Biraz Geçmişten...
Müziği Türkiye kadar siyasete bulaştıran, zorla ona belli bir istikamet çizen ve tartışan ikinci bir devlet yoktur sanırım. Mesela başka bir milletin aydın bir insanına ¨biz Türkiye’de bir insanın dinlediği müzik türü ile siyasi görüşünü biliriz¨ dense, bize ¨şaka mı yapıyorsunuz¨ diye sorar. Belki de günümüzde farklı siyasi görüşte olan insanlar arasında kültürel bazda müşterekliğin az olmasının sebebi burada yatmaktadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu gibi kültür devrimlerini düşünenler, planlayanlar ve yürütenler, bu devrimleri yaparken bugünkü ayrışık, çarpık, hasta ve sağlıksız sosyal yapıyı doğuracağını belki de tahmin bile edememişlerdir. Evet dünyada kültür devrimleri yapmış çok ülke vardır. Özellikle Sovyetler ve Çin’de sanata ciddi müdahaleler olmuştur. Ama onların amacı müziği ve diğer sanat dallarını, devrimin yayılması için bir araç olarak kullanmak olmuştur, yoksa milli müziği silip yerine yeni bir müzik türü inşa etmek veya başka bir medeniyetin müziğini getirip zorla kendi sosyal bünyelerine zerk etmek olmamıştır. Nitekim Sovyetler bünyesinde birer Türk topluluğu olan Azerî, Türkmen, Özbek, Kırgız ve Kazak Türkleri milli müziklerini icra etmeleri yanında müziklerini milli sazlar ve ezgiler üzerinden metodolojik olarak rahatça geliştirebilmişlerdir. Ayrıca kendi içlerinde doğu-batı, saray-halk veya milli-çağdaş müzik tartışması da çıkmamıştır; hepsi aynı konservatuvar çatısı altında müzik eğitimlerini görmüşlerdir. Yoksa Stalin’in şahsında Sovyetlerin başka bir medeniyetin müziğini ithal etme gibi bir gayesi olmamıştır. Yine de bu toplum veya kültür mühendisliği olgusu daha ziyade Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha çok doğu dünyasında teşekkül eden modern devletlerde tecelli etmiştir.
Türkiye’de bu konuda daha farklı bir amaç güdülmüştür. Amaç Türk müziği düşmanlığı yapmak olmamıştır elbet. Çünkü vefatına kadar Atatürk, daha çok Türk müziğini dinlemiştir. Ama sonuçta çağdaşlaşmak adına sosyal bünyede ciddi bir tahribat meydana getirilmiştir. Mecburî devşirmenin fikrî çekirdeğini Ziya Gökalp ve teknik altyapısını da Mahmut Râgıp Gazimihâl hazırlamıştır. Aslında Ziya Gökalp mistisizmi benimseyen Durkhemci bir sosyologdu ve milliciydi. Ama muasırlaşmak adına halk müziğini, saray müziğinden boşandırarak, zorla batı müziği ile evlendirmeye çalışmıştır. Müzikle bir ilgisi olmadığı halde Gökalp safiyane bir şekilde ¨Milli musikimiz, memleketimizdeki halk musikisi ile, garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk musikimiz, bize birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupaî bir musikiye malik oluruz¨ görüşünü önermiştir. Yani, tedbiri takdire değil, takdiri tedbire uydurmak istemiştir. Nitekim bu politika denenmiş ve Rus beşlisi gibi, Türk beşlisi oluşmuştur. Türk beşlileri, sırf benimsenebilsin diye halk müziğinden örnekler alarak türküleri çok seslendirmişler, ama tabii ki maya tutmamıştır. Tutmadığı gibi hem ara çözüm niteliğinde Arabesk gibi kimliksiz müziklerin doğmasına sebep olmuş hem de gereksiz yere sosyal tabakalar arasında ayrışmalar meydana getirmiştir.
Müzik Bir Hatıradır...
Birkaç soruyla konuya derinleştirelim. Niye doğup büyüdüğümüz yörelerin türkülerini daha çok sever ve mırıldanırız? Gençliğimizde sevgililerimizle birlikte okuduğumuz bir şarkıyı hiç unutur muyuz? Belli bir mekânı veya zamanı bize çağrıştıran bir müzik parçasını dinlediğimizde efkârlanmaz mıyız? Demek istiyoruz ki insan, fert olarak hatıraları ile yaşar. Doğup büyüdüğü yere uzun bir süre sonra giden bir insan, büyük bir tahassürle geçmişi yad eder, duygulu ve tatlı bir tarih boşluğuna düşer. İşte aynı şekilde milletlerin de hatıraları vardır. Bu hatıraların önemli bir miktarını müzik oluşturur. Eğer kültürde bir değişim olacaksa doğal ve insiyakî olursa tepki toplamaz. Mesela tarihi 1700’lü yıllara kadar uzanan köçekçeler 1861 yılında muteber bir müzik türü kabul edilmediği için saray tarafından yasaklanmıştır. Halbuki Dede Efendi’nin Karcığar köçekçesi olan Benliği aldım kaçak’tan bestesi bugün klasiklerimiz arasında yer almakta ve hepimizin zevkle dinlediği bir eserdir. Yani yasaklama günümüze gelmesine engel olmamıştır çünkü milli benliğimize sinmiş bir hatıradır. Kantolar da aynı şekilde değerlendirilebilir. ¨Ben kalender meşrebim güzel çirkin aramam¨ kantosunu bugün sevmeyenimiz var mı? Kısacası zorla hatıra ne yaratılır ne de silinir.
Türkiye’de müzik, çarpık ta olsa, bir asır içinde bulunduğu kalıbın şeklini almıştır. Şehirleşme sağlıksız da olsa büyük ölçüde tamamlanmıştır. Anonim türkü derlemeleri giderek azalmıştır. Bundan sonra yeni duyacağımız türküler bestelenmiş türküler olacaktır. Şarkı formundaki besteler de kendi kulvarında devam edip gitmektedir. Yani yenilik veya gelişme yoktur. Çünkü olan oldu şimdi kalındığı yerden geleceğe bakmak lazımdır. Aslında otuzlu yıllardan yetmişli yıllara kadar pompalanan güdümlü müzik politikası bırakılmış veya bitmiştir. Hatta zaman zaman birbirine küs olan batı ve Türk müziği arasında balayı da yaşanmıştır. Dolayısıyla temel eğitim sürecimizde müziğimizi yeniden yaratmak veya ıslah etmek yerine, geliştirmek ve zenginleştirmek babından çeşitli değişiklikler yapılabilir. Bugün Türk müziğinin formalarını sıraladığımız zaman iki kategoride eserlerimizin olduğunu görürüz. Dinî-Ladinî ve enstrümantal-sözel. Mesela kâr, beste ve yürük semai gibi formlarımızda beste yapan hemen hemen kalmamıştır. Demek ki kaybolan formlarda beste yapacak veya yapabilecek insanlar yetiştirmeliyiz. Ayrıca, bugün sadece türkü ve şarkı formlarında besteler yapıldığını görüyoruz. Beş dakikadan daha uzun eserlerimiz yok denecek azdır. Bu da istidat ister ve iyi yetişmiş sanatçılar ister. Müzik eğitimi liseye kadar gelip oradan konservatuvar veya güzel sanatlara gitmekle gelişemez. Müzik eğitimi daha okula başlamadan başlamalıdır.
İşte o zaman müziğimiz gelişir ve dünya sahnelerinde de yerini alır.
Yeni yorum ekle