Mahkeme Kararı mı Kamu Vicdanı mı?

13 Aralık 2020

 

Basından, Yazar Hasan Ali Toptaş ilgili olarak cinsel taciz ve saldırıya maruz kaldıkları iddiasını taşıyan kadınların bir whatsapp grubu oluşturup ifşa hareketini başlattıklarını öğreniyoruz.

Yazar bu iddialara karşın 20’e yakın kadını taciz ettiğini itiraf ediyor, durumu “eril faillik”le açıklayıp kadınlardan özür dileyen bir açıklama yapıyor.

Yine kadınların sosyal medyada taciz ifşa hareketi bir başka kişide yankılanıyor. İhtiyar Kitapçı namında İbrahim Çolak sosyal medyadan bir itirafta bulunuyor. “Kimse tamamıyla suçlu değildir lakin başkalarına söylediğim,” kendimize yakışanı yapalım” düsturunu kendim için tutamamış olmama gerçek bir pişmanlığım var. Kendimi böyle bir sona hazırlamamıştım. İyi bir insan olmaktı dileğim, başaramadım. Ben, şu saatten sonra eşimin, evlatlarımın, dostlarımın yüzüne bakamam.” şeklinde bir tweet atıp sonra intihar ediyor.

İfşa hareketini başlatan kadınlar neden cinsel taciz ve saldırıdan sonra mahkemeye başvurup failin cezalandırılmasını istemiyor da sosyal medya yoluyla cezalandırma yolunu seçiyorlar?

Öyle sanıyorum ki hem yargılanma süreciyle ilgili meşhur bir yazar karşısında dezavantajlı durumda olacaklarını hem de mahkemece verilecek kararın yürek soğutacak bir karar olmayacağını düşünüyor olabilirler.

Bu nedenle tacize uğrayan kadınlar konuyu sosyal medya yoluyla kamu vicdanına taşımışlar. Kamu vicdanının yargısı o kadar ağır ki. Bu yargı sonucu kişiler infazlarını kendi elleriyle gerçekleştirmişlerdir. Biri itiraf ederek sosyal itibarını sıfırlamış diğeri ise kendine idam cezası vererek canından olmuştur.

Burada üzerinde durulması gereken şey suç ve ceza arasında adil bir dengenin oluşması, böylelikle mağdurun yüreğini soğutması, suçlunun ise orantısız bir ceza ile haksızlığa uğramamasıdır.

Hukukun dışında oluşan bu tür infazların hem mağdur hem suçlu açısından toplumu nereye götüreceği belli olmaz. Basına yansıyan bu münferit olayı kıstas olarak almayalım.

Sosyal medyayı hukukla ikame edersek bu durum faili belli olmayan itibar suikastçılarına, suçlu olmadığı halde ruhsal direnç gösteremeyen kişilerin intiharlarına yol açabilir.

Sosyal medya mahkeme yerine geçtiğinde haksız ve yargısız infazlara kimlerin kurban seçileceği belli olmaz. Bu yol bir şantaj aracı olarak kullanılabilir. Çok tehlikeli bir süreçtir.

Bizler sosyal medyada iddiayı görürüz ama savunmayı göremeyebiliriz. Zaten beyne ilk giren veri beyin tarafından doğru veri olarak algılanıyor. Beyin bu veriyi referans olarak alıyor. Sonradan o verinin karşıtı veriler olsa bile ilk veriyi baz alıp ona göre değerlendiriyoruz. Bu durumda bizi rahatlıkla yanılgıya düşürebilir.

Bir hikâye anlatılır.

Rusya komünizmle yönetilirken, herkes kontrol altında ve kimse dönemin hükümeti aleyhine konuşamıyor. Hükümet aleyhine konuştu diye herkes birbirini jurnalliyor. Herkes yönetimin amansız baskısı altında ama hükümet aleyhine kimse konuşamıyor.

İki kafadar meyhanede bol bol votka içiyor. İyiden iyiye sarhoş olunca, hükümet aleyhine atıp tutmaya başlıyorlar. Her ikisi de gördükleri baskı ve zulmü anlatıyor, hükümeti lanetliyorlar.

Geç vakit olunca, meyhaneden eve gitmek üzere yola çıkıyorlar. Birlikte bir yere kadar geldikten sonra kendi evlerine gitmek için birbirlerinden ayrılıyorlar.

Ayrıldıktan sonra her ikisi de hükümet aleyhinde konuştuklarını hatırlayıp ihbar edilme korkusu yaşıyor.

Biri kendi kendine diyor ki, “Şimdi çok yorgunum, gidip yatayım. Sabahleyin ilk iş olarak gidip diğerini şikâyet ederim”.

Öbür kişi “Yarına kadar ne olur ne olmaz, en iyisi ben eve gitmeden karakola gidip ihbarda bulunayım” diyor. Karakola gidip arkadaşını ihbar ediyor.

Sabahın ilk saatlerinde eve erken gidip yatan kişinin kapısını polisler çalıyor. Polisler, “Hükümet aleyhine konuşmuşsun, hakkında ihbar var. Karakola geleceksiniz” deyince, adam polislere diyor ki, “Aslında beni ihbar edenle, aramızda hiçbir fark yok. Ancak benim tek suçum sabahı beklemektir.”

Bir iddia atıldığı zaman olayın bütün boyutlarını değerlendirecek elimizde yeteri kadar veri olmasa bile hemen iddiayı “Ateş olmayan yerde duman tütmez” anlayışıyla kabullenme yatkınlığımız vardır. Bu durum bizi çok yanıltır.

İşin detayları ortaya konulmadan alenileşen iddialar hafızalara yerleştikten sonra bunun izleri kolay kolay silinmez.

Bir zamanlar Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde avukatlık yapıyordum. O dönemde  ulusal çapta yayın yapan bir gazetede  bir iddia ortaya atılmıştı.  Polis muhabirliğinden köşe yazarlığına sıçramış, argo dille yazan bir gazete yazarı vardı. Vefat ettiği için ismini yazmak doğru olmaz. Bu yazar bizim o dönemdeki genel müdürlüğümüzün misafirhane müdürünü, “Sen anahtar deliğinden misafirleri gözetliyorsun. Duvara kulağını dayayıp sesleri dinliyorsun. Röntgencilik yapıyorsun. Elim ensende, vs.” gibi sözlerle suçlamıştı.

Misafirhane müdürü, yazar hakkında tazminat davası açtı. Davayı kazandı. Konu anlaşıldı. Misafirhane müdürünü görevden aldırıp yerine geçmek isteyen bir kişinin asılsız bir ihbar mektubuyla bu yazının yazıldığı ortaya çıktı. Ama misafirhane müdürü deyince herkesin ilk aklına gelen röntgencilik oluyordu. Hafızalardaki şaibe mahkeme kararıyla ortadan kalkmıyordu.

Bu yazdıklarımdan yazıya konu olan kişiler masumdur, suçsuzdur iddiasında bulunmuyorum. Muhtemelen sosyal medyaya yansıyan bu konular aynı zamanda adliyeye de intikal edecek olayın ne olduğu o zaman anlaşılacaktır.

Bir hukukçu olarak işin esasını bilmeden, bu konuda oluşacak kapsamlı dosyayı incelemeden, sosyal medya ve gazete haberleri üzerinden kişileri suçlu, suçsuz, masum günahkâr gibi yaftalamak da yanılmaya açık bir infaz türü olduğunu biliyorum.

Bu tür olayları basının konuyu magazin malzemesi olarak kullanmasından ziyade yargının ele alması gerekir.  Irza yönelik suçlara verilen cezalar caydırıcı değilse cezalar artırılmalıdır. Yine bu tür suçlarda ciddi ispat zorluğu bulunmaktadır.  Bu nedenle hukuk dışı yollara vurulmaktadır.  Ama şu bilinmelidir ki, Yargıtay Genel Kurulunun verdiği bir karara göre;  İspat aracı olarak cinsel tacize, saldıraya yönelik durumlarda ses ve görüntü kaydı alınabilir. Bu kişilerin özel hayatıyla ilgili değildir. “Kişinin kendisine karşı işlendiğini düşündüğü suçla ilgili olarak kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyerek, yetkili makamlara sunmak amacıyla güvence altına almaktır. Kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda karşı tarafla yaptığı konuşmaları kayda alması halinin hukuka uygun olduğunun kabulü zorunludur. Aksi takdirde kanıtların kaybolması ve bir daha elde edilememesi söz konusudur.”

Adalet Bakanlığı ispatı zor olan bu tür suçlarla ilgili araştırma ve inceleme yapmalı. Toplumu aydınlatacak eğitim programları düzenlemeli ve bunları yaygın medya araçlarıyla halka duyurmalıdır.

Birçok kişi haklarını veya suçlu karşısında ne yapacağını bilmediği için psikolojik hastalıklara yakalanıyor ya intihar ediyor ya da mahkeme dışındaki araçlara başvuruyor. Bu yolların da başka yan etkileri oluyor.

Suçların önlenmesi için önce suç istatistiklerinin doğru tutulması gerekir. Çünkü durum tespiti yapmadan hedef tespitini yapamazsınız. Sonrasında suçun işleniş biçimine göre emniyet tedbirleri azami ölçüde alınmalıdır. Her türlü tedbire rağmen bir suç oluşmuşsa bu suça uygun ceza verilmeli. Hiçbir suçlu cezasız kalmamalıdır. Adaletin en önemli unsurlarından biri de haklıya hakkını vermek ve suçluya cezasını vermektir.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 208 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.