İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasını müteakip devam eden teknik sorunlar, -her ne kadar zor olsa da- bu ay içinde yapılacak anlaşma ile çözüme kavuşturulması bekleniyor. Lakin her ne yapılırsa yapılsın AB artık eskisi gibi olmayacak ve içindeki siyasi istikrarsızlıklar her geçen gün yeni bir sorunun tetikleyicisi olacaktır.
AB hali hazırda Brexit sorunu ile uğraşırken, üye ülkelerin Birlik Antlaşması’nın 2. maddesinde belirtilen temel değerlere aykırı hareket etmelerini önlemek amacıyla hazırlamış olduğu “hukukun üstünlüğü” içerikli genelge yeni bir krizin temellerini atmış oldu.
Hukukun üstünlüğü hususu ilk olarak milliyetçi hükümetlerin iktidara geldiği Polonya ve Macaristan için devreye sokuldu. Polonya’da yargı reformu, Macaristan’da mültecilerle ilgili olarak gündeme gelen hukukun üstünlüğüne aykırı davranışlar, Birlik Antlaşması’nın 7. maddesindeki yaptırımların uygulamaya geçilmesine kadar genişletildi.
AB’nin temel değerlerine aykırı politikalar nedeniyle Polonya ve Macaristan’a yönelik başlatılan yasal süreçlerin temelinde, bu iki ülkenin olası bir eksen kaymasına uğramasından duyulan endişe yatıyordu. Özellikle mevcut milliyetçi iktidarların AB fonlarını kendi iktidarlarını güçlendirmek için kullandıkları gerekçesiyle, Birlik fon kullanımlarında ciddi bir kesinti ve kontrol mekanizması oluşturmak istedi.
Hukukun üstünlüğü prosedürü 2021-2027 yılı bütçesindeki destekleme fonlarının kullanımında Polonya ve Macaristan’a çok ciddi engellemeler getirmekteydi. Bu nedenle bu iki ülke Birliğin koronavirüs pandemisi nedeniyle üye ülkelere yönelik 750 milyar Avroluk kurtarma fonu dâhil olmak üzere, toplamda 1.82 trilyon Avroluk bütçesini veto edeceklerini beyan ettiler. Her ne kadar kurtarma fonu bütçe prosedürlerine tabi olmasa da her iki bütçe kalemini birlikte düşünebiliriz.
Oybirliği ile kabul edilmesi gereken bütçenin iki ülke tarafından veto edilmesi ciddi sorun ve çıkmazları da beraberinde getirdi. Dönem başkanı olan Almanya, kendi başkanlıklarındaki bir süreçte, AB’yi bütçesiz bırakan ülke konumuna düşmek istemediğinden, mümkün olduğunca yapıcı bir söylemle sorunu çözmeye gayret etti.
Bazı ülkeler, iki ülkenin oylama sürecinden dışlanarak 25 üye ile yola devam edilmesinin hukuki yollarını arıyor. Lakin bunun gelecekte nasıl bir sorunu beraberinde getireceğini kimse tahmin edemiyor. Polonya ve Macaristan’ın birbirlerine destek olacakları yönünde mutabakata varmaları nedeniyle, 7. maddenin işletilmesi yoluyla bu ülkelerin devre dışı bırakılması da mümkün görünmüyor, zira burada da oybirliği gerekiyor.
Veto meselesinin Birlik içinde arkası kesilmez bir dizi sorunu beraberinde getireceğini çok iyi bilen Angela Merkel, yürüttüğü mutedil bir politika ile krizin kısa vadede çözümünü mümkün kılacak bir uzlaşı yolunu buldu. Macaristan ve Polonya hükümetleri 9 Aralık’ta birinci ağızdan ve resmi bir şekilde olmasa bile krizi aştıklarına dair açıklamalarda bulundular.
Medyaya yansıdığı kadarıyla, hukukun üstünlüğü genelgesinde herhangi bir geri adım atma durumu söz konusu olmadan, bu genelgeye Polonya ve Macaristan’ın AB Adalet Divanına itiraz etme sürecinde, Avrupa Komisyonu’nun mevcut mevzuatın uygulanmasını aksıya alması yönünde bir uzlaşmaya varıldı. Böylece hem AB kendi değerlerinden vazgeçmemiş oldu hem de iki ülke kendi isteklerini elde etmiş oldular. Lakin bundan sonraki bütçe görüşmelerinde bu uygulama tekrar bu ülkelerin karşısına çıkacaktır. Ancak, kurtarma paketinden faydalanan liderlerin gelecek seçimlerde de bunu kendi politik çıkarları için kullanacağı herkes tarafından kabul edilmektedir.
Kriz muhtemelen bugün için çözülmüş olacak. Peki, yarın ne olacak? İngiltere’nin ayrılışını nasıl hazmedeceği hususunda birçok soru işareti mevcudiyetini korurken, AB’nin kıtanın doğusundaki ülkelerle yaşadığı bu kriz hangi aşamalara evrilecek? Macaristan ve Polonya milliyetçilikle suçlanırken, Batı Avrupa’daki aşırı sağ akımların yükselişi ve ülkelerde oluşturdukları anti demokratik söylem ve politikalar nasıl değerlendirilecek? Bu çelişkilerden faydalanacak ülkeler hangileri olacak?
Brexit ile Avrupa kendi içindeki yüzlerce yıllık “uyum” sürecine yeniden girerken, AB içinde yeni bir uyumsuzluk süreci başladı. Birlik içinde bir taraftan Almanya’ya karşı önemli bir siyasi güç olarak sivrilmeye başlayan Fransa, diğer tarafta ekonomik olarak zor günler yaşayan İspanya ve İtalya, öbür yanda da Birliğe büyük umutlarla giren ama umduğunu bulamayan Doğu Avrupa ülkeleri. AB bütün bu ayrılıkları bir hukuk kurumu olmak sıfatıyla mevzuatları kapsamında çözmeye niyetlense de olay esasında çoktan siyasi ve ekonomik boyutlara taşınmış durumda.
Slovenya’nın da Polonya ve Macaristan’a yakın söylemleri, Çek Cumhuriyetinin nükleer enerji santralleri için Rus ve Çin firmaları ile çalışmak istemesi, Polonya’ya ABD askerlerinin yerleştirilmesi, diğer tarafta Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova’da yaşananlar bize Rusya ile Avrupa arasında yeni bir yaşam alanı oluşturulmaya çalışıldığını gösteriyor. İki kıtayı bölen bu geniş hattın amacı Rusya’yı sınırlamak mı? Yoksa AB’yi abluka altına almak mı? Rusya’ya yapılan bir operasyon gibi görünse de hattın kıta Avrupa’sına doğru genişlemesi esasında AB’nin daha büyük bir tehdit altında olduğunu gösteriyor. Bu hattın yeni müdavimi olan ABD’nin bölgede siyasi, ekonomik ve toplumsal faaliyetlerle her geçen gün güçlendiğini görüyoruz.
AB kendi içindeki bu sorunları gerçekçi yaklaşımlarla halletmesi lazım. Bir tarafta Macaristan ve Polonya’yı hukukun üstünlüğüne uymamakla suçlarken diğer tarafta benzer sorunların yaşandığı Bulgaristan’a karşı herhangi bir söylem geliştirmiş değil. AB bir süre önce Bulgar Başbakanının Baş Savcı ile Cumhurbaşkanına yönelik gerçekleştirdiği operasyonların ardından, ABD lehine sonuçlar çıkacağı endişesiyle, Boyko Borisov ile yana yana olmaktan imtina etmedi. Doğal olarak bu yaşananlar Polonya ve Macaristan tarafından olayın hukuki değil, siyasi temelli olduğu yönünde açıklamalar yapmasına neden oldu. Hatta Polonyalılar kendilerinin AB tarafından köleleştirilmek istendiğine dair yorumlar yapmaya başladı. Macarlar ise bunun bir kimlik sorunu olduğunun altını çizdi.
AB’ye girme sürecinde tarım ve sanayisinde birçok tavizler vermek zorunda kalan Macaristan, bir süre AB fonları sayesinde maddi kayıplarını kapatmakta zorlanmadı. Hatta hiç çaba harcamadan para almak belki onlar için de daha cazip geldi. AB’nin tarım ve sanayi devleri o dönemlerde Macaristan’dan devraldığı pazardan elde ettiği kazancın bir kısmını onlara fon olarak aktarmaktan da rahatsızlık duymadı. Ancak AB’nin son dönemlerde yaşadığı ekonomik sorunlara pandemi süreci de eklenince her şey aniden değişmeye başladı. Durumun vahametinin farkına varan Macaristan’ın, kendine yeni pazarlar aramak için başlattığı “doğu açılımı” biraz geç kalmış politika olmakla birlikte, AB için bir tehdit unsuru niteliği taşıdığını kabul etmek lazım.
AB’nin kurucu ülkeleri, kendilerini Birliğin doğal sahibi olarak gördükleri için, karşılaştıkları sorunlar itibariyle doğal bir koruyuculuk ve imtiyaza sahip olduklarını düşünmekteler. Dolayısıyla Birlik mevzuatının uygulanmasında her devlete farklı muamele yapılmasından endişe duymadılar. AB bundan böyle her şeye hazırlıklı olmalıdır. AB üyesi birçok ülke Birlik için telafisi mümkün olmayan hasarlar verebilecek duruma geldi. Belki de bu yüzden yakın bir gelecekte AB değerlerini ihlal eden ülkelerin üyelikten çıkartılması veya üyeliklerinin askıya alınması tartışmaları gündeme gelecek. Ya da Birleşmiş Milletler yapılanmasında olduğu gibi sadece kurucu ülkelerin karar alma süreçlerinde veto yetkisinin olduğu bir yapıyı tartışacaklar.
AB mülteciler hususunda Macaristan’ı suçlarken, başta Yunanistan olmak üzere Avusturya, Fransa ve Almanya’da aşırı sağ ve mülteciler konusunda yaşanan akla ziyan gelişmeler, nedense Birlik içinde hukukun üstünlüğü ve insan hakları kapsamında değerlendirilmiyor.
AB kendi içinde bu siyasi ve ekonomik krizleri çözmekle meşgul iken kuzeyde İngiltere, doğuda ise ABD tarafından kuşatıldığının farkında olmalıdır. Balkanlarda da AB aleyhine gelişmeleri yakın bir zamanda daha net bir şekilde görme imkânımız olacak. Fas’ın da İsrail ile normalleşme sürecine girmesiyle, Kuzey Afrika’da da Avrupa’yla kerhen de olsa rutin ilişkilerini sürdüren Cezayir’den başka istikrarlı bir ülke kalmayacak.
Yaşlı kıta insan hakları, demokrasi, din ve vicdan özgürlüğü hususunda kendini merkez alan düşüncenin ötesine geçemediği sürece çok daha büyük sorunlarla karşılaşmaya aday olacaktır. Bu şekliyle Polonya ve Macaristan ile yaşanan süreç muhtemelen Brexit sürecinden daha önemli sonuçlar ortaya çıkartacaktır. Zira Brexit süreci belirli bir mevzuat ve anlaşma içerisinde gelişirken, diğerinde çözülemeyen sorunların ötelenmesi söz konusu.
Güvenlik ve ekonomik endişelerle kurulan AB, uluslararası sistemdeki çok başarılı rol model görevini tamamlamış görünüyor. Uluslararası şirketler ve dijital dünyada yaşanan gelişmeler devletleri daha müstakil hareket etmeye yönlendirecektir. Ortak din ve kültür coğrafyasının dahi etkisizleştiği günümüz uluslararası ilişkilerinde, dün birbirine zıt gibi görünen politikalar bugün kabullenilebilir hale geldi. Devletlerin hiçbir değeri önemsemeden müstakil hareket edebilme yetenekleri gelecek dönemdeki krizlerin temelini oluşturacaktır. Münferit hareket kabiliyeti en çok AB gibi örgütleri etkileyeceği şüphesizdir.
Makalede ; AB nin içinde…
Makalede ; AB nin içinde bulunduğu ekonomik , siyasi ve sosyal krizlerin AB ülkelerini etkilediği gibi Balkan Ülkeleri ve Kuzey Afrika Ülkeleri üzerinde etkili olduğu tespiti var.
Ancak yıllardır AB kapısında bekleyen ve fakat henüz AB üyeliği kabul edilmeyen Türkiye 'ye olası etkileri bende merak konusu oldu .
Bu gelişmeler den sonra Türkiye hala AB ye girmek için FASIL açtırma çabasına girecek mi , yoksa bu sevda dan vazmı geçildi?
Yeni yorum ekle