7 Kasım 2020 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanlığına daha önce Maliye Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanı olarak da görev yapmış olan Naci Ağbal atandı. Bu zorlu ve netameli görevde kendisine başarılar dileriz, hayırlı olsun. Bu vesileyle, Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'de merkez bankası başkanlarının görev süresi ve ekonomik istikrar üzerine eleştirel bir değerlendirme yapmakta yarar var.
Naci Ağbal merkez bankasının faaliyete geçtiği 1931 yılından bu yana göreve gelen 24. başkan. Seksen dokuz yılda 24 başkan demek, ortalama 3,7 yılda bir yeni başkan demek; yani merkez bankası başkanlarının ortalama görev süresi 4 yılı bulmuyor. Ak Partinin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, yani son on sekiz yılda Naci Ağbal göreve gelen altıncı başkan. On sekiz yılda altı başkan demek, ortalama üç yılda bir yeni başkan demek. Peki bu ne anlama geliyor, veya ne ima ediyor? Ekonomik ve parasal istikrar bakımından bu durum hayra alamet mi, değil mi? Bir dinamizm göstergesi mi, yoksa istikrarsızlık işareti mi?
Bir ülkenin uzun dönemde ekonomik büyümesi ve gelişmesi, zenginlik ve refahı düzeyi bakımından en belirleyici dinamiklerin başında siyasi ve ekonomik istikrar gelir. Zira birbirinin ikiz kardeşi ve tamamlayıcısı niteliğinde iki olgu olan siyasi ve ekonomik istikrar belirsizliği azaltır; öngörülebilirliği sağlar; sağlam hesap-kitap ve fayda-maliyet analizi yapabilmeyi mümkün kılar; yatırım ortamını iyileştirir; iktisadi karar birimlerinin piyasaya güvenini tesis eder; girişimcilerin daha cesaretle yatırım kararı alabilmelerine imkân verir. Bu da sonuç olarak istihdamı artırır, işsizliği azaltır, reel ekonomik büyümeyi teşvik eder, refah seviyesini yükseltir.
Siyasi istikrarın tek belirleyicisi hükümetlerin ortalama ömrü değildir; ama hükümetlerin ortalama ömrü siyasi istikrarın varlığı veya yokluğu konusunda iyi bir fikir verir. Benzer şekilde, ekonomik istikrarın yegâne belirleyicisi merkez bankası başkanlarının görev süresi ve görevi devretme şekli değildir; ama bu olgular bir ülkede ekonomik istikrarın varlığı veya yokluğu konusunda iyi bir fikir verir. Konumuz bağlamında iki önemli soru soralım. Birinci soru Türkiye'de siyasi istikrar var mıdır? İkinci soru Türkiye'de ekonomik istikrar var mıdır? Şimdi bu sorulara cevap teşkil etmek üzere, iki basit hesap yapalım.
Cumhuriyet 1923 yılında kuruldu, yıl 2020; yani cumhuriyet kurulalı 97 yıl olmuş, nitekim cumhuriyetin 97. kuruluş yıldönümü geçtiğimiz günlerde kutlandı. Peki söz konusu doksan yedi yılda kaç hükümet işbaşına gelmiş? 2018 yılı Temmuz ayında yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte 67. Hükümet de işbaşına geldi. Aradaki kabine değişikliklerini hükümet değişikliği saymayalım; buna rağmen 97 yılda 67 hükümet demek, her 1,4 yılda bir yeni bir hükümet demektir. Başka bir deyişle cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'de hükümetlerin ortalama ömrü 1,5 yıldan bile azdır. Buna bir de 1960 yılından bu yana yaşanan darbeleri, muhtıraları, sokak kavgalarını ve darbe girişimlerini eklediğimiz zaman Türkiye'nin yaşadığı siyasi istikrarsızlık çok açık ve net biçimde ortaya çıkmaktadır.
Diğer soru bağlamında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 1931 yılında faaliyete geçmiştir. Başta da belirtildiği gibi, 7 Kasım 2020 tarihinde göreve başlayan Ağbal, merkez bankasının 24. başkanıdır. Seksen dokuz yılda göreve gelen başkan sayısı dikkate alındığında, bir başkanın ortalama görev süresi 3,7 yıla karşılık gelmektedir. Bu rakam demokrasi ile yönetilen ve merkez bankasının özerkliğini önemseyen diğer ülkelerle kıyaslandığında çok düşük bir rakamdır. Örneğin ABD’de 1987 yılından bu yana sadece üç merkez bankası başkanı görev yapmıştır: Efsane merkez bankası başkanı Alan Greenspan 1987-2006 yılları arasında tam 19 yıl görev yapmış, ondan sonra gelen Ben Bernanke 8 yıl (2006-2014) görevde kalmıştır. Son başkan Janet Yellen de 2014 yılından beri görev başındadır.
En az görev süresinin uzunluğu kadar önemli bir husus da merkez bankası başkanlarının göreve gelme yahut atanma şekilleridir. Parasal ve ekonomik istikrara sahip, merkez bankasının özerkliğini önemseyen demokratik ülkelerde merkez bankası başkanları kolay kolay görev süreleri dolmadan görevden alınmazlar. İstisnai, olağanüstü durumlar dışında yeni başkan ancak eski başkanın görev süresinin dolması üzerine atanır. Türkiye'de ise son zamanlarda merkez bankası başkanlarının atanma şeklinin bu olmadığı, teamüllere aykırı ani ve sürpriz atamaların yapıldığı malûmdur.
Türkiye'de ekonomik istikrarın var olup olmadığı konusunda başka bir basit hesap daha yapılabilir. Türkiye IMF ile ilk “stand-by” anlaşmasını 1961 yılında, on dokuzuncu ve sonuncusunu da 2005 yılında imzalamıştır. İktisadi ve siyasi anlamda stand-by “kendi kendine ayakta duramayacak durumda olan bir ekonominin yanında durup ona destek olmak, yıkılmamasını sağlamak” demektir. Kırk dört yılda 19 anlaşma demek, ortalama 2,3 yılda bir IMF’nin kapısına dayanmak, yani ekonomik kriz demektir. Zira hiçbir ülke IMF ile durup dururken stand-by anlaşması imzalamaz; dövizi bitmiştir, dış ödemelerini yapmaktan ve borçlarını çevirmekten acizdir, yani krizdedir. 2005 yılından sonra yaşadığımız ekonomik krizleri de eklersek, Türkiye ekonomisinin ortalama krize girme süresini gösteren rakam daha da aşağı düşebilir. Başka bir deyişle, ister merkez bankası başkanlarının görev süresi ve atanma şekli, isterse ekonomik krizlerin kendini tekrar etme sıklığı açısından bakılsın, Türkiye'de ekonomik istikrarın olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Bu tartışma ışığında denebilir ki, merkez bankasının özerkliği ya da bağımsızlığı durup dururken boş yere ortaya atılmış bir görüş değildir. Ekonomik, parasal ve finansal istikrar, yerli paranın değerinin korunması, finansal çalkantıların azaltılması, piyasalara güven verilmesi ve öngörülebilirliğin arttırılması açısından merkez bankasının siyasi otoriteden talimat almadan, para politikasını kendi öngördüğü araçlarla bağımsız bir şekilde uygulayabilmesinin hayati önemi anlaşılmış, merkez bankası özerkliği bu tecrübe üzerine hayata geçmiştir. En başta enflasyon olmak üzere, başlıca makroekonomik hedefler siyasi otoriteyle birlikte, istişareyle belirlendikten sonra, bu hedeflere ulaşmak için uygulanacak para politikası tamamen merkez bankasına bırakılmalıdır. Faizler vb. makroekonomik değişkenler ya da araçlar konjonktüre, yaşanan fiili sıkıntılara ve eldeki seçeneklere göre para otoritesi tarafından ayarlanır. Siyasi otoritenin merkez bankasına bu anlamda sık sık müdahale etmesi ne yazık ki merkez bankasını işini düzgün yapamaz hale getirir. Bu konuda yaşanan sıkıntılar da enflasyon, büyüme, fiyat istikrarı ve finansal istikrarı olumsuz etkiler. Türkiye'nin yakın tarihi bu konuda yeterince fikir vericidir.
Sonuç olarak, siyasi ve ekonomik istikrar bir ülkenin ekonomik performansını belirleyen en önemli etmenlerdir. İstikrar belirsizliğin azaltılması, güven tesisi, öngörülebilirlik ve yatırım ortamının iyileşmesine çok ciddi katkıda bulunur. O halde, siyasi istikrar ve ekonomik istikrarın tesisi, keyfi uygulamalardan kaçınılması, kişilere göre değil kurallara göre iş yapılması son derece önemlidir. Merkez bankasının özerkliği, para politikasını kendi öngördüğü araçlarla rahatça ve siyasi otoritenin müdahalesi olmadan uygulayabilmesi, bu çerçevede merkez bankası başkanı değişimlerinin de istikrarlı demokratik ülkelerdekine benzer şekilde yapılması ekonomik istikrara katkıda bulunacaktır.
Kaleminize sağlık sayın…
Kaleminize sağlık sayın hocam, önümüzdeki haftalarda Piyasanın Nabzı Programında bu görüşlerinize yer vermeyi çok isterim..
Piyasa güveninin ne olduğunu bu yazınızla net ve yalın ifade etmişsiniz.
Saygılarımla
Fatih GÜNEŞ
Yeni yorum ekle