Doğu Anadolu'nun modern dünyadan epeyce uzaktaki bir bölümünde, vicdan ve merhametin eksi otuz beş derecede donup yoğun karla örtüldüğü bir yatılı okulda geçiyor hikâye. On bir ila on dört yaş aralığındaki çocukların eğitim gördüğü okul, otoriter bir anlayışla katı disiplin, ceza ve şiddet sarmalı içinde yönetiliyor.
Mekan örgütlenmesi yarı kışla yarı cezaevi formatında yapılandırılan bu YİBO'da ailelerinden koparılıp oraya toplanan çocuklar hayvan terbiye eder gibi eğitiliyorlar. Normal bir ses tonuyla konuşulmayan, sürekli bağırılarak hitap edilen ve hiçbir şekilde dinlenilmeyen çocuklar korkutulmuş, sindirilmişler. Başlarına gardiyan olarak görevlendirilmiş, dayağı temel terbiye yöntemi olarak kullanan öğretmenler tarafından sürekli denetleniyor, gözleniyor, dövülüyorlar. Öğretmenin olmadığı yerde bu işi, yine öğretmenin görevlendirdiği yaşı daha büyük olan bir öğrenci küfür, kaba kuvvet ve tehdit diliyle yapıyor.
Okulda, öğretmenler kutsal bir otorite gibi konumlanmışlar. Çocuklar adeta egemen konumdaki öğretmen ve idarecilerin doğaüstü güçlere sahip olduğuna ve böylece her şeyin bu egemene bağlı olduğuna inandırılmışlar; asla itiraz edemiyor, haklarını arayamıyorlar. Kurallara boyun eğmenin sağlanabilmesi otoritenin kutsallaştırılmasından geçmektedir zira.
Sadece öğretmen ile öğrenci arasında değil aynı kışla düzeninde olduğu gibi okul personeli arasında da katı hiyerarşik bir ilişki biçimi söz konusu. Müdür ile öğretmenler, öğretmenler ile yardımcı personel arasındaki ast üst ilişkisi askeriyeyi aratmıyor. Müdürün karşısındaki öğretmenin tutumu, öğretmenin karşısındaki öğrencinin tutumunu andırıyor. Askeri karakteri içselleştiren eğitim düzeneğinin, tamamen itaat ruhunu oluşturma ve geliştirmeye odaklandığını görüyoruz. Okulun amacının; itaatkâr, kurallara ve kendini kuşatan otoriteye boyun eğen ve düzeni içselleştiren bireyler yaratmak olduğu çok açık.
Zamanın her bir saatine kadar detaylandırılarak düzenlendiği okulda, öncesinde müdürün nutuk attığı içtima
töreni sonrası sınıflara giriliyor, aynı askerdeki gibi yemeğe toplu bir şekilde yüksek sesle dua ederek başlanıyor, aynı anda ve hep birlikte haftada bir kez banyo yapılıyor. Saçı uzun olan çocuklar sabah içtimasında bizzat müdür tarafından saçları tam ortadan makaslanarak tüm okulun önünde rencide ediliyor. Bu arada verilen yemek karın doyurmuyor, günlerce tamir edilemeyen kaloriferler yanmıyor, çocuklar ısınabilmek adına günlük giysileriyle uyuyor...
İşte böyle bir okulda, hamam günü arkadaşlarıyla atıştığı için soğuk suyla yıkanma cezası verilen Memo hastalanır. Ateşi yoktur Memo'nun fakat baygın yatmakta, kendine gelememektedir. Durumuna herhangi bir teşhis koyulamayan çocuğun başına ne geldiği muammadır. Normal zamanda çocukların bedenlerine ve iç dünyalarına karşı çok zalim olan öğretmen ve idarecilerin her biri (belki Selim öğretmen ayrı tutulabilir) çocuğun sağlığından çok kendi ayağının kayabileceğinden endişelenmektedir. Memo'ya, onun için samimi biçimde kaygılanan tek kişi olan, en yakın arkadaşı Yusuf refakat etmektedir. Bu süreçte Yusuf'un, kutsal bildiği idareci ve öğretmenlerin nasıl insanlar olduğunu anlaması ve sistemin işleyişini çözümlemesi fazla zaman almayacaktır...
Modern devlet, kendini bilmeye başladığı andan itibaren varlığının devamlılığını sağlamanın eğitim sistemini uhdesine almaktan geçtiğini gördü. Haliyle çocuğa özel ilgi duymaya başladı. Devlet artık çocuğu kimseye emanet edemezdi. Onun eğitimini bizzat kendi eliyle verecekti. Eğitim sistemi itaatkâr ve boyun bükmüş bireyler yetiştirecekti. Bunun için çocukların, altı ayda yeni bir dil öğrenebilecekleri, bir enstrümanı yetkinlikle çalmayı öğrenebilecekleri, sadece oyun oynayarak pek çok beceriyi kazanabilecekleri dönemlerinde itinayla aptallaştırılmaları gerekiyordu. Ne de olsa rahmetli Kürşat Bumin'in ifadesiyle; "Türkiye'de bir yüzyıla yakın tarihi olan okul bugünkü haliyle ne öğreten, ne düşündüren, ne eğlendiren, ne de eğiten yalnızca çocukları 'aptallaştırmaya' yönelmiş bir kurumdur."
Filiz Meşeci Giorgetti’nin ifadesiyle, tüm dünyada ulus devletler okulları “politik bir silah” olarak gördüler. Bu silah en etkili biçimde kullanılmalıydı. Keza insanları yönlendirmede, biçimlendirmede ve beyinleri yıkamada genel anlamda eğitim sistemi, özel anlamda da öğretmen çok etkili araçlardı. Yeni bir toplum ve yeni bir kültür evreni yaratmayı arzulayan modern devlet istediği tarzdaki vatandaşı fordist bir düzenekte fabrikasyon olarak üretmek durumundaydı. Bunun için zorunlu okul sistemi biçilmiş kaftandı. Ulusa bir gelenek icat edilmeli, tarih kurgusu oluşturulmalıydı. Semboller, ritüeller, kurallar geliştirilerek, sivil bayramlar yaratılarak Jean-Jacques Rousseau'nun sivil din dediği seküler bir dinin simgesel boyutu da inşa edilmeliydi. Çocuklar artık anne babalarının değil cumhuriyetin çocukları olmalıydı. Bütün bunları yapabilmenin en önemli mekanı parasız ama zorunlu kılınan okuldu.
Zamanla tüm Avrupa’da eğitim kurumları devletin tekeli altına alındı, devletleştirildi. Öğretmen de okullarda propagandist olarak kullanıldı. Fakat insanların biçimlendirilmesinde, kitlelerin dönüştürülmesinde okuldaki resmi müfredat yeterli değildi. Öncelik bilgi aktarımı değil öğrencinin ruhunu şekillendirmekti bu da duygulara yüklenerek yapılabilirdi. Irkçılık-ulusçuluk, kan saflığı, devlete ve lidere bağlılık, militarizm yüklemesi yapılmalıydı çocuklara. Tüm bunlar resmi müfredatın yanı sıra kurallardan, kutsanan sembollerden, törenlerden, ağın içindeki insanların arasındaki hiyerarşik ilişki biçiminden oluşan gizli müfredat ile başarılabilirdi ancak. Ferit Karahan’ın yönettiği 2021 yılı yapımı etkileyici filmde zavallı Memo ile Yusuf'un gözlerini içinde açtıkları tezgâh böyle bir amaçla kurgulanmıştı işte.
Modern hayat insana sürekli kendini yenilemeyi, geliştirmeyi, bir sanat eseri gibi yeniden yaratmayı dayatıyor. İnsan bir çeşit ürün haline geldi. Dolayısıyla modern insan kendini işlenmesi, biçimlenmesi gereken bir nesne gibi görüyor. Ama bunu yaparken özgür de olamıyor yalnız da kalamıyor. Onu belli şekilde anlamlandıran ve belli bir biçime sokmak isteyen, ona belli değerleri yüklemek isteyen bir devlet var kapı gibi. İşte Yusuf ile Memo'nun bir torna-tesviyeden geçirildiği, farkında bile olmadan bir "şey"e dönüştürüldükleri yatılı okul da bu amaca hizmet eden kurumlardan biri. Fakat en ilkellerinden biri aynı zamanda. 17-18. yüzyıllarda yatılı eğitim veren Cizvit kolejlerinden, Port Royal rahiplerinin eğitim kurumlarından veya Lasalyen kilise okullarından özü ve ilişki biçimi itibariyle pek bir farkı yok.
Eline sağlık kardeşim
Eline sağlık kardeşim
Yeni yorum ekle