2019 yılının Ekim ayında vizyona giren Joker filmi çok büyük ilgi gördü.
Zamanın ruhuna uygun bir film çekmiş Todd Phillips. Kötülükle iyiliğin arasındaki sınırların flulaştırıldığı bir zamanın…
Joker, bir çizgi romandan beyaz perdeye taşınan bir karakter.
Bizde yaygın olan umumi kanaatin aksine çizgi romanlar (ve çizgi romanlardan hareketle çekilen filmler) sadece çocuklar için üretilmez.
Özellikle de Joker’in yer aldığı Batman için bu böyledir.
Joker karakteri 1940 yılında yayımlanan ilk Batman hikayesinde ortaya çıkmış.
Zaman içinde çok farklı şekillerde yeniden yeniden üretilmiş.
Son film, Joker’in ortaya çıkışını, bir yandan çocuklukta yaşadığı travmalardan kaynaklanan psikolojik sorunlarıyla uğraşırken durmadan zulme uğrayan, aşağılanan, haksızlığa uğrayan ve ne toplumdan ne çevresinden destek bulabilen “zavallı” bir adamın elinde olmadan psikopatlaşması şeklinde anlatıyor.
Yani hikâyeyi kötünün perspektifinden aktararak “kötünün aslında pek de kötü olmadığını” düşündürüyor!
Neticede süper kahraman Batman de “yanlış” yapanları cezalandırıyor Joker de!..
Film seyircisini, “birini iyi diğerini kötü yapan nedir” sorgulamasına itiyor.
İyiyi iyi (ve haklı) yapan zenginliği, yakışıklılığı ya da pahalı, şık kıyafetler giymesi mi?
Kötüyü kötü (ve haksız) yapan çirkinliği, zevksizliği, kabalığı, fakirliği mi?
Eski çizgi romanları okuyanlar, önceki filmleri seyretmiş olanlar bilir: Aslında Joker’in ortaya çıkışının orijinal hikâyesi son filmde anlatıldığı gibi değildir.
Hikâye tamamen endüstrileşmiş, karanlık, gotik, sevgisiz ve soğuk Gotham şehrinde başlar. Joker aslında kimya mühendisliğinde ileri derecede uzmanlaşmış suça meyilli bir sanayi işçisidir. Bir gün tehlikeli kimyasallarla dolu bir kazana düşer. (Hikâyenin 1951’deki versiyonunda hamile karısını desteklemek amacıyla yeterli para bulamadığından küçük suçlara bulaşmak zorunda kalan Arthur Fleck'in kazana düşmesinin sebebi kendisini kovalayan Batman’in bizzat kendisidir.) Kimyasalların etkisiyle derisinin rengi bembeyaz, saçları yeşil, dudakları kıpkırmızı olur ve çıldırır. Ağzının çevresini yakarak deforme eden asit, yüzünde onu sürekli gülüyormuş gibi gösteren derin çizgiler oluşturur. Artık istese de kurtulamayacağı bir palyaço görünümüne mahkûm olmuştur. Etrafına topladığı kimselerle beraber, engel olamadığı kahkahaları eşliğinde vandallığa başlar. Hedefi para kazanmak ya da güç devşirmek değil müesses nizamı yıkmaktır. Devleti karşısına almış, bir anarşiste dönüşmüştür Joker!
Düzenin “patronlarından”, zengin kapitalist Bruce Wayne, parasının ve “bilimin” sunduğu imkânlarla Batman kostümüne bürünüp bu “teröristi” hizaya getirecektir!
Hikâyedeki “sanayileşmenin” psikopatlaştırdığı (yabancılaştırdığı) sanayi işçisi motifi tanıdık geldi mi?
Aslında ilk çıktığından bu yana, sosyolojik bir tezi (ve anti tezini) geniş kitlelere basitleştirerek anlatmanın bir aracı olarak kullanılmıştır Joker karakteri.
Son filmde de benzer bir niyet seziliyor.
Post modern çağın ve post truth devrinin sosyolojisi yapılıyor.
Nasıl mı?
Önce aşırı basitleştirilmiş bir özet verelim:
Modern - Post Modern - Post Truth
Modernliğin gelişiyle birlikte tanrısızlaştıkları ve “dinsel dogmalara’ inançlarını yitirdikleri için insanlar giderek bireysel düşünmeye, kendilerine aşırı odaklanmaya başladı.
“Bilimin ışığı ile aydınlanan” kitleler artık birilerinin kendilerini Allah ile aldatmasına müsaade etmeyeceklerdi.
En önde gelen sosyal yapılardan biri olan “din” aydınlanma, sanayileşme ve şehirleşmeyle etkisini yitirdi.
Din zayıfladıkça toplumsallık da zayıfladı. Bireysellik, bencillik ön plana çıktı.
İnancını yitiren toplumun ahlâkî bir boşluğa düşmesine nasıl engel olunacaktı?
“Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” bireylerin bir arada yaşayabilmesini nasıl temin edeceklerine kafa yoran modern düşünürler, büyük dinlerinkine benzer kapsayıcılıkta bir düşünce olarak “bilimi” oluşan boşluğa yerleştirebileceklerini düşündüler.
Zygmunt Bauman’ın sözleriyle aktaracak olursak, “Kilisenin, şimdi tükenmiş ya da etkisiz kalmış olan ahlâki gözetiminin bıraktığı boşluğun, dikkatle ve ustalıkla uyumlulaştırılmış bir dizi rasyonel kuralla doldurulabileceğine ve doldurulması gerektiğine; inancın artık yapmadığını aklın yapabileceğine; gözlerini dört açar ve tutkularını bastırırlarsa insanların karşılıklı ilişkilerini, inançla ‘körleştikleri’, yabani ve evcilleştirilmemiş duygularının başıboş bırakıldığı dönemlerde olduğu kadar, hatta belki de o dönemlerde olduğundan daha çok ve daha iyi (daha ‘uygar’, barışçıl ve rasyonel bir şekilde) düzenleyebileceklerine içtenlikle inandılar. Bu inanca paralel olarak, artık Tanrı’nın emirlerinin ardına gizlenmeden “insan yapımı” kökenini yüksek sesle ve utanmadan ilan edecek ve buna rağmen (ya da daha doğrusu bu sayede) “tüm rasyonel insanlar’ın benimseyeceği ve boyun eğeceği ahlâki bir kod oluşturmak için durmaksızın çaba gösterildi.” (Postmodern Etik, Zygmunt Bauman)
Modern insana “her şey” düzeltilebilir geliyordu. Ama kazın ayağının öyle olmadığı anlaşıldı.
Max Weber, rasyonel bir etik üretme iddiasının başarılı örnekleri olarak gösterilen kapitalist tecrübelerinin aslında Protestan ahlakına (yani esas itibarıyla yine dine) dayandığını gösterdi.
Dini tamamen dışlayarak ilerlemek isteyen birçok ülkede korkunç acılara sahne olacak totaliter rejimler kuruldu.
Rasyonel bilim de dertlere deva olmuyordu. Hayatta en hakiki mürşidin ilim falan olmadığı ortaya çıktı. Eski devirlerde din nasıl muktedirlerin elinde bir sömürü aracına dönüşmüşse modern zamanların bilimi de güç sahiplerinin elinde bir tahakküm aracına dönüşüyordu.
Tanrı fikri kaybedilince her kul tanrı sayılır oldu. Bu nevzuhur “tanrılar” arası çatışmanın nasıl giderileceği sorusuna cevap üretilemedi. Çünkü yeni tanrılar eşitti ama bazıları “daha eşitti”.
Bizim üstümüzde bir irade yoksa “neden ahlaklı olmalıyız?” sorusuna tatmin edici bir cevap verilemedi.
Bauman “hümanist projenin uygulanabilirliğine ve nihai zaferine duyulan inancın” boş bir inanç olduğunu, müphem ya da çelişkili olmayan bir ahlâkın, evrensel olan ve “nesnel temellere dayanan” bir etiğin pratik olarak imkânsız olduğunu, post modernitenin böyle bir ihtimali reddetmek üzerine kurulu olduğunu söylüyor.
Bu iddia insan topluluklarını karanlığın, ayazın ortasında bırakan ürkütücü bir iddia…
Batman ve Joker’in ahlaken birbirlerine üstün olmadıklarını teslim eden ama bunu yaparken aslında “ahlâkî” diye, “iyi” diye bir şeyin var olamayacağını ileri süren bir iddia.
Dostoyevski, “Tanrı yoksa her şey mubahtır” derken bu noktaya dikkat çekiyordu.
Tanrıyı insanın hayatından çıkartmanın cehennemin kapılarını açtığını düşünüyorum. Hem de daha yeryüzündeyken…
Yıldızların koyu bulutlar ardına saklandığı bir gece tasavvur edelim. Okyanusun ıssızlıklarında, zifiri karanlıkta yapayalnız ve pusulasız kalan bir geminin sakinleri istikametlerini tayin edemezler. Çünkü -hangi gelişmiş teknolojiyi kullanırsa kullansın- hiçbir gemi kendi dışında bir referans noktası olmadan istikamet belirleyemez.
Ahmet Hamdi Tanpınar “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde bu konu ile ilgili olarak kahramanına şunları söyletir:
“Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzere yarattı; insan da saati kendine benzer icat etti… İnsan saatin arkasını bırakmamalıdır. Nasıl ki, Allah insanı bırakırsa her şey mahvolur! Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur! ../.. Maden, kendiliğinden ayar kabul etmez. İnsan da böyledir. Salâh, iyilik, Hakk’ın bize lütufla bakışı sayesinde olur. Saat de böyledir.”
Bauman özetle “evrensel iyi ve kötü diye bir şey yok, boşuna aramayalım, olursa ancak parçalanmış, göreceli, geçici, konjonktürel iyilikler olabilir, bunu kabul edelim” derken aslında tanrıyı hayattan çıkartan insanoğlunun başarısızlığını ilan eden teslim bayrağını göndere çekmiş oluyor.
Joker’in yönetmeni Todd Phillips de Bauman’ın iddiasını vülgarize ederek kitlelere taşıyor.
Bence yanılıyorlar...
Evrensel iyi ve kötüler, doğru ve yanlışlar VAR ve hiçbir dünyevi güç bunu değiştiremez.
Çok güçlü, çok zengin, çok kurnaz, çok karizmatik kimseler peşlerine taktıkları milyonları kandırıp kötülüklerini “iyilik” gibi sunmayı başarsalar da asıl “geçici” olan onların bu başarısıdır.
Ahlaklı olmanın ne demek olduğunu Batman’den de Joker’den de, onların “kolpalığını” fark ve itiraf eden Bauman’dan da, ıslah ediyoruz derken fesada uğrattıkları kitlelerin omuzunda yükselen “liderlerden” de öğrenecek değiliz…
Çünkü isteyen istediği kadar inkâr etsin, Allah var!
Hangi coğrafyada, hangi zamanda, kim tarafından yapılırsa yapılsın masumları öldürmek, çocukları taciz etmek, çalmak, yalan söylemek, emanete hıyanet etmek hep kötü, hep yanlış olacak.
Hangi coğrafyada, hangi zamanda, kim tarafından yapılırsa yapılsın merhamet göstermek, doğru sözlü olmak, hastanın, fakirin, yetimin, öksüzün, düşkünün yardımına koşmak hep iyi, hep doğru olacak.
Çünkü Allah var ve bize lütufla bakıyor…
Yararlanılan kaynaklar:
https://www.the-philosophy.com/god-exist-permitted-dostoevsky
https://en.wikipedi0.org/wiki/Joker_(character)
https://www.alticizilisatirlar.net/node/2
ilgimi kaybetmeden okuduğum
ilgimi kaybetmeden okuduğum üzerinde durup düşündüğüm kıymetli bir eser olmuş.
Yeni yorum ekle