Image

Geçenlerde değerli dostum Mehmet Kurtoğlu facebook sayfasında bu konuyu ele almış. Pavyon kültürünün geçmiş dönem bir kuşağa ait olduğunu “Z” kuşağını hiç etkilemeyeceğini belirtmişti. Pavyon kültürünün sosyo-kültürel yönden incelenmesi gerektiğine vurgu yapmış.
Yılmaz Erdoğan bir mizahçı olarak beğendiğim bir sanatçı. Ben de diziyi ilgiyle izliyorum. Dizi henüz bitmeden kesin yargılarda bulunmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Dizi bitince kendi penceremden bir değerlendirme yapabilirim.
Dizide işlenen pavyon kültürüne gelince, bu durum toplumsal bir gerçeği yansıtmakla birlikte çok dikkatli işlenmesi gereken bir konudur. Eğlence mekânı gibi görünen bu yerlerde insanlık dramı yaşanır. Buralar nice trajik hayatlara sahne olur. Dolayısıyla bu konular sanat formunda işlenirken fazla romantize edilmemeli, kötü bir durum sevimli hale getirilmemelidir.
Dizi pavyon kültürü anlamında özendirici rol oynar mı bilmiyorum. Bu konuda ancak saha araştırmasıyla net veri oluşur. Öylesine tahminde bulunmak ise çok keyfi bir varsayımdır.
Image

Şimdi ben diziyi değerlendirmekten ziyade kadınların cinsel sömürüye maruz kalmaları mafyalaşma ve şiddet kültürü konusundaki dilek ve temennilerimi belirtip dizide bu nasıl işlenebileceğini belirtmek istiyorum.
Pavyon kültürü cinsel sömürünün olduğu, kadının aşağılandığı, insanlık onuruna uygun olmayan şekilde erkeğin kadın üzerine tahakküm kurduğu, gayri ahlaki bir düzendir. Oysa olması gereken şudur:
Kadın ve erkek arasındaki ilişki biçimi; vesayete, sömürüye, cinsel istismara değil sevgi, saygı ve güvene dayalı olmalıdır. Hiç kimse başkasını cinsel heveslerinin aracı haline getirememelidir. Kadın ve erkek ilişkisinde saygı, anlayış ve eş değerlilik esas alınarak ortak bir yaşayışın temelleri atılmalıdır.
Dizide karakter ve olaylar işlenirken dini bir vaaza, didaktik bir derse dönüştürmeden sanat formu içinde bize bu duyguyu verebilse. Biz bir gerçekliği gördükten sonra iç dünyamızda bunun ne kadar yanlış olduğunu da düşünebilsek. Dizideki bir karakter bize bunu düşündürse...
Bir zamanların çok popüler dizisi olan Ekmek Teknesindeki fırıncı Nusrettin Efendi gibi...
Yine ülkemizde mafyalaşma, şiddet kültürü toplumsal bir gerçekliktir. Hukuk düzeninin etkili olmadığı yerlerde şiddet kültürü gelişir. İnsana maddi manevi eziyet etme, yaralama ve öldürme şeklinde oluşan şiddet kültürü, güçlünün zayıfı ezdiği bir düzendir. Hakkın değil gücün kanunları geçerli olur. Tıpkı vahşi tabiattaki düzen gibi. Güçlü olanlar her zaman avantajlı görünür. Dizi de buna yer verilmiştir. Oysa insanlık açısından olması gereken şudur:
İnsan hayatı değerlidir ve hayata saygı gösterilmeli, hiç kimse öldürülmemelidir. Herkesin hayatta kalma, beden bütünlüğünü koruma, kişiliğini serbestçe ortaya koyma hakkına sahip olduğu unutulmamalıdır. Anlaşmazlıkların şiddetle değil adaletle, hukukla çözülmesi gerektiği bilinci yerleşmelidir. Zorbalık kültürünün toplumsal huzur ve güveni ortadan kaldıracağı asla bir seçenek olarak düşünülmemesi gerektiği bilinmelidir.
Dizi bir yandan şiddet kültürünü sanat formunda bize aktarırken, bir yandan da bunun kötü bir seçenek olduğu, ancak hukuk düzeniyle toplumsal huzur ve güvenin sağlanabileceği duygusunu bize vermelidir. Aksi takdirde şiddet kültüründe daha güçlü olanın daha avantajlı olduğu işlenirse bilinçaltımızda güçlü ol zayıfı ez, hayatta kal düşüncesi yerleşir. Bu mesaj yine vaaz gibi, didaktik ders verir gibi yapılırsa film sanat eseri olma özelliğini kaybeder. Biz olayların sonunda çıkarım olarak böyle düşünmeliyiz.
Ben burada diziyi kritik etmedim. Sadece bir yorum ve temenni olarak düşüncelerimi paylaşıyorum. Sanat sözde, nesnede, seste, görüntü de güzeli ortaya çıkarmaya çalışır. Bana göre bu güzellik, aynı zamanda güzel bir hayata da renk katmalıdır.
Yeni yorum ekle