Teorik çerçeve…
Bu yazımızda Newton’un temel fizik kanunlarına dayandırılarak açıklanan “merkezcil kuvvet” teorisine atıfta bulunarak uluslararası sistemi analiz etmeye çalışacağız. Bir nesnenin dairesel bir yol boyunca hareket etmeye devam etmesi için bu nesneye etki eden net kuvvet olarak tanımlanan “merkezcil kuvvet” sayesinde nesnenin yörüngede kalması sağlanır. Bu kuvvetle nesnesin kuvveti arasında dengesizlik ortaya çıkması durumunda nesne yörüngeden çıkar ve merkezle olan bağını kopartır.
Uluslararası sistemi analiz ederken kendimize bir merkez belirleriz. Bu kimi zaman bir bölge, örgüt, din, dil, ırk veya bir değer olmakla birlikte genel olarak bir devletin merkeze yerleştirilmesi daha fazla tercih edilir. Bu merkez gücün etrafına da aynı veya farklı yörüngelerde olmak üzere illiyet bağına göre ülkeler tanzim edilir. Bu sistem, fizikteki “merkezcil kuvvet” sisteminin çalışma şekliyle birebir örtüşen şekilde çalışır.
Bu yörünge üzerindeki ülkelerin her birinin merkezle olan bağı aynı oranda değildir. Kimisi merkeze daha güçlü bağlarla bağlanmış iken, bazıları çok daha zayıf bağlarla bağlanmış olabilir. Merkez ülke duruma göre her bir ülkeye ayrı bir enerji harcamak zorundadır. Zira her ülke aslında merkezcil kuvvet teorisindeki gibi yörüngeden çıkabilme potansiyeline sahip olmalarına rağmen, kendilerine uygulanan kuvvet gereği merkeze bağlı olarak yörüngede kalmaya devam ederler. Uluslararası ilişkilerdeki merkezcil kuvvet teorisi de bu zayıf ve güçlü devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin izahına dayanır.
Yeni uluslararası sistem…
Merkezi ülkeler sahip oldukları güçleri oranında etrafındaki devletleri kendi yörüngesinde tutabilirler. Mutlak anlamda zayıf veya duygusal bağları güçlü ülkelerin merkeze bağlılıklarında çok sıkıntı yaşanmazken, güçlü ve kendini idame ettirebilir devletleri bu sistem içinde tutmak daha fazla enerji gerektirir. Günümüz uluslararası ilişkilerinin en önemli sorusu şudur. Yörüngedeki ülkeler en az enerji harcamak suretiyle nasıl sistem içinde tutulur?
Yakın bir zamana kadar savaş, çatışma, ekonomik güç kullanma veya ortak çıkarların kullanılması suretiyle, sistem içinde kalması sağlanan ülkelerin maliyetleri her geçen gün artmaktadır. Bu yüzden artık merkezi ülkeler mümkün olduğunca daha az güç kullanmak ve enerji harcamak suretiyle uydu ülkeleriyle bağlantılarını sürdürmeyi arzu etmektedir. Ancak, ülkelerin bir merkeze olan ihtiyaçlarının hissettirilmesi ve silah sanayisinin desteklenmesi için birbirleriyle çatışma durumuna göz yumulmaktadır. Bu durum zaten sistemin işleyişi ve varlığına da zarar vermemektedir.
Bu yeni sisteme geçilirken merkezi ülkeye uzaklığı veya gelişme hızı nedeniyle merkezden potansiyel olarak uzaklaşma eğilimi olan ülkeler, artık kendi iç dinamikleri ile kontrol edilmektedir. Bu ülkeleri yörüngede tutmak için enerji harcamanın yerine, toplumsal yapılarındaki dengeleri bozmak suretiyle zayıflatarak veya yönetimleri değiştirerek merkeze bağlamak daha popüler bir yöntem haline geldi. Özellikle sosyal medyanın bu kadar geliştiği günümüz dünyasında, bunlar uluslararası alanda da çok hızlı karşılık bulabilmektedir. Pandemi dolayısıyla insanların dijital dünyaya bağımlılığı bu süreci daha da güçlendirdi. “Arap Baharı”yla başlayan bu süreç her geçen gün biraz daha yerine oturmaktadır. Sudan’da yapılan halk devrimi, Belarus ve Bulgaristan’da meydana gelen sokak gösterileri, klasik ve son dönemli birkaç örnektir. Bu örneklerin sayısının her geçen gün artacağını da dikkatlerden kaçırmamak lazım.
Bu yeni düzen uluslararası ilişkilerin temel aktörlerini de farklılaştırdı. Bu nedenle düne kadar temel aktör olarak bir ülkeyi ele alırken, bugün dijital sektörleri de aktör olarak görme eğilimine doğru gitmekteyiz. Bu dijital dünyanın, bağlı olduğu ülke ve ülkelerin merkez olmalarına verdiği katkıyı da aklımızın bir köşesinde tutmalıyız.
Ülkelerin yeni düzene uyumları…
ABD
Bu tip sistem değişikliklerinde mevcut egemen güçlerin yeni sisteme geçişlerinde bir sıkıntı veya hantallıkla karşılaşılması oldukça olağan bir durumdur. ABD hali hazırda bu sıkıntıyı üzerinde hisseden en büyük merkezi güç olarak, geçiş sürecindeki en dikkat çekici ülkedir. Yeni sisteme uyum sağlama yönündeki başarılı politikaları dikkat çekmekle birlikte, kendisini uluslararası sistemin en büyük aktörü haline getiren alışkanlarını zamana yayarak terk edeceğini söyleyebiliriz. ABD, mevcut sorumluluklarını paylaşma veya devretme zamanının geldiğinin farkına varmışçasına Afrika, Ortadoğu, Balkanlar ve bu coğrafyaların kesişim havzalarında, izlediği politikalarda İsrail’i meşru bir devlet statüsüyle uluslararası sisteme entegre etmeye çalışmaktadır. Orta vadede bu bölgelerdeki varlığını bir başka ülke veya ülkelere devretme zorunluluğu hâsıl olduğunda, İsrail’i daha müstakil bir devlet olarak kontrol ve denge mekanizması sıfatıyla hazırladığı düşünülebilir.
İngiltere
Bu yeni uluslararası sisteminde İngiltere tarihsel değerlerinin kendisine yüklediği misyonla yeniden bir güç merkezi olmak için AB’den ayrıldı. Tecrübesi, İngiliz Milletler Topluluğu gibi yapılanmalarla sahip olduğu çevresi, uluslararası finans hususundaki yetkinliği ile İngiltere’nin yeni sistemde çok daha az kuvvet kullanmak suretiyle bir merkez haline geleceği söylenebilir. Uluslararası ilişkilerde mümkün olduğunca sorunsuz bir ortam sağlayarak, en az kuvvet kullanmak suretiyle sistemi çalıştırabilme gücü günümüz İngiltere’sinde mevcut görünmekte. Bu nedenle geçiş döneminde mümkün olduğunca gelişmeleri sakince geriden takip etmek suretiyle alandaki varlığını güçlendirmeye gayret edecektir.
Almanya
Tarihinde merkez ülke tecrübesi olmayan Almanya’nın, kıta Avrupası ve yakın çevresindeki çoklu yörünge sisteminin çıkmazında kaldığını görmekteyiz. Lakin Almanya’nın çok sesli ortamlarda kıvrak diplomasi yeteneğine sahip olduğunu da unutmamalıyız. Muhtemelen AB içinde Fransa ile birlikte merkezcil gücü paylaşmak zorunda kalacak olan Almanya’nın en büyük hedefi ulusal ve uluslararası alanda elde ettiği ekonomik refahı korumaya çalışmak olacaktır. Bunu yaparken hassas diplomatik temaslarda bulunması gereken Almanya, kendisini Batılı değerlerden biraz daha koparıp evrensel değerlere gösterdiği saygıyı ortaya koymak suretiyle, uluslararası sistemde bir yer bulmaya çalışacaktır. Bu da Almanya’yı Rusya ve Türkiye’ye daha fazla yaklaştıracaktır. Batılı müttefikleriyle rutin ilişkileri yanında, Afrika, Balkanlar ve Ortadoğu’da Türkiye ile ortak girişimlerde bulunmak Almanya’yı ziyadesiyle rahatlatacaktır.
Fransa
Brexit ile birlikte güç merkezinde sorun çıkan Avrupa Birliği’nde, Fransa’nın merkeze oturma gayretlerini görmekteyiz. Lakin AB, Almanya ve İngiltere ile olan ilişkilerini nereye oturtacağı hususunda net bir fikri olmayan Fransa’nın, uluslararası arenadaki hırçın çıkışlarının muhatabının Türkiye ve kıta dışı ülkeler olmadığını bilmek lazım. Fransa’nın kıta dışında gerçekleştirdiği politik çıkışlarının temeli kendine kıta içinde daha güçlü bir yer edinebilme arzusundan kaynaklanmaktadır. Fransa’nın içine girdiği bu süreç konvansiyonel ve dijital bir güç gerektirir ki bunun ikisi de kendisinde mevcut değildir. Zira geçmişte sahip olduğu sömürgeleri ile ilişkilerinin de organize bir örgütlenme içinde olmadığını unutmamalıyız. Fransa açısından kendisini Akdeniz’de güçlü kılacak tek sömürgesi olan Cezayir ile ilişkileri de ona bu gücü verecek düzeyde değildir. Böylesi bir güce sahip olduğu vehmiyle gerçekleştirdiği politikalar belki de AB içinde kendisine daha güçlü bir yer bulmasına katkı sağlayacaktır. Ancak bu sistem yerine oturuncaya kadar Fransa’nın kıta dışı olaylarda net tavırlar almaya devam edeceğini söyleyebiliriz.
Rusya
İki kutuplu dünyanın yükünden şık çalımlarla kurtulmasını başaran Rusya’nın yeni sisteme geçiş sürecinde Batılı muhataplarından biraz daha fazla zamana ve düşünmeye ihtiyacı olacak. Zira yeni düzen, demokratik değerlerle insan haklarını ön plana çıkartan, dünyanın az gelişmişliğine karşı hep birlikte kalkınmayı hedefleyen ve barış içinde bir arada yaşamayı arzulayan bir söyleme sahip olacak. Bu nedenle Rusya dış politikasında mümkün olduğunca güç kullanmaktan imtina eden sorunlara diplomatik yollarla çözüm bulmayı amaçlayan bir tutum sergilemesi gerekmekte. Bunu başarabildiği oranda uluslararası sistemde etkin bir merkezcil güç olarak var olmaya devam edecektir. Bu amaçla kendi iç siyasi yapılanmasını da dikkate alıp, barış ve kalkınma gibi söylemleri kullanarak farklı coğrafyalarda politik açılımlar gerçekleştirdiğini görebiliriz. Bu söylemler Rusya’nın dış politika enstrümanlarında da bir yeniliğe sebep olacaktır.
İsrail
Her ne kadar BM üyesi bir devlet ve uluslararası lobileri vasıtasıyla güçlü bir çevresi olsa da İsrail’in bölgedeki meşruiyeti her zaman sorgulanmıştır. Ancak son dönem politikalarında kimi Arap ülkeleri ile gerçekleştirdiği diplomatik girişimler İsrail’i başta Ortadoğu’da, akabinde de Afrika ve Balkanlarda tek başına, müstakil ve meşru bir devlet olarak gündeme getirmiştir. Artık ABD’nin gölgesinde politika üretmeyen bir İsrail ile karşı karşıyayız. Bu da bölge dengeleri açısından Ortadoğu’da yeni bir sayfa açıldığının göstergesidir. Bundan böyle, bölgede var olmak isteyen ülkeler ABD üzerinden İsrail ile temasa geçmeyecek doğrudan İsrail’in kendisiyle muhatap olacaklardır. İsrail uluslararası hukuktaki meşruiyetine siyasi meşruiyeti de eklemek suretiyle devlet olarak yeni bir döneme girmiştir.
Sonuç
Peki, merkezcil güçlerin bu kadar insani tavırlar sergilediği bir dünyada, her şeyin daha güzel olacağı düşünülebilir mi? Elbette ki hayır. Yeni sistemde, uydu ülkelerinin çok farklı nedenlerle komşularıyla sıkıntı ve çatışmalar yaşayacağını söyleyebiliriz. Dijital güçlerin katkılarıyla ülkelerin merkezi konumlarını korumaları veya güçlendirmeleri daha kolay hale geldiği günümüz uluslararası ilişkilerinde, gücün kaynakları ve güç kullanım şekilleri yeni bir sistemi ortaya çıkarmıştır. İçinde bulunduğumuz süreç devletlerin bu geçiş dönemindeki politikalarını yansıtmaktadır.
Yeni yorum ekle