şimdi...

Büyük Balık Küçük Balık

11 Haziran 2017

Dev şirketler çılgınca bir hızla –adeta kanser gibi- dünyaya yayılıyorlar ve güçlendikçe kontrol edilebilir, denetlenebilir olmaktan çıkıyorlar. Bunun “doğallıkla” izahı mümkün değil. Artık serbest rekabet şartları oluşamıyor. Dünyada alternatif bir şeyleri sessizce geliştirebileceğiniz bir kuytu köşe de kalmadı artık. Son bir çare olarak, yüksek teknolojinin sunduğu imkânlardan yararlanmak isteseniz, ihtiyaç duyacağınız “beyinleri” sizden çok önce bulup, sizin asla ulaşamayacağınız rakamlara kiralayan yahut satın alan “rakibiniz” karşısında şansınız sıfıra yakın oluyor.

Sosyalsiz Topluma Doğru

02 Haziran 2017

Aslında rasyonel, kurumsal, ilkesel sosyal etkileşim ağlarını çöpe atmadan aile, millet, itimat, kardeşlik gibi birincil toplumsallaşma tarzına ait değerlerin müspet yönlerini hayatımıza katacak türden bir “yerliliğin” üretilip üretilemeyeceği araştırılabilirdi. Mesela güçlü aile/akrabalık bağlarının ister istemez üreteceği nepotizmi, “kul hakkı yememek” gibi yine aynı dünyaya ait başka bir değerle filtrelemek mümkün olabilirdi belki. Yahut aile, kabile, mahalle algısının hudutlarını olabildiğince genişletebilsek, komşusu açken tok yatmakta problem gören inanca açılacak varlık alanı çok müspet neticeler üretebilirdi. "Sosyal" toplumu nötr rasyonalite yerine halkın tüm kesimlerince kabul görebilecek hamiyetververlik gibi, yetime sahip çıkmak gibi "yerli" değerler üzerine kurmayı da deneyebilirdik.

Şimdi Ne Yapmalıyız?

19 Mayıs 2017

Türk milli eğitim sistemi üzerine düşen vazifeyi layıkıyla yapmamıştır. Ünlü edebiyat ve siyaset adamı Havel, “eğitim, olgular arasında saklı irtibatları algılama yeteneği kazanmaktır“ diyor. Birde OECD'nin 41 ülkede yaptığı eğitim araştırmasında Türkiye'nin sondan altıncı sırada yer aldığını düşünün! Maalesef Türk çocukları hala know how peşinde yarışıyor, ne özel okullar ne de devlet üniversiteleri know-why ve know-whereto meselesini umursuyor.