Nobuo Suzuki’nin “Ganbatte: Yapabileceğinin En İyisini Yap” isimli kitabını okurken Türkçe’de karşılığı olmayan kavramlar beni düşündürdü. Kavramlar doğrudan düşüncemize yön veriyor, düşünceler ise davranışlarımızı şekillendiriyor. Bu nedenle kavramlar bir toplumun kültürel yapısının oluşmasında kilit rol oynuyor.
Ganbatte kavramı, “Elinden gelenin en iyisini yapmak” “Pes etmemek” “Dirayetli olmak” “Bir şeyde kararlı olmak” “Azim göstermek” anlamlarını taşıyormuş.
Yazar, yüz sekiz yaşındaki Oshiro’ya “Uzun yaşamasının sırrını sorduğunda, “Ganbatte” cevabı alır. Yani Oshiro, “Hep çaba gösterdim ve elimden gelenin en iyisini yaptım” demiştir.
Biz de bir deyim var. “Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur.” Elimizden gelenin en iyisini yapmak diye bir kavram yok. Biz bir olaya bakarken de sorun nedir, çözümü nedir diye bakarız. Bu nedenle hep soruna odaklanırız. Sorun çözülmüşse mesele bitmiştir. Oysa Japonlar sadece soruna çözüm olarak bakmıyor, mevcut durumla ilgili “daha iyisi nasıl olabilir” diye soruyor. Bu nedenle mevcudu sürekli geliştiriyor. Biz sorunların kavşağında dolaşırken onlar mevcut durumu geliştirerek mesafe alıyor.
Shuhari, sanatta yaratıcığın aşamalarını içeren bir kavramdır. Kavram içindeki shu, “korumak”, “itaat etmek” anlamını taşıyor. Ha kavramı, “sapmak” ya da “keşfetmek” anlamında. Ri kavramı ise “terk etmek” “Kendi yolunda gitmek” anlamında kullanılıyor. Örneğin resim sanatıyla ilgilen kişi önce resim sanatı hakkında geçmişteki tüm literatürü bilecek, bu konudaki tüm teknikleri öğrenecek, yani geçmişiyle birlikte resmin mevcut durumuna vakıf olacak. Bu “shu” aşaması, mevcudu korumak ve onun kurallarına itaat etmektir. “Ha” aşamasında kişi mevcut durumun dışına çıkacak, ana yoldan sapacak, yeni keşifler yapacaktır. “Ri” aşamasında ise kişi kendi çizgisini, yolunu bulacaktır. Yani bir resme bakıldığında örneğin bu Durdu Güneş’in yaptığı resim denebilecek. Sanatta kişinin imzası fark edilecek. Kişi “shu” aşamasını geçerse “ha” aşamasına gelebiliyor. Ha şamasından sonra ise “ri” aşamasına gelebiliyor. Ancak o zaman sanatçı olabiliyor.
Bizde bu tür kavramlar ve ölçütler olmadığı için her yazı yazan kendini yazar, her resim yapan kendini ressam sanıyor. Oysa Shuhari kavramına göre henüz shu aşamasını bile geçememiş kişiler mevcut durumun sıradan taklidi olmanın ötesine gidemiyor. Sanatta kendini tekrar ve kalitesizlik egemen oluyor, özgünlük olmuyor.
Kaizen kavramı kai(değişim) ve zen (iyi) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Türkçeleştirdiğimizde iyileşmek için değişim anlamını taşıyor. Kavram aynı zamanda sürekli gelişim anlamında da kullanılıyor. Japonlar, eğitimde, sanayide, hayatın tüm alanlarında kaizen felsefesine göre hareket ederek, değişim ve gelişimi yakalayabiliyorlar.
Biz de değişim sabıkalı bir davranıştır. “Eski köye yeni adet getirme” “Başımıza icat çıkarma” “Yerinden oynayan yetmiş iki belaya uğramış” “Bal eski petekten yenir” gibi sözlerle değişimden korkulur. Bu nedenle “tavşan alıştığı otu yer” misali hep aynı sorunlarla ve aynı durumlarla karşılaşıyoruz. Facebookun hatırlatmasıyla geçmiş zamandaki yazıları paylaşırken şunu görüyorum. Kişiler değişiyor zaman değişiyor ama bizim hikayelerimiz değişmiyor. Aynı sorunlar ve aynı durumların kısır döngüsü içinde kalıyoruz. Bu nedenle çoğu zaman artık yazı yazmanın bile anlamsız olduğunu düşünüyorum. Oysa bizde hayata kaizen felsefesi doğrultusunda bakamaz mıyız? Sürekli kendimizi geliştiremez miyiz?
Marcus Aurelius, “Paradigmalarımız ne ise hayatımızda odur. Hayatımızın gidişini değiştirmek istiyorsak, paradigmalarımızı değiştirmeliyiz” der. Paradigmalarımız ise kullandığımız kavramlarla ilgilidir. Ludwig Wittgenstein, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” der. O halde hayatımızı geliştirecek kavramlar üretmeliyiz. O kavramlarla dünyamızı daha mamur daha güzel daha huzurlu bir hale getirebiliriz.
Yeni yorum ekle