Sakarya Savaşından Doğu Akdeniz Krizine Kadar Türk-Yunan Diplomasi Mücadelesi

12 Eylül 2020

 

100 yıl önce…

Sakarya Meydan Savaşında, Mustafa Kemal kurmaylarıyla Alagöz karargâhında savaş stratejileri üzerine sohbet ederken, genç bir subay Paşa’nın neden bu kadar kendinden emin olduğuna dair meraklı bakışlar içindedir. Bir ara başını kaldırıp paşayla göz göze gelir, lakin merakını giderecek soruyu soramadan dinlemeye devam eder...

Yunanlılar Anadolu’yu işgal etmeye başladıklarında kendilerine verilen temel görev, Türkleri 1071 öncesi topraklara sürmekti. Ama aynı zamanda Türklüğe dair Balkanlarda kalan mirasın da ortadan kaldırılması önemli bir görev olarak onları bekliyordu. Bu nedenle Yunanlılar aynı zamanda Arnavutluk topraklarını da işgale başladılar.

Arnavutların ruhundaki Osmanlı izlerini silmek için, Batılılar bir Alman prensi Arnavutluk’a gönderse de Prens Wied büyük savaşın acımasız seslerine kulak vererek böylesi zorlu bir süreci ülkesinde geçirmeyi tercih eder. Osmanlı coğrafyasının hemen her tarafında görev yapan eğitimli ilmiye, mülkiye ve askeriye mensubu Arnavut’un bir kısmı bağımsız Arnavutluk’u yönetmek üzere dönüş yaparlar. Başbakanından Genel Kurmay başkanına kadar Osmanlı idari sisteminde yetişmiş olan bu Arnavutlar bir taraftan yeni Arnavutluk’u inşa ederken,  diğer taraftan da İtalya, Sırbistan ve Yunanistan tehdidiyle mücadele ederler.

Yüzlerce yıl ortak bir kaderi paylaşan iki ülke bu zor günlerde aynı düşmana karşı ortak bir mücadelenin zorunluğunun farkına varır. Bu amaçla, Yunanistan’la mücadeleye yönelik gizli bir anlaşma yapılır[i]. Anlaşmayı Arnavutluk tarafından zamanın Başbakanı Süleyman Fehmi Bey ile Milli Savunma Bakanı Selahattin Bey, Ankara Hükümeti adına ise Yusuf Kemal Tengirşenk Bey imzalar.

12 maddelik bu kısa anlaşma kapsamında; TBMM’nin Arnavutluk’a her türlü maddi ve manevi desteği sağlayacağı, Türkiye’de görevli Arnavut kökenli asker ve memurların Arnavutluk’ta çalışabileceği, Arnavutluk’un bir yıl içinde üç tümenden oluşan bir ordu kuracağı ve bu ordunun Türk subaylar tarafından eğitileceği, bu üç tümenden birinin Sırp diğerinin Yunanistan sınırına, sonuncusunun ise Arnavutluk içinde konuşlandırılacağı, Arnavutluk hükümetinin çeteler kurarak bunları Yunan topraklarına göndereceği hususlarında uzlaşmaya varılır. Sadece ilk altı maddesine kısaca değindiğimiz anlaşmanın kuşkusuz en önemli maddeleri ordu kurulmasını öngören 3. maddesiyle, Yunan topraklarına Arnavut çeteleri gönderilmesini içeren 6. maddesidir.

Ordu kurmak üzere Arnavut kökenli Miralay Hamdi Bey Arnavutluk’a gider ve Genel Kurmay Başkanı sıfatıyla Arnavutluk ve Türkiye’nin kaderini değiştirecek olan orduyu kurar. Planlandığı üzere kurulan üç tümen görev yerlerine sevk edilir. Aynı zamanda Arnavutluk’ta 15-40 yaş arasındaki bütün erkeklerin silahaltına alındığı bir seferberlik başlatılır. Bu esnada kurulan çeteler Yunan sınırlarında gerilla savaşları başlatmıştır bile.

Anadolu’da Sakarya Meydan Savaşı başladığında eş zamanlı olarak Arnavut askerleri ve çetecileri de Yunan sınırındaki girişimlerine başlar. İki cephede savaşmak zorunda kalan Yunanlılar ordusunu bölmek zorunda kalır.

Bu durumun farkında olan Atatürk Alagöz karargâhındaki genç subaya mütebessim bir tavırla bakarak muhtemelen;  “Efendiler, tarih bize göstermiştir ki galibiyet arzu edilen hiçbir muharebe tamamıyla kendi vatan sathımızda tasavvur edilemez. Bugün bu topraklarda bir muharebe gerçekleşiyor olsa da biz bu savaşın asıl cephesini Yunan topraklarında açtık” derdi.

Bugün…

Türk halkı, savaş meydanında tarihe geçecek bir kahramanlık destanı yazmakla birlikte, kazandığı zaferi diplomasi masasında da devam ettirerek, çok kısa bir sürede Yunanistan ile dostane ilişkilere girmeyi başardı. Öyle ki, 1930 yılında Yunanistan ile Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalandı, hatta Yunanistan Başbakanı Venizelos 1934 yılında Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne aday olarak gösterdi.

Yaklaşık 250 yıldır Yunanlılarla “eltiler mücadelesinin” diplomatik versiyonunu yaşadık. Özellikle 19. yüzyılın başından itibaren bütün büyük buhranlar öncesi büyük kavgalar, akabinde de patlamaya hazır bir sakinlik dönemi.

Son dönemde Doğu Akdeniz özelinde başlayan, Ege adaları ve deniz yetki alanları gibi kadim sorunlarla taçlandırılan problemler esasında sadece Türk-Yunan anlaşmazlığının değil, bölgesel bir sorunun habercisidir. Dolayısıyla, Türk-Yunan çatışmasının altında yatan Doğu Akdeniz’deki mücadelen daha önce, Suriye ve Irak meselesini dikkatlerden kaçırmamak lazım.

Meselenin kaynağı Ege olmadığı için Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimin bir savaşa dönüşme ihtimali çok da olası görünmüyor. Zira Batı, kendi toprakları içinde çıkacak bir yangının esecek basit bir rüzgârla kendisini de yakacağını çok iyi biliyor. Yunanistan ile çıkabilecek savaş sadece ikinci cephe açılması durumunda söz konusu olacaktır. Bu durumda Türkiye’nin bir çatışmaya girmesi arzu ediliyorsa bunun öncelikli olarak güney sınırımızda olması arzu edilecektir. Buradaki çatışmanın dozuna göre Yunanistan kozu devreye sokulacaktır.

Lakin durum böyle olmasına rağmen, Yunanistan veya hamileri yüz yıl öncesinde yaşananları dikkate alarak gerekli tedbirleri almaya başladılar. Yunanistan’ın başta Kuzey Makedonya olmak üzere komşu ülkelerle sorunları giderildi, hatta Arnavutluk ile kara ve denizde işbirliğini sağlamak üzere ciddi girişimler gerçekleştirildi. Bunun ötesinde, Kosova ve Sırbistan’ın, ABD ve İsrail ile yeni bir ilişki dönemine girmeleri, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı rahatlatan önemli bir hamle oldu. Son yıllarda gerçekleştirilen bütün bu diplomatik ataklar Yunanistan’ı bölgesinde korunaklı hale getirdi.

Ancak bütün bunlara rağmen Batı, Yunanistan’ı Türkiye’nin önüne yem olarak atmayacaktır. Zira her ne tedbir alınırsa alınsın böylesi bir savaşın galibinin Türkiye olacağı açık ve nettir. Ama güney sınırımızda çıkacak bir çatışmanın bizi zorlu bir döneme sokması durumunda, Yunanistan cephesinin açılması daha muhtemel hale gelecektir. Yunanlılar yüz yıl önce düştükleri duruma bu defa Türkiye’yi düşürmek isteyecek.  Bu nedenle, bu günlerde Türkiye’nin askeri olarak dikkatini yoğunlaştırması gereken bölge Ege ve Doğu Akdeniz yerine güney sınırımız olmalıdır. Yunanistan’la olan problemlerimiz diplomatik bir meseledir ve masada çözülebilecektir.

Esasında bütün bunlar Suriye ve Irak’taki güç mücadelesi ile Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı temeline oturtulmuş pazarlık unsurlarıdır. Batı, gerekirse bu pazarlıklara Şii-Sünni çatışmasını da ana unsur olarak ekleyebilir.

Türkiye açısından güney sınırlarının korunması ise ancak bu tehdidin arkasında bir savunma hattı oluşturmakla mümkün olacaktır. Bu da Cezayir’den başlayıp Libya, Sudan, Eritre, Cibuti, Somali, Yemen, Umman, Katar, Pakistan ve Afganistan hattı olacaktır. Uzun ve tahkimatı çok zor bir hat olduğu aşikârdır, lakin Balkanların tarafını açıkça ortaya koyduğu, Rusya’nın “diplomatik nezaket maskesi” taktığı, İran’ın “pusuda” beklediği dikkate alınırsa bu hattın önemini daha iyi anlamış oluruz. Bunun farkında olan Batı, Pakistan ve Afganistan’ı Türkiye ile birlikte Rusya’yı kontrol altına almak, diğer hatlarda ise Türkiye’yi sınırlamak için girişimlerde bulunacaktır. Bu hattın belki de en önemli noktası olan Sudan üzerinde izlenen politikalar bir süredir sonuç vermeye başladı. Yalnız ilginç olan bir husus sanki Türkiye’nin gözüne sokulurcasına Balkanlarda ve Cezayir-Afganistan hattında yapılan diplomatik ataklara İsrail müdahil edilmektedir. Sudan’dan sonra bu hattaki en önemli ülke olan Somali’yi yakından takip etmek lazım.  Hali hazırda Katar’ın gelecekte nasıl bir tavır sergileyeceği ise her geçen gün daha büyük önem taşıyor.

Balkanlar ve Sudan’da ABD-İsrail’in diplomatik müdahaleleri ne olursa olsun bu ülkelere duygusal bir kırgınlıkla yaklaşılmaması gerekir. Türkiye’nin bu ülkeleri kaybetme lüksü yok. Ege’nin güvenliğinin Adriyatik’ten, Akdeniz’in güvenliğinin ise Kızıldeniz’den geçtiği unutulmamalıdır.

Tekerrürün tarihi aynı eksende yazılmaya devam ediyor…

 

[i] Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Halil Özcan, “TBMM Hükümeti ile Arnavutluk Hükümeti Arasında İmzalanan Gizli Anlaşmanın Sebep ve Sonuçları”, İGÜ Sos. Bil. Der. 4 (2), ss. 119-157, 2017.

Şakir Aksu

"Yunanistan’la olan problemlerimiz diplomatik bir meseledir ve masada çözülebilecektir" tespitiniz doğru değildir. Yunanistan ile İtalya'nın Doğu Akdeniz'de çizdiği sınır Kıbrıs'ın kuzeyinden Suriye Lazkiye Limanına ulaşmaktadır. Lazkide'den doğuya Irak Kürdistanı da dikkate alındığında Yunanistan'ın çizdiği harita Yunanistan'ın değil dünya egemenlerinin haritasıdır. Türkiye Yunanistan ile asla masaya oturmamalı, Mavi Vatann'dan zerre kadar taviz verilmemelidir.

Per, 09/17/2020 - 00:26 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 402 kez görüntülendi. 4 yorum yapıldı.