Bizim mütedeyyin, muhafazakar, daha çatı bir kavramla ifade edecek olursak İslamcı çevrelerde dile getirilen ve inanılan bir söz vardır: “-Hilafet kaldırılmamıştır aslında. Meclisin uhdesine bırakılmıştır…”
Bazen de, hilafet müessesesinin yokluğunda bedensiz bırakılan İslam coğrafyalarındaki Müslümanların, bir ümmet bilinci ve tek beden halinde davranmaları için gerekli organizasyonu yapmak üzere Mısır’da kurulan İhvan ve Hint Alt kıtasındaki Cemaati İslami’nin varlığında hilafet aslında vücut bulmaya devam etmektedir diye düşünülmüştür. Hatta, Teşkilatı- Mahsusa ürünü olarak görülen bu tip oluşumların ülkemiz içinde temsilleri ve görünümleri olarak zaman zaman Nur Hareketi, Milli Görüş gibi hareketler de bu misyona sahip bir şekilde ele alınmaktadır.
Kızıl Goncalar dizisinde de ilginç bir şekilde resmedilen Çarşamba Cemaatinde veya meşhur namıyla İsmail Ağa Grubuna da kaldırılan saltanatın bir emanetçisi rolü yüklenmiş. Sanki yedeklenmiş bir koruma dosyası gibi algılanmalarına temel oluşturacak argümanlar var.
Laik, Kemalist Cumhuriyet sınırlarının tam göbeğinde, bu grupta yaşanan hayat tarzı, örgütlenme yapısı, gündelik hayat ve insan örüntüleri, bu tarz işaretleri fazlasıyla barındırıyor. Bu durum, söz konusu argümanları da güçlendiriyor gibi.
Kızıl Goncalar dizisinin derin devleti temsil eden yüzü İrfan Bey'in, Savcı Evren Hanım'a, Faniler grubu için "-onların yuları elimizde, fakat ruhları bile duymaz..." şeklinde serdettiği sözler oldukça dikkat çekiciydi. Aklıma 28 Şubat Döneminin kudretli generalleri geldi. Güven Erkaya, Çevik Bir gibi isimlerin mütedeyyin kesimler, kişiler ve kurumlar üzerinde sertçe esip gürledikleri zamanlar.
İşte bu sert iklimden rahatsız olup tedirginlik duyan Çarşamba Cemaati, namı diğer İsmail Ağa Grubu, Osmanlı zamanından beri yer tuttukları bu semti usulca terk etme kararı almışlardır. Rivayet odur ki yine bu kudretli generaller veya onların borularını öttürenler eliyle bu karar askıya alınmış. Onlara aynen şu söylenmiş: "Buradaki misyonunuzu mu bırakıp gideceksiniz?"
Savcı Evren Hanım'ın Sadi Hüdayi'ye söylediği "Üstünüzden teğet geçen Evren" darbesine yaptığı ima da bununla birlikte düşünüldüğünde, devlet-cemaat bağı ilginç bir hal alıyor...Derin devletçi İrfan Bey'in, tarikat ve çocuk istismarı konusunu ısrarla örtbas etme ve bir miktar cemaati koruma çabası da bunlara eklendiğinde ise bu ilgi çekici hal daha da garipleşiyor.
Fener-Rum patrikhanesinin etrafında çember şeklinde konuşlanmış Çarşamba Cemaatinin, bu patrikliğin olası bir ekümeniklik ya da misyonerlik faaliyetlerine karşı laik Cumhuriyetin koruyucu kalkanı olma misyonu ve kapısını açan patrik mensuplarının karşılarında sürekli Osmanlı hayaleti görmelerinin sağlanması cemaatin sözü edilen misyonu mudur acaba? Belki de bu misyonu cemaat, kendinden menkul bir şekilde vazife bellemiş, devletin derinliklerinde de dönem dönem bundan istifade ediliyor da olabilir.
Fener Rum Patrikhanesi etrafındaki kentsel mekana konuşlanmış ve yayılmış cemaat liderlerine patrikhanenin, etrafındaki konut ve iş yerlerini satın almalarını önlemeleri için bizzat direktif veren de yine bu devrin kudretli 28 Şubat’çılarıydı.[1] Bu durum, söz konusu devlet-cemaat ilişkisinin ve cemaate tevdi edilen misyonun derinlikleri hakkında önemli işaretler vermektedir.
Dizinin finali yaklaşırken ki ortaya koyduğu bu sahneler ve diyaloglar yanında post kavgası da tarihsel bir çok hatırlatıcı işaretler barındırıyor.
Monarşiler çağı sona ermişken İngiltere, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde halen krallık sembolik olduğu söylense de ihtişamını yer yer hatırlatan bir varlık da sergiliyor. Britanya hükümranlığı kraliçe üzerinden tüm bağlı krallıklarda son yüzyıl boyunca etkisini hiç kaybetmedi. United Kingdom tüm ihtişamı ve etkisiyle kıta Avrupa'sının merkezi durumunda ve tüm sömürgeleri üzerinde de kilise ve hanedanı aracılığıyla etkisini sürdürmektedir.
Peki bizim 4 kıtaya yayılan coğrafyasıyla anlı şanlı saltanatımıza ne oldu? Bu konuda kökten lağv girişimini sadece bizim Türkiye Cumhuriyetimiz mi yaptı? Ya da yapmış gibi mi görünüyor acaba?
Çarşamba Grubu yani namı diğer İsmail Ağa Cemaati acaba lağv edildiği söylenen saltanatın bir emanetçisi midir?
Derin devletçilerin, ideolojileri ne olursa olsun vazgeçemedikleri, her tür arbedede ve darbede koruyup kolladıkları bu grup, yedekte tutulan bir saltanatın temsilcisi, emanetçisi misyonuna mı sahiptir?
Cemaatin her fırsatta beyan da ettiği devlete bağlılığı, Osmanlıcı, saltanatçı söylem vurgusu ve bunlara bağlılığı da bilinen bir durum. Yine Ortadoğu coğrafyalarında ehli sünnet gruplarla etkin iletişimi de söz konusudur.
Yılların derin devletçisi İrfan Bey bile Faniler grubuna dönük bir ihmali ile bu bölümde derin devleti tarafından harcandığına göre bu sorular daha anlamlı hale geliyor. Daha da garip olanı en sonda söyleyelim: Mahmut Ustaosmanoğlu soyadındaki hanedan mirasçısı bir şehzadelik kokusunu da sadece ben hissetmiyor değilimdir umarım. Post kavgasının sonucu ne olursa olsun ister Sadi Hüdayi ister Cüneyt Süavi kazansın, görünen o ki posta, derin devlet çoktan oturmuş bile...
NOT: Bu bölümde, psikiyatrist bir doktoru, seküler hayat tarzına sahip ve Atatürkçü olarak canlandıran Özcan Deniz'in ve aynı dünya görüşlü kız kardeşi gazeteci kız Hande'nin Kamu spotu tarzındaki diyalogları artık can sıkıcı bir hal almaya başladı. Özellikle, Dr. Levent'in kendisini aşan bir oyunculuk performansına rağmen, didaktik tarzı, kamu spotu tadındaki mesaj verme kaygılı konuşmaları ya kötüleşen, yorulan oyunculuk ya da senaristlik performansı ile ilgili olabilir. Bu performans düşüklüğü, savcılık önünde protesto için toplanan kalabalıkların gerek sloganları gerekse oluşturamadıkları atmosferde de kendisini göstermektedir. Bu sahnelerde amatörce sergilenen bir müsamere tadı var sanki. Dizinin bu tarz kolaycılıklara yönelmemesi nitelik açısından çok önemlidir. Ayrıca, dizinin, başından beri başarıyla yürüttüğü ve taşıdığı iki zıt dünyayı anlatırken gözettiği terazi kefeleri dengesini koruma hassasiyeti son birkaç bölümde bozulmuş görünüyor. Umarım toparlar.
Çarşamba Cemaatinin liderleriyle yapılan bu söyleşide, 28 Şubat Döneminin rüzgarının en sert ve en soğuk hissedildiği zamanlarında askerlerce, patrikhanenin gerek misyonerlik gerekse Fatih/Çarşamba havalisinde mülk satın alma yoluyla konuşlanma çabasına karşı kendilerine vazife tevdi edildiğine dair ifadeler oldukça ilginç.
Yeni yorum ekle