Batı'nın Bireyi Anadolu'nun Ferdi

04 Mart 2022

 

Yazının başlığı birey ve fert kelimelerini eşleştiriyor. Bunu iki farklı terim olarak ele alıyor. Bunun yerine söz gelimi “birey mi, fert mi?” olabilirdi; o zaman birey veya fert terimlerinden birini seçmeyi öngörmüş olurdu. Oysa birey ve fert terimleri, bu yazı çerçevesinde birbirinden farklı kavramları ifade eder. Bu yüzden birini seçmek yerine iki kavramı yerli yerine oturtmak gerekir.

Bu ayrım başlangıçta basit bir “Türkçeleştirme” farkı gibi görünebilir. Sonuçta “birey” Türkçe kökenli bir kelimedir, “fert” ise Arapça kökenlidir. “Birbirinin yerine kullansak ne olur?” diye düşünebiliriz, ama kazın ayağı öyle değildir. Bu iki kavram aslında iki farklı dünya görüşünün uzantılarıdır. Bu farklı anlayışları Yalçın Koç Anadolu Mayası adlı eserinin temeline yerleştirmiştir.

Yalçın Koç’un bu önemli kitabının ilk bölümü maya kavramını (ki o da kültür kelimesinin zıddı olarak ele alınabilir) açıklarken, bu bağlamda toplumun oluşumunu irdeler. Sosyoloji bilimi Batı kökenli olduğu ve temel kavramları Batıdan kaynaklandığı için, Koç Batıda ve Anadolu’da toplum ve birey kavramlarını ele alır. Tabii ki Batı kökenli olmak sadece sosyoloji için değil, hemen hemen bütün bilimler ve özellikle sosyal bilimler için de geçerlidir. Böylece bundan psikoloji de nasibini alır. Brent D. Slife, Kari A. O’Grady ve Russel D. Kosits’in editörlüğünü yaptıkları Psikologların Gizli Dünya Görüşü bu durumun psikolojiye yansımalarını bilimsel çalışmalara dayanarak ortaya koyar. Aynı durum (ve hatta biraz daha fazlası) sosyoloji için de geçerlidir. Batının toplum ve bununla birlikte birey anlayışı tüm sosyoloji ve hatta psikolojinin temelini oluşturmaktadır.

Koç Batıda bireyin oluşumunu ele alarak başlar. Batıda birey toplumun en küçük, bölünemeyen birimidir. Zaten birey anlamına gelen individual kelimesinin anlamı da budur: bölünemeyen (etimoloji sözlükleri 17. yüzyıldan itibaren birey anlamında kullanılmaya başlandığını belirtiyor). Şöyle bir düşünce akla gelebilir: eğer o da bölünebilseydi, birey üzerinde durmayacak mıydık acaba? Onu bilemeyiz. Tanımlanmak istendiğinde, birey “toplumu oluşturan kişilerden her biri” olarak tanımlanır.   Bu anlayıştaki totoloji bu düzeyde pek fark edilmez. Dolayısıyla ilk bakışta bireyin böyle anlaşılması hepimize doğal gelir. Totoloji, toplumu oluşturmaya geçtiğimizde ortaya çıkar. Toplum bireylerin toplamından oluşur. Yani birey topluma göre (“nazaran” daha doğru olur) oluşturulurken, toplum da bireye göre oluşturulur. Meşhur anekdottur:

İlk zeka testini geliştiren Alfred Binet’ye sorarlar:

    -Sizin geliştirdiğiniz test neyi ölçüyor?

Cevap verir:

    -Zekayı.

Gene sorarlar:

    -Peki, zeka nedir?

Binet cevap verir:

   -Benim testimin ölçtüğü şeydir. 

Batının toplum ve birey kavramları da böyledir:

  • Birey nedir?
  • Toplumun en küçük birimidir.
  • Toplum nedir?
  • Bireylerin oluşturduğu topluluktur.

Bu aslında kısırdöngüdür. Bu kısırdöngünün kârlı olan tarafı ise toplumdur, çünkü hem bireyi hem de ondan yola çıkarak kendini tanımlamaktadır. Koç bu durumun Kilise tarafından belirlendiğini söyler. Batıda Kilise bireyin oluşumuna izin vermiş, ama onu kendisi ile göbekten bağlı bir şekilde oluşturmuştur. Bireyin kilisenin (ve toplumun) dışında varlığı tanınmaz. Dolayısıyla Batıda birey Kilisenin mensubu olarak kimlik (bireylik) kazanır. Buna karşılık Anadolu Mayasında birey topluma göre tanımlanmaz. O ferttir, yani kendi başına var olabilen bir bütünlüktür. Toplum fertlerden oluşur. Fert münferit (kendi başına, ayrı) olarak var olabildiği halde, birey bir sayma birimidir ve iki’ye ihtiyaç duyar. Bir ile iki arasında bir aynılık vardır, ikisi de sonuçta bir sayıdır. Böylelikle Batının anlayışına göre fert oluşmaz; kendine sürekli olarak toplum içinde yer arayan bir “bölünmeyen” olmanın ötesine geçemez. Fert ise kendi başına varolur. Fertler arasındaki ilişki de aynılık ilişkisi değil, kardeşlik ilişkisidir. Sayı olarak iki bir’in aynısıdır. Ama bir fert diğer ferdin aynısı değil kardeşidir, benzeridir.

Toplumun nasıl oluştuğu ile ilgili en meşhur görüşlerden biri Jean-Jacques Rousseau’ya aittir. Rousseau toplumun bir sözleşme olduğunu söyler; ilgili kitabının adı da “İçtimai Mukavele”, yani “Toplumsal Sözleşme” veya “Toplum Sözleşmesi”dir. Buna göre, bir toplum bireylerin (onları zaten topluma göre konumlandırdığımızı söylemiştik) anlaşmasına, sözleşmesine dayalı olarak oluşur. Sözleşme bireyleri sayıya indirir. Sayıların birbirlerinden farkı da, kendi başlarına anlamları da yoktur. İki, ancak bir ve üç arasında bir anlam kazanır. Benzer şekilde toplumda bireylerin de kendi başlarına anlamları yoktur, diğerleri arasında bir anlam kazanır. Sözleşme bireyleri toplum şemsiyesi altına toplar ve onlara bir bütünlük kazandırır.

Anadolu Mayasında ise toplum cemiyettir, yani bir araya geliş’tir (cemiyet terimini anlaşılma kolaylığı için ben tercih ettim, Koç’un kullandığı terim değildir). Bir araya gelenler kendilikleri olan, ayrı bir varlık olarak varlığını ilan ve iddia eden “fert”lerdir. Bu yüzden Mümtaz Turhan Krech, Crutchfield ve Ballachey’den çevirdiği kitaba “Toplum İçinde Birey” değil, “Cemiyet İçinde Fert” adını verir. Bu tercih basit bir çevirmen tercihi değildir.

Koç’un düşünceleri “birey ve toplum öyle tanımlansa ne olur, böyle tanımlansa ne olur?” denilerek geçiştirilemez. Toplumun oluşum süreci irdelendiğinde, önemi daha iyi anlaşılır. Toplum bireyi oluşturmak için önce gruplara, sonra altgruplara ayrılır. Her ayrılma bir güç azalması, dağılmasını ifade eder; çünkü merkez toplumdur ve meşruiyetlerini toplumdan almaktadırlar. Merkezden gelen güç de her seferinde dağılıp ayrılarak küçülür. En sonunda bireye geldiğimiz zaman, artık kendisinin herhangi bir gücü olmayan, gücünü toplumdan kendisine ne yansıdı ise ona dayandırabilen, atom gibi bir yapı ile karşı karşıya kalırız; hem o kadar küçük, hem de artık o kadar görünmez olmuştur.

Toplumu fertlerden oluşturmak ise tersine bir yol izler. Fertler kendi başlarına bir güce sahiptir, bu güçlerini bir araya getirerek daha güçlü birliktelikler oluştururlar ve toplum onların en güçlü hale geldikleri oluşumdur. Toplum ferde “benim en küçük parçam” gözüyle değil, “beni oluşturan güç” gözüyle bakar.

Kötü bir senaryo kuralım: Toplum dağıldığında ne olur? Batıda toplum dağıldığında ortada birey kalmaz, çünkü gücünü toplumdan alıyordur ve güç kaynağını kaybetmiştir. Bizde bu gibi durumlar için “sersem tavuk gibi” deyimi kullanılır. Anadolu Mayasında ise toplum (bu genellikle devlet şeklinde tezahür etmiştir) ortadan kalktığında fertler kendilerini güçsüz hissetmezler, çünkü güç kaynağı kendilerinde, içlerinde, “gönül”lerindedir. “Gönül birliği” yaparak “kardeş”leriyle yeni bir toplum (ve devlet) inşa ederler. Bu yüzden “üç Türk bir araya geldiğinde devlet kurmaya kalkar” denmiştir.

Özet olarak Yalçın Koç’un düşünceleri basit bir odak değişiminin ötesinde, temel bir farklılığa işaret eder; dünyaya, ferde, insana farklı bakışları ve Anadolu Mayasının özünü ortaya koyar. Birçok önemli sonuçlarının arasında “kardeşlik”i ve “gönül”ü tesis etmesi ayrıca takdire şayandır.

Not: Yalçın Koç’un kelime ve ifadeler hususunda titizliği malumdur. Buradaki düşünceler de Koç’un düşünceleri olarak değil, onun düşünceleri üzerine benim yorumlarım, olarak okunmalıdır. 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
1 kez görüntülendi. 965 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.