“Selçuklular Oğuzların Kınık Boyu’na mensuptur.” Bu cümle, Selçukluları tanımlamak için kullanılan bilindik başlangıç cümlelerinden biridir. Son zamanlarda Türkçe yayınlarda, Selçuklular için “boy” yerine “kabile” sözcüğü kullanımı artış göstermekte. Bir kelime değişikliği nelere kadir. İki cümle sonrasında zihinlerde canlanacak imaj birbirinden farklıdır.
Yakın zamanlarda İngilizce’den Türkçe çevirisi yapılmış Selçuklular ile ilgili bir yayında, çevirmen dipnot şeklinde verdiği açıklamasında “tribe” kelimesi için tercihini “kabile” kelimesi yönünde kullandığını ifade etmiştir. Oysa Selçukluları tanımlarken “boy” yerine “kabile” sözcüğünün kullanımı tercihe bağlı olamaz. Bu iki kelime eş anlamlı gibi görünebilir ama değildir. Kültür denen olgu burada devreye girer.
David Tournier’in güzel bir ifadesi vardır: “Dil kültürdür, kültür de dildir... Biri diğerinden ayrı yaşayamaz”. Bizim kültürümüzde “boy”, “kabile” ve “aşiret” kelimeleri eş anlamlı kelimeler gibi görünse de kavramsal karşılıkları farklıdır. Kültürümüzün bir özelliği olarak her üç kelimenin zihinlerimizde uyandırdığı gerçeklik farklıdır. Çünkü bu kavramlara atfettiğimiz anlam birbirinden farklılıdır.
Soyun soylansın, boyun boylansın...
Kültürlerin çeşitliliği dünyanın güzel yanlarından biridir. Her kültürün kendine özgü anlam kodları vardır. Birini diğerinden daha iyi ya da daha kötü şeklinde kıyaslamak yersizdir. Sadece farklıdırlar. Ve o farklılıklarına saygı duymak gerekir. Bu kadar basit.
Kültür ve dil birlikteliği çerçevesinde “boy” kelimesinin kavramsal karşılığı devlet görgüsü ve bilgisi ilişkilidir. Türk kültüründe “boy” kavramının içeriği mitolojik öykülerden destanlara, halk masallarından tarihi olaylara kadar yüzyıllar içinde zenginleşerek günümüze kadar gelmiştir.
Kabile devleti...
Kültürümüzde “kabile” kelimesini ise düzgün bir idare sistemine sahip olmayan yönetimler için kullanırız. Yönetim bilgi ve tecrübemizin varlığına işaret etmek adına kurduğumuz “Kabile devleti değiliz” cümlesi de bu kültürel kabulümüzün bir ifadesidir.
Kültürün anlam kodlarını hiçe sayarak Selçuklular için “kabile” ifadesi kullanıldığında herhangi bir devlet yönetimi tecrübesi olmayan bir topluluk fikri zihinde canlandırılmış oluyor. Bozkırda belli aralıklarla sıralanmış keçe çadırlar ve çevrede savruk atlıların olduğu, hani deyim yerinde ise ne oturmasını ne kalkmasını bilen, ağzından çıkanı kulağının duymadığı insanlar... Hasbel kader şansları yaver gitmiş ve donanımları yetişmemesine rağmen hakimiyet kurmuş bir topluluk... Daha başka bir tasvirin canlanması mümkün değil. Buna engel olmazsınız. Buna neden olmak istiyorsanız o başka!
Bu ısrar niye ?
“Kabile” kelimesini Selçuklular için kullanmakta israrcı olunmasına, komplo teorilerine varan açıklamalar getirilebilir. Bazısı doğru da çıkabilir. Ancak, kanaatim psikolojik sebeplerin daha baskın olduğu yönünde. Onca arkeolojik çalışmalara, dünya müzelerini dolduran sayısız seramik, çini, madeni ve ahşap esere, kalelerden kervansaraylara binlerce mimari mirasa rağmen, Selçukluları halen sadece göçebelerden oluşmuş herhangi bir yerleşik hayat görgüsü ve bilgisi olmayan bir Türk devleti olarak görmekte israrcı olmak ile ilintili bir durum.
Yerleşik algıyı kırmak yerine ona sıkı sıkıya bağlı kalmak daha güvenli geliyor. Selçukluların dış ve iç siyasi dinamiklerini başarı ile uygulayan, kapsamlı ve incelikli istihabarat çalışamaları yapan, sisteminde aksaklıkları fark edip ona göre yenilemelere giden, devlet vizyonuna göre kendine devlet misyonu belirlemiş, bilimsel ve sanatsal faaliyetlere önem veren bir medeniyet olduğu bilgisi içselleştirildiği gün “kabile” kelimesinin kulllanımından da vazgeçilecektir.
Yine güzel bir tesbit ve yazı
Yine güzel bir tesbit ve yazı. Kalemine sağlık. Ben de Kabile kelimesinin özellikle tercih edilmiş olduğunu düşünüyorum. Aksi mümkün değil Anadolu, Selçuklu kervansarayları, camileri, mescitleri, medreseler ve hanları ile doluyken
Yeni yorum ekle