Nâzım Hikmet, Abidin Dino’ya “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama...” şeklinde bir şiirle seslenmiş ve mutluluğun resmi çizilmiştir.
Şimdi ise dünyada kötülüğün resmi çiziliyor, işin kolayına kaçılarak... İnsafsızca tüm kötüler ve karanlık güçler bir araya gelerek, masum bir halka her türlü zulmü reva görüyorlar.
Peki nasıl oluyor da çoluk-çocuk, kadın, ihtiyar demeden bir halka bu kadar büyük kötülükler yapılabiliyor?
Bunun sebebini “kötülüğü tanıyarak” anlayabiliriz. Tarih boyunca başkasına yapılan kötülük nedenlerinden biri, insanın içindeki korku duygusunun kullanılmasıdır. Kaygı ve korkuyla beslenen kötülük, başkasına yaptığı kötülükte kendini haklı bulmakta ve bunla avunarak eylemleri gerçekleştirmektedir.
Konuyu biraz açalım: Kaygı, kişinin kendi benliğinde veya içinde yaşadığı toplumda varlığını tehdit eden uyarıcılar karşısında hissettiği duygu; korku ise algılanan tehlike karşısında, bireyin kendini savunmak için gösterdiği yoğun tepkidir. Kaygıyı korkudan ayıran şey, tehdit veya tehlike olarak görülen şeyin gerçekleşmesidir. Kaygı belirsiz iken, korku belirlidir artık...
Sosyal psikolojide korku, insanın doğru düşünmesini engellerken, refleks hareketler göstermesine sebep olan bir duygudur. Zira korkuya kapılan kişi gördüklerini farklı algılar; zihninde ağır duyusal tepkiler (öfke, intikam gibi) meydana gelir. Korkuyla birlikte denge duygusu kaybedilir ve ‘Ben yapmazsam, o bana her kötülükleri yapacak!’ düşüncesiyle, kötülük yapılır. İnsanın içinde büyüyen korku; öfke, nefret, kin ve intikam duyguları ile birleşirse, iyilik ve merhamet adına hiçbir engel onun önünde duramaz. Çünkü saldırıya uğrayan kimse, kendini savunma hâlinde sanır ve buna hakkı olduğuna inanır.
İnsanların şeytanca ya da canavarca başkasına kötülük yapması, en çok savunma ve güvenlik amaçlı kendisinin ve toplumun hayrı/bekası için yapıldığında gerçekleşir; kimi zaman da iktidarı elde etmek, servet sağlamak ve bazı menfaatler için tabi ki... Şeytani kötülük düşüncesi, siyasetin bir ayakoyunu olursa, kendilerini tehdit altında gören kandırılmış insanlar her kötülüğü yapar hâle gelirler. Siyasi çabanın da etkisiyle korkmuş insanlar, kötülük fikrine çabuk alışırlar: ‘Düşman her yerde ve gizlenmekte, toplumu bozmaya ve ulusu bölmeye teşebbüs etmektedir(!).’ şeklinde siyasi, dini ve ideolojik anlatılar, geçmiş tarih tecrübesiyle birleşir ve güncel bazı hadiselerle birlikte, toplum düşmana savaş açar. Öyle ki bu yönde yoğun propagandaya maruz kalmış insanlar, ‘öteki’ denilen düşmanla savaşmaya kendini mecbur hissederler. Peki bu halde kime güvenilecektir? Tabi ki Tanrı’nın yeryüzündeki vekillerine, devletin gücünü bağrında taşıyan siyasi liderlere ve otoritelere... Toplumun duyduğu korkuyu bastıracak ve onları kurtaracak olan onlardır, bu yüzden lidere itaatle bağlanmak şart olur. Şu hâlde, liderin gösterdiği karşı düşmanın (ideolojik, etnik ve dinsel kimlikle saptanmış terörist vs. tanımlamalarla) her ne olursa olsun, kötülükle yok edilmesi gerekecektir(!) Ancak felsefeyle düşünenler, bu psikolojik harekata hemen katılmazlar, gerçeği anlamak için tarafları sağduyuya davet ederler, savaşı son çare olarak görüp barış için direnirler ve mevcut otoriteye itaat etmezler... Bu nedenle onlar için de yakıştırılan sıfat, hâinliktir; beka kaygısı taşıyan bir milletin, dış odaklarına, emperyalist güçlerine hizmet eden tehlikeli piyonlardır onlar(!) Hâin sayılan bu kişiler, düşman saflarına dahil edilir ve korkunun var ettiği güvensizlik içinde, devletin bekasını (esasta mevcut iktidarı) kurtarmak gerekir(!) Ülke içinde yuvalanmış hâin mikroplar ve dışarıdaki düşmanlar topyekûn temizlenmelidir. Toplum, ne yazık ki nasıl bir psikolojik harekata maruz kaldığının, böylesine bir aldanmaya nasıl düştüğünün, kötülüğe ne şekilde alet olduğunun ve neden her kötülüğü yapmaya başladığının farkına bile varmaz.
İşte kötülük, içten gelen bir duygu ile insanı böyle sarmaktadır...Kötülüğün bu niteliği üzerinde düşünmüş olan yazar Phillip Cole, “Kötülük Miti” adlı kitabında asıl düşmanın içte olduğunu şöyle anlatır:
Toplum/millet, büyük bir korkunun etkisi altına girdiğinde, doğal olarak buna sebep düşman arar: ‘Düşman, içimizde gizlenmekte; toplumu mahvetmeye niyet etmekte; insan suretinde kılık değiştirmiş şeytan şeklinde, bizi bölmek veya ayırmak istemektedir.’ Cole’ye göre, siyasi kötülükler, toplumun kuruluşu ve bekâsı adına, hayali ve kötücül bir düşmandan duyulan korkuya dayalıdır. Etnik, politik ve kültürel belleğe kazınan korku ve nefret, her kriz anında yeniden canlandırılır, kindar ve gaddar olunmak üzere ulusal mirasa dönüştürülür. Toplumda barış içinde yaşamayı düşünenler, milletin varlığına tehdit olur ve ancak bunların yok edilmesiyle dirlik ve birlik sağlanır(!) Bu hâlde, korkuya karşı savunma, ‘düşmanla savaşacağını söyleyen güçlü lidere’ boyun eğme ve ona uyum göstermedir. Bu doğrultuda siyasi otorite, ‘toplumsal birliğe zarar verenlerin çok kötü insanlar’ olduğuna dair inancı kuvvetlendirir ve insanların en karanlık tarafına hitap ederek, hepsini temizlemek için ‘terörle mücadele’ başlatır... Düşünürler, tarih boyu devam eden şeytani kötülüğün, kendilerini tehdit altında hisseden ya da tehdit altında hissetmeleri için gücü elinde tutanların fayda sağladığı toplumlarda çok fazla görüldüğü kanaatindedirler.
Şu halde istisnasız ‘ötekileştirilen ve düşmanlaştırılan’ kimseler, kötülükten nasibini alırlar. Kitlesel bir itaatin yarattığı topyekûn kötülük ve şiddet sarmalı, katı toplumsal normlar üretir; yöneten lider, yönetilenleri itaate, lidere sadakate, çıkarılan otoriter yasalara bağlılığa çağırır. Düşmanın her zaman hazır ve nazır olduğu, beka söylemiyle birlikte güvenlik endişesi, ülkede olağanüstülük hâline dönüştürülür. Siyasi iktidarın varlık-yokluk savaşına katılan herkes, paranoyak biçimde birer muhbir vatandaş olur. Bu makbul vatandaşlar, kendisine söylenen her görevi gönüllülükle yerine getirirler. Korku damarı kabarmış insanlar, merhametin yumuşak sesini öfke, kin ve nefretle boğarlar. Geriye haset, hınç, intikam gibi olumsuz ve tepkisel duygular kalır; insanın ötekini anlamasının/empatinin yerini, düşmana saldıran istihbari garnizon birlikleri alır. Liderinden işaret bekleyen, emre hazır kitlelerdir bunlar... Tıpkı Hannah Arendt’in, tarihte Hitler ve ordusunun yaptığı kötülükleri hatırlatır tüm yapılanlar... Şartlanmışlığın nasıl suç işlettiği ve insanları katlederken ‘sadece verilen emirlere uydum’ şeklindeki mazereti, “Kötülüğün Sıradanlığı” ile açıklanabilir ancak... H.Arendt’in dediği gibi döngü hep budur: “Totaliter rejimler, tabanlarını ahlâksızlaştırarak, kendi suçlarına ortak ederler!”
“Korkunun ecele faydası yoktur” denir ya toplum üyeleri, ürkütücü ve korkutucu mesajlardan çok fazla etkilenince, ruhsal dünyaları artık hayatta kalma ve ölüm korkusu arasında sıkışır. Yükselen korku aynı zamanda kişiyi saldırgan yapmıştır. Bu ruhsal veya zihinsel şartlanma, şahsiyeti gelişmemişlerin, iktidar gücüne dayanmak suretiyle zayıflıklarını kapatma fırsatı verir: ‘Devlet ve vatan için gözümü kapatırım, vazifemi yaparım!’ anlayışıdır bu... İşte kötülük düşüncesinin insanı çukura attığı yer burasıdır: Kişinin doğru adım atmasını sağlayacak ilkeleri aklından ve vicdanından çıkarmasıdır! Devlet yetkilileri ne derse, doğru olan odur. İyi ile kötü arasında ayrım yapmak, bireysel vicdan konusu değil, devletin bekası sorunudur ve insan hakları bu noktada en son sırada yer alır. Kötülük yapma düşüncesi, ahlâksızlıkla birleşerek saldırganlık dürtüsü hâlini alınca da kişiler, hissizlik ve düşüncesizlik içinde sorumluluk duygusundan kurtulur...
O halde 07 Ekim 2023 tarihinden sonra başlayan insanlık trajedisinin anlamı nedir? Filistin halkı içinde örgütlü bir grubun saldırısına karşılık, İsrail’in bunu tüm dünyaya servis ederek, daha fazla saldırma hakkı için kendine koz hâline getirmesi nedendir?
Bir yere askeri saldırı yapmak isteyenler, önce psikolojik harekatı başlatırlar; yani kaygıyı korkuya çevirirler. Çünkü belirsiz bir kaygı, tepki doğurmazken; yok edilme korkusu, şiddetli tepkilere neden olacaktır.
Sonuçta, masum bir halkın tepesine inen bombalar, kanlı büyük bir savaşın habercisidir. Kötülüğün resmini çizenler, soykırım uygulayanlar (İsrail garnizon devletinin, Filistin halkına yaptığı acımasız saldırıları ve katliamları), insanların korku damarını tahrik ederek, arkasında başka amaçları gizlemektedir ve sonrasında haksız işgaller gelecektir. Batılı ülkeler, kurgulanmış bu korkuya fazlaca kapılmış durumda, Filistin halkının var olma hakkını görmezlikten gelmektedir. Dünya insanları bu vahşeti sessizce seyretmekte ve içten içe duygu-durum bozukluğu yaşamaktadır. Tekrarlamalıdır ki korku, insanın doğasında vardır ve bu duygu, kötüler tarafından kötülük yapmak için kullanılır. Bunun karşı cephesi ise her şeye rağmen barış ile birlikte yaşamayı isteyenlerdir.
Kaynaklar:
Kötülük Miti/ Phillip Cole/İş Bankası/ Şubat 2023 Baskı
https://www.punctumdergi.com/post/kotuluk-cemaati
Kaygı ve Korkunun İzdüşümü: https://dergipark.org.tr
Yeni yorum ekle