Kader meselesi çok çetrefil bir mesele. İnsanoğlunun yeryüzü macerası boyunca kafasını en çok karıştırmış meselelerden biri. Doğulu veya Batılı, Müslim veya gayri-Müslim düşünürleri, mezhep imamlarını ve kanaat önderlerini epey uğraştırmış olan kader meselesinin bugün de herkesin ittifak ettiği bir nihai çözümü yok. Her birimiz kafamıza yatan, iyi-kötü bizi tatmin eden cevabın peşinden gidiyoruz.
Bu çerçevede İslam mezhepleri tarihi öteki pek çok konuda olduğu gibi kader meselesinde de epey renkli bir yelpaze, heyecan verici bir çeşitlilik arz ediyor. Kaderiye, Cebriye, Mürcie, Mücessime, Mutezile ve çeşitli versiyonlarıyla Ehli Sünnet bu bağlamda bir çırpıda sayabileceğimiz mezhepler.
Öte yandan yurdum insanının eleştirilecek pek çok yönü olsa da, mizah duygusu ve zaman zaman güncel gelişmelerle ilgili ürettiği ince zekâ ürünü espriler gerçekten hayranlık verici. Sosyal medyada son zamanlarda WhatsApp’la ilgili yapılan tartışmalar ve takipçilerine imzalatmayı teklif ettiği yeni sözleşme bağlamında WhatsApp’a nasıl bir tepki vermek gerektiği konusunda sosyal medyada paylaşılan bir mesaj çok hoş, üzerinde durmaya değer. Aslında sadece dost ve arkadaş çevresinden oluşan bazı WhatsApp gruplarında paylaşmıştım; bazılarından “hocam bunu yazı konusu olarak değerlendirmelisiniz” önerisi üzerine konuya el atmak vacip oldu!
Bilindiği gibi WhatsApp günümüzün en popüler sosyal medya ortamlarından biri, yüzmilyonlarca takipçisi var; anlık mesaj, yazı, resim, vtr, görsel vb. şeyler paylaşma imkânı veriyor. WhatsApp üzerinde dostlarınızla, arkadaşlarınızla, aile çevrenizle, velhasıl sizin belirleyeceğiniz kişilerden oluşan gruplar kurabiliyor, dertleşebiliyor, yazılı ve görsel mesajlar paylaşabiliyorsunuz. Cep telefonu ve internet kullanıp da WhatsApp veya onun muadili bir sosyal medya ortamı kullanmayanımız neredeyse yok gibi.
Son zamanlarda kamuoyunun gündemindeki en hararetli tartışma konularından biri WhatsApp’ın kullanıcılarına teklif ettiği yeni sözleşmeye nasıl bir tepki vermek gerektiğiyle ilgili. Kısaca “sizinle ilgili bilgileri reklam şirketleriyle paylaşmama izin verin, yoksa WhatsApp’ı kullanmayın” şeklinde özetlenebilecek bir teklif bu. Bu teklife nasıl bir tepki vermek gerektiğiyle ilgili olarak yurdum insanının yaklaşımı hayreti şayan bir çeşitlilik ve renklilik arz ediyor. İşte kader konusundaki yaklaşımlarda gördüğümüz çeşitliliği burada da aynen sergiliyoruz. Şu mesaj meseleyi büyük bir ustalıkla özetlemiş:
Türk halkı olarak medyay-ı nâciye (bizi kurtuluşa götürecek medya) arayışındayız. “WhatsApp kurallarını zorla dayatıyor, bizim dahlimiz yok” diyen Cebriyye, “her şey bizim suçumuz; baştan bu sosyal medya sahiplerinin burunlarını kaldırmayacaktık” diyen Kaderiyye, “ne olacağımızı Allah bilir, haklar ve sorumluluklar hakkında bir görüş beyan etmeyeceğim” diyen Mürcie, “WhatsApp da bir insan gibi doğar, büyür ve ölür” diyen Mücessime ve Müşebbihe, “WhatsApp bize yeter” diyen Mealciler, WhatsApp’tan tamamen ayrılan Mutezile ve “orta yolu bulalım; WhatsApp da dursun, Telegram’a geçenlere de kızmayalım” diyen Ehl-i Sünnet.” Bravo, tek kelimeyle şapka çıkarılacak bir betimleme; WhatsApp tartışmaları aynasında İslam mezhepler tarihinin özeti!
Hz. Peygamberin (as) vefatından kısa bir süre sonra hilafetin kimin hakkı olduğuna dair başlayan görüş ayrılıkları, Hz. Ali ve Muaviye taraftarları arasındaki tartışmalar ve iktidar kavgası zamanla itikadi bir boyut kazanarak kader meselesi üzerinden İslam tarihine damga vurmuştur. Hz. Ali-Muaviye çatışması hakem hilesiyle de olsa Muaviye’nin zaferiyle sonuçlanmış, hilafet merkezi Medine’den Şam’a taşınmış, dört halife devri sona ermiş, Emeviler dönemi başlamıştır. Hilafetin Ali’nin hakkı olduğunu ileri süren Ali taraftarları daha sonraki dönemlerde Alevilik ve Şia akımlarının temelini oluşturmuştur. Ali’nin de, Muaviye’nin de hatalı olduğunu, Allah’ın yolundan saptığını düşünen ve her iki tarafı da terk edenler Hariciler adıyla ayrı bir grup oluşturmuşlardır. Kendileri gibi düşünmeyenlerin hiç acımadan kellesini alan acımasızlık, radikallik ve tekfircilikleriyle Hariciler sonraki yüzyıllarda ortaya çıkacak radikal-selefi tekfirci hareketlerin tarihsel-itikadi öncüsüdür. Muaviye’nin oğlu Yezid’in hilafeti döneminde Kerbela’da yaşanan ve Hz. Peygamberin (as) torunu Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının katliyle sonuçlanan facia İslam tarihinin sonraki dönemine hem siyasi-sosyal, hem itikadi anlamda damga vurmuştur. İktidardaki Emevi halifeler “bütün bu olanlar kaderdir; Allah böyle istediği için böyle olmuştur; kaderden kaçış yoktur; başınızda bizim olmamız da, kaybedenlerin başına gelenler de kaçamayacağımız bir kaderden başka bir şey değildir” demişlerdir. Böylece esasen siyasi bir ihtilaf ve iktidar kavgasının parçası olarak patlak vermiş kader tartışması, zamanla itikadi bir boyut kazanmış ve İslam düşünce tarihi ve mezhepler tarihinin en önemli tartışma konularından biri haline gelmiştir.
Yukarıdaki mesajın da ustalıkla özetlediği gibi, kader konusunda iki uç, birçok da ara-orta yolcu görüş mevcuttur. İfrat ve tefrit diyebileceğimiz aşırı uçlardan biri, “kader önünde insan rüzgar önünde yaprak ve de ğassal (ölü yıkayıcı) önünde mevta gibidir, bizim bir dahlimiz yoktur” diyen Cebriyye’dir. Buna göre her şey önceden alnımıza yazılmıştır; zamanı gelince ortaya çıkacaktır; ne yapsak boştur, kaderden kaçış yoktur, başa gelen çekilecektir. Bunun tam zıddı diğer aşırı uçta ise “insan kaderini de, eylemlerini de kendisi yaratır; aksini söylemek Allah’ı zalimlikle suçlamak anlamına gelir; insan kaderinin patronudur” diyen Kaderiyye yer almaktadır. Buna göre insan kaderini kendisi yazar, başına gelenlerden dolayı kimseyi suçlayamaz. Ehl-i Sünnet mezhepleri gerek Ali-Muaviye çatışması ve gerekse kader konusunda çoğunlukla iki taraftan birine tamamen yamanmaktan kaçınmış, orta bir yol tutmaya çalışmıştır. Mürcie “bu konudaki yargıyı Hesap Günü’ne bırakalım” derken, itikadi mezhepler içinde en kayda değer olanlarından biri olan Maturidilik “insan özgür iradesiyle tercihte bulunur, Allah insanın tercihine uygun eylemi yaratır” şeklinde özetlenebilecek bir görüşü benimsemiştir. Bu satırların yazarına göre, evet insanın kendi kontrolü altında olmayan pek çok şey vardır (anne-babamızı kendimiz seçmiyoruz, dünyaya ne zaman, nerede, hangi koşullar altında geleceğimiz bizim tercihimiz değil, vs.) ama akıbetimizi belirleme konusunda insanın kaderi büyük oranda kendi ellerimizdedir. İnsanı sorumlu kılan kendi özgür iradesiyle yaptığı tercihlerdir; yaptığımız tercihler kaderimizin şekillenmesinde büyük rol oynar. İslam dünyasında ne yazık ki “kaderimiz böyleymiş, elden ne gelir” şeklinde özetlenebilecek kaderci anlayışın zamanla egemen olması bugün içinde bulunduğumuz durumun önemli açıklayıcı dinamiklerinden biridir…
WhatsApp meselesine geri dönelim. Meselenin özeti, adı bizde saklı kıymetli bir eski öğrencimin özetlediği şekliyle, şudur: İnternet reklamcılığı son yıllarda özellikle de son 1 yılda öyle ilerlemiştir ki, herhangi bir arama motorunda araştırma yaptığınız bir konu ya da bir ihtiyacınız araştırmanız bittikten sonra dahi karşınıza çıkmaktadır. Google reklamları bunun güzel bir örneğidir. Firmalar reklam vereceklerinde Google'a anahtar kelimeler sunuyor; “içinde bu kelimelerin geçtiği aramaları yapan kişilerin karşısına benim reklamlarım çıksın” diyorlar. Bu sayede herhangi bir sitede yaptığımız küçük bir araştırma başka sitelerde reklamlar kanalıyla karşımıza çıkıyor. Üstelik mobil ya da web fark etmeksizin sizi ayırt edebiliyor. Telefon internetini kullanarak yaptığınız bir araştırmayla ilgili reklamlar bilgisayarınızda da karşınıza çıkabiliyor; çünkü Google bunu mail adresinizle telefon numaranızla vs. eşleştiriyor. Facebook şirketi de son zamanlarda şirketler için inanılmaz satış stratejileri geliştirdi. Takip edilen sayfalardan tutun da Google aramalarına kadar pek çok veriyi birleştirdi ve reklam gelirlerini artırdı. Üstelik bunu yaparken yapay zekânın nimetlerinden sonuna kadar faydalandı. Şimdi ise bunu bir adım daha ileri taşıyarak, sadece takip ettiğiniz sayfalar ya da Google aramalarınız özelinde değil, yazışmalarınızda geçen anahtar kelimelerle bile bunu yapabilir hale geldi ve bunun için izin istedi. “Bilgilerinizi istediğim kişiyle paylaşacağım” demedi, “diğer Facebook şirketleriyle paylaşacağım” dedi. Başka bir deyişle meselenin özü, sosyal medya şirketlerinin ayakta kalmasını sağlayan reklam gelirleri için, sizin zevk ve tercihleriniz, ilginizi çeken şeyler konusunda pazarlama şirketlerine yararlı bilgiler aktarılması, bunun için sosyal medya kullanıcılarının onayının alınmasıdır.
Bu söylenenler çerçevesinde internet, sosyal medya, gizlilik vs. tartışmalarıyla ilgili olarak denebilir ki: Her şeyden önce, iktisadın evrensel yasaları, madde 1: Her şeyin bir bedeli vardır; hiçbir şey bedava değildir! Hiç kimse babasının hayrına size tadını çıkardığınız bunca sosyal medya hizmetini sunmaz, mutlaka bir beklentisi vardır, çoğunlukla bunun bedeli sizinle ilgili bilgilerin reklam şirketleriyle paylaşılmasıdır. WhatsApp, Telegram, Bip vs. başka alternatifler arasında bu açıdan pek bir şeyin fark edeceğini sanmıyoruz. İkincisi, internet ortamında yapılan mesajlaşma, ses ve görüntü paylaşma vs. her şeyin kaydı ve takibi mümkündür, ona göre hareket etmek gerekir. Üçüncüsü, “mahvolduk, kesecekler, bizi kendilerine esir edecekler, işimizi bitirecekler…” demeye getiren komplocular da çok korkutmasın; onların dediğine kalırsak zaten yaşadığımız fazladan, “ipler tamamen karanlık güçlerin elinde!” Akıl sağlığımız, psikolojimiz ve günlük hayatımızı yaşama sevincimizi kaybetmeden sürdürebilmemiz açısından başkalarının bilmesini istemediğimiz bilgileri sosyal medya ortamında paylaşmadan, komploculara da fazla takılmadan yolumuza devam etmekte yarar vardır.
Hocam mizahınıza :-)…
Hocam mizahınıza :-) emeğinize bilginize sağlık.
Yazınız farklı bir mevzu…
Yazınız farklı bir mevzu üzerine olsada bir hususu ifade etmek için yazıyorum.
Bu ümmetin kırmızı çizgisi genelde sahabeyi kiramın (ranhum) tamamı özelde ise Hz.Muaviye ( ranh)dir.
Yeni yorum ekle