Edward De Bono’nun “Düşün! Çok geç Olmadan” isimli kitabını okurken “Oyun” başlığı altında şöyle yazıyordu:
Image“Zaman içerisinde iyi bir nedenle, akademik bir ‘oyun’ gelişti. Ve bizim bu oyunu oynamamız bekleniyor. Ünlü bir bilim adamı, bir keresinde bana neden kitaplarımda listeler ve referanslar olmadığını sormuştu. Ben de ona, fikirlerin bana ait olduğunu ve başka insanların çalışmalarına yönelik bir araştırma yoluyla edilmediğini söyledim. Çalışmaları okumamış olsam da yine de bir referans listesi uydurmamı, çünkü beklenenin bu olduğunu söyledi bana. Bu ‘Akademik bir oyun ‘idi.”
Bu durum bana yaşadığım bir anıyı hatırlattı.
“Neşeli Düşünme Sanatı” başlığı altında bir sunum hazırlamıştım. Bir hukukçu grubunun talebi üzerine gruba “neşeli düşünme sanatı”nı anlattım. Konuşmayı dinleyen her yaştan hukukçu vardı. Sunumun sonunda soru faslına geçildi. Yaşlı bir hukukçu söz aldı.
“Benim bu konulara özel ilgim var. Kişisel gelişim ve düşünme üzerine ne kadar kitap varsa ulaşabildiğim her kitabı okudum. Literatürde neşeli düşünme diye bir şey yok. Düşünmenin böyle bir türü yok ki sen bunu nereden çıkarıyorsun?“ dedi.
Ben de benden önce bu başlık altında bir düşünme türü yoktu. Bunu ben çıkardım. Literatürde elbette bulamazsın” dedim.
Cevaptan çok mutmain olmamıştı. Çünkü bu tür kavramları İsviçreli bilim adamları, yabancı bilim adamları çıkarırdı. Onlar çıkarırsa bunun bilimsel doğru olduğunu kabul eder, onu alır başkasına satardık. Bizde eğitim ezber üzerine kurulmuştu. Yeni bir fikir, düşünce ve kavram üretme alıştığımız bir şey değildi.
Akademik çalışma deyince, yeni bir fikir ve düşünce geliştirmekten ziyade, o alandaki literatürden alıntılar yapıp sonuç kısmında da söylenenlerin bir ortalamasına almak şeklinde bir tutum akla geliyor. Bu nedenle akademik çalışmalar geçmişteki yazılanların yer değişikliği yapılarak tekrarlanmasına dönüşüyor.
J. Frank Dobie’, “Akademik çalışmalar, kemiklerin bir mezardan diğerine taşınmasından başka bir şey değildir” diyerek bu gerçeği vurgulamıştır.
Akademisyen bir arkadaşım var. Çalışmalarına dikkat ve özen gösterir, yeni düşüncelere önem verir. Doktora aşamasında tez danışmanı hoca, tez çalışmasının ağır seyrettiğini görünce öğüt verir. “Bu kadar mükemmel olamaya gerek yok” der. Sonra kendisine, odadan çıkmasını hocaların bulunduğu odaların kapısında neler yazdığını okumasını ister. Arkadaşım çıkar, hocaların kapısında onların isim ve unvanlarını (profesör, doçent) okur gelir ve tez danışmanına bunu aktarır. Hoca şöyle der. “Peki hiçbirinde "iyi profesör", "mükemmel profesör", "iyi doçent", "mükemmel doçent" diye ibare gördün mü?” diye sorar. “Hayır” deyince “Sen de uy kalabalığa. Önemli olan, iyi mükemmel değil akademik bir unvanının olmasıdır“ der.
Okullarda eğitim, varolan bilgileri öğretmek şeklindedir. Bu anlayış akademik çalışmayı da sirayet etmiştir. Oysa asıl olan mevcut bilgilerin ışığında yaratıcı, sıra dışı düşünmeyi öğrenmektir. Hafızamız, zekâmız, mantığımız ve hayal gücümüz koordinasyon halinde çalışmalıdır. O zaman eğitim bir aydınlanma aracı haline gelir. Geçmişteki bilgileri ezberleyerek gelişmiş bir papağanın ötesine geçemeyiz. Ders anlatırken bazen bir soru sorarım. Kısa bir sessizlikten sonra herkes cep telefonundan Google arama tuşundan cevabı bulmaya çalışır. Çünkü bütün cevapların var olduğu gelişmiş bir hafızada bulunabileceği varsayılmaktadır. Oysa bazı soruların cevabı ancak yaratıcı düşünceyle bulunabilir. Ancak okulda bunun eğitimi alınmadığı için bilgileri alıp yansıtan edilgen bir tutum izlenir. Halbuki okullarda yaratıcı, sıra dışı düşünme de öğretilse cevabı Google de an aramaz, kendisi üretebilir.
Bilgiyi yansıtmak değil üretmek daha önemlidir. İnsanlığın gelişimi için buna ihtiyacı var.
Çeşitli platformlarda sıra dışı düşünme teknikleriyle ilgili sunumlar yaptım. Fakat alıcısı o kadar az ki. Üretken bir kafa değil, dolu bir kafa hedefleniyor. Esasında zihinsel zenginleşme yaratıcı düşünmeyle taçlanır. Ancak bunu idrak edebilmek de ayrı bir hünerdir.
Velhasıl hem okullarda hem akademik çalışmalarda var olan bilgiler tekrarlanıyor. Üretken bir kafa için sıra dışı düşünme teknikleri öğretilmiyor. Dipnotlu eserler bilimsel eser sanılıyor, Bilgi üretmek değil yansıtmak marifet olarak algılanıyor. İnternetle birlikte bilginin hızla yayıldığı ve erişildiği çağımızda artık üretken, yaratıcı düşünceyi öğreten bir eğitime geçilmelidir.
Ben de doktora yaparken…
Ben de doktora yaparken bilinenden farklı bir şey söylemiştim (çok zeki, çok çalışkan, çok üretken vesaire olduğumdan değil ama farklı bir şey söylemiştim işte). Hocam, bunu kim söylüyor / söylemiş diye sorunca "ben" demiştim. Olur mu öyle şey, buna bir kaynak bul deyişini hep örnek veririm öğrencilerime...
Önemli bir konuya değinmişsiniz, tebrik ediyorum.
Yeni yorum ekle