Uzaktan Zorunsuz Öğretim

14 Haziran 2020

 

Bir edebiyat öğretmeni “zorunsuz” diye bir kelime kullanıyorsa vay halimize…” diyecek olan değerli okura karşı savunmamı yapıp sonra konuya geçmek isterim.

TDK’nin koca koca uzmanlarının; aspiratöre emmeç, ultrasona yansılanım, klipe görümsetme, sürprize şaşırtı, teröre yıldırı, retweete sektirme, mazoşiste özezer, efervesana fışırdayan, endoskopa içgöreç, epilasyona kılsızlaştırma gibi öz Türkçeleştirmeleri yanında benim kullandığım zorunsuz kelimesi biraz mazur görülebilir diye düşünüyorum. Üstelik TDK’nin bütçesi ve istihdam ettiği uzmanlar-akademisyenler göz önüne alındığında fayda maliyet bağlamında benim kullandığım “zorunsuz” kelimesi öpülüp baş üstüne koyulasıdır.

Gelelim zorunsuz kelimesine. Türkçemizde yaygın biçimde kullanılan –lı –li ve –sız –siz yapım ekleri, olumlu ve olumsuz anlamda sıfat türeten eklerdir. İnsaf-lı kelimesinin olumsuz anlamdaki karşılığı insaf-sız kelimesidir. Tuz-lu, tuz-suz; kol-lu, kol-suz örneklerinde olduğu gibi “zorun-lu” sözcüğünün olumsuzu da “zorun-suz” olur. Burada asıl mesele zor kökünden sonra gelen –n eki isimden isim yapan bir Türkçe ek “değildir”. Yani Prof. Dr. Muharrem Ergin’e göre Türkçede böyle bir ek yoktur.“–n” eki Türkçede ikinci tekil şahıs eki ve fiilden fiil yapım eki olarak kullanılır. Mecburi kavramı “Arapça” kökenli olduğu için “ öz Türkçeleştirilirken” “Farsça” “zor” sözcüğüne Türkçede olmayan -n eki getirilerek “zorun” diye bir karşılık uydurup Türkçe –lı yapım eki ile zorunlu diye bir kavram icat edilmesine takılmayıp zorunsuz kullanımına takılmak insaf dışıdır. Yani zorun-suz sözcüğüne takılacaksak önce ‘zor’ kökünden sonra uydurulan ‘-n’ ekine takılmamız icap eder. Görüldüğü gibi zorunlu kelimesi aslında sorunludur. Bu sırada sorunlu kelimesi de aynı kusurlarla malül bir kelimedir.

Kelime ve kavramların “Türkçe” oluşu konusunda Banarlı’nın yaklaşımı doğru yaklaşımdır(1). Eşya ve kavramları üreten toplumlar onlara “isim verme hakkı”na sahiptir. Bunu bir nevi telif hakkı, bir fikri mülkiyet olarak anlayabiliriz. Ya o eşya ve kavramları siz üretirsiniz ya da üretemeyip alma yoluna gittiyseniz o kavramları içinde doğdukları toplumun kullandığı gibi kullanırsınız. O kavramlar size geldiğinde telaffuz ve anlam olarak değişikliklere uğrayarak sizin dilinize girebilir. Hem ahlaki hem de bilimsel olan budur. Ve bu büyük dillerin neredeyse tamamında böyledir. “Tüm kelimelerimiz öz Türkçe olsun” yaklaşımı bilimsel karşılığı olmayan romantik ve politik üstelik de artık arkaik bir arzudur. Felsefi metinlerin Türkçeye çevirisinde okurların yaşadığı en büyük sorun orijinal metindeki felsefi kavramlara öz Türkçe karşılıklar uydurulması arzusudur. Çoğu zaman bu tür kitapları elinize aldığınızda çevirmeni de yanınıza alıp kitabı öyle okuma ihtiyacı duyarsınız. Okur, orijinal kavramın karşılığı olarak uydurulan “öz Türkçe” karşılığa da en az orijinali kadar yabancıdır. Çeviride kavramın orijinalini verip tanımını da dipnotta bir kez yaptığınızda okur kavramı tanır ve mesele çözülür. Hülasa yabancı bir kavramın karşılığı Türkçede varsa Türkçesini tercih edersiniz, yoksa “yaygın ve yerleşik usüllerle” bir kelime üretirsiniz ( birleşik kelime ya da türemiş kelime), olmuyorsa Türkçe ses yapısına uyuyorsa olduğu gibi, uymuyorsa ses yapımıza uyacak şekilde telaffuz eder orijinal kavramı kullanırsınız. Diğer yol çok romantik olmakla birlikte ziyadesiyle komik sonuçlar doğuruyor. Uslamlarken yaptığınız iş “akıl yürütme”, “muhakeme”dir. Meseleyi eytişimsel olarak ele aldığınızda aslında konuya diyalektik olarak yaklaşıyorsunuz demektir. Uslamlama, eytişimsel gibi kelimelerle karşılaşan okur önce bu kavramların karşılıklarını bilmediğini düşünür ancak aslında bildiği şeylerdir. Okuru önce bildiği şeyin cahili haline getirmekten beklenen fayda ne olabilir? Anlaşılamamanın sağlayacağı kibir mi yoksa ideolojik bağnazlık mı?

Doğru kelimeler olmadan doğru fikir, doğru fikir olmadan da doğru fiil olmaz. Kelimelerin kökleri ile kurdukları anlam bağının, doğru ve yerleşik yöntemlerle üretilmesi hayati derecede önemlidir. “Biz bu biçimde ne denilmek istediğini anlıyoruz, ifade meramını anlatıyor, bu kadar ayrıntıya ne gerek var?” diyorsak eğer “Ben var sevmek İstanbul, çok güzel şiş kebap, bir daha gelmek ben” ifadesi de meramını anlatır; ancak bu dille bilim, sanat, felsefe, edebiyat üretemez, “eğitim” yapamazsınız. Üstelik meramını anlatmak için illa konuşmanıza da gerek yoktur, beden dili ile de pekâlâ meramınızı anlatabilirsiniz.

Zorunsuz kelimesini kullanma sebebine gelince, kelimenin tuhaflığını bilmekle birlikte kavramlaştırma yaparken içine düştüğümüz trajikomik soruna dikkat çekmektir. Zorunsuz bahsini geçtiğimize göre şimdi diğer bir kavramı ele alabiliriz. MEB tarafından da “uzaktan eğitim” şeklinde kullanılan, yeni olmasa da şimdi meşhur olan bir durumla karşılaştık. Yaygın kullanılan “uzaktan eğitim” kavramlaştırmasının unsurları da sorunludur. “Uzak” olan nedir? Bilginin aktarımı bağlamında bu ifade kullanılıyorsa “Dijital ortamda ders işlemek” bilinen anlamda uzak değil hatta alışılmışın dışında yakındır. Sınıf ortamından daha etkileşimli olduğu bile iddia edilebilir. Burada “uzak” olan “öğretmen ya da okuldur” denilirse, öğretmen “fiziki” olarak uzakta olsa da “işlevsel” olarak 50 ila 60 santim mesafededir. Kaynak ve alıcı arasında etkileşim de söz konusu olduğuna göre burada “uzak” kavramı durumu tam karşılamaz. Üstelik “uzak-yakın” kavramları temel anlamları dışında çağrışımları olan kavramlardır. Uzak kavramı “disiplin, öğrenme ve başarma, hedefe ulaşma” bakımından da doğru çağrışımlar barındırmaz. Hem bilgi aktarımındaki kaynağın son noktası olan dijital eşyanın yakınlığı hem de kavramın çağrıştırdığı anlamlar bakımından “uzak” kavramının doğru bir tercih olduğunu söyleyemeyiz. Uzak olandan “okul” kast ediliyorsa bunun da “öğretim” için bir şart olmadığı aşikârdır. Okul daha çok “eğitim” için bir ihtiyaç kabul edilebilir. Bilgi aktarma “öğretim”, insan davranışlarda istendik değişimler oluşturma “eğitim” olduğuna göre dijital ortamda bilgi aktarılabilir ancak davranış değişikliği sağlayacak biçimde eğitim faaliyeti yapmak pek mümkün olmayabilir. Dijital ortamda “canlı ders”te çocuklar öğretmeni görünce ayağa kalkmaz, çocukların kılığı-kıyafeti kontrol edilmez, çevresi ile ilişkisi kontrol edilemez, formadan dolayı ikaz edilemez vb. Yani uzaktansa eğitim değildir, öğretimse uzak değildir. O halde “uzaktan eğitim” değil “dijital öğretim” ya da “dijital ortamda öğretim” ifadesi doğruya yakın olabilir.

Eğitim ile öğretim kavramları bizde çok rahat biri diğeri yerine kullanılan kavramlardır. Konunun muhatapları çoğu zaman bu ayrımı önemsemez. Ancak bunlar bir birinden farklı fakat birbiriyle ilgili kavramlardır. Kavramların tanımları ve yerli yerinde kullanılmaları da son derece önemlidir. Bu sırada insan için de hayvan için de “eğitim” kavramının kullanılması ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Üstelik eğitim kavramı terbiye kavramının karşılığı olarak uydurulan ve “eğ” fiil kökünden türetildiğini “düşündüğümüz” bir kavramdır. Eğmek fiili düz-doğru olan bir cismin formunu bozma halidir. TDK Türkçe Sözlük eğmek kelimesini “1. Düz olan bir şeyi eğik duruma getirmek, 2. Sert bir cismi bükmek.” şeklinde tanımlar. Eğmek fiil kökünden türetilen eğitim kelimesinin terbiye kelimesinin anlam dünyasını karşılayıp karşılamadığı da ayrı bir konudur. Terbiye kelimesinin kök ya da gövdesinde “eğip bükmek” anlamlarına gelecek bir karşılık yoktur. Konuyla ilgili yapılan akademik çalışmalarda Radloff’un Kutadgu Bilig’teki bir sözcüğü “yanlış” okuyarak eğit kelimesinin ortaya çıktığı; bu kelimenin igit-,igid-, iğit-, iğid-, ägid-, igiḏ-, igiḍ-, egit-, ikiđ- şeklinde de transkribe edildiği, kelimenin Eski Türkçede; hayvan beslemek, yetiştirmek, korumak, doyurmak gibi anlamlarda çok anlamlı olarak kullanıldığı” ve eğitim kelimesinin kökünün bildiğimiz “eğ” fiili olmadığı “ileri sürülmekte”dir. Ancak ilgili makale dikkatle okunduğunda muğlak ve müphem birçok noktanın bulunduğu, bazı bilim insanlarının bu fikirde olmadığı görülebilir.(2)

Eğitimin önemi vurgulanırken kullandığımız “Ağaç yaşken eğilir” atasözü de kelimenin kökünün “eğmek” fiili olduğunu düşündürtmektedir. Üstelik iddia edildiği gibi igit kökünden gelen “hayvan beslemek, doyurmak, yetiştirmek” anlamlarında kullanılan kavramdan daha çok “insanının biçimini değiştirmek, onu bir kalıba sokmak, toplumu tek tipleştirmek” ancak eğmek ile mümkündür. Bir varlığı bir kalıba sokmak çoğu zaman eğmeden mümkün olmaz. Kavramın kökü ile ortaya çıkan sonucun örtüşmesi, sistemin 150 yıldır tavizsiz ve kesintisiz sürdürdüğü endoktriner tavır da bize eğitim kelimesinin eğmek kökünden türetildiğini düşündürtmektedir. Bu bilimsel bir iddia olmasa da ortaya çıkan üründen hareketle şahsi bir fikirdir.

Hülasa yaklaşık bin yıl boyunca dilimizde olan, farklı kelimelerle birlikte kullanılıp yeni ve çeşitli anlamlar oluşturan, hem günlük dilde hem de akademik dilde karşılığı olan yaygın ve yerleşik “terbiye” kavramını “talim-terbiye” bağlamından atıp yerine “ölmüş” bir kökten yeniden diriltildiği “iddia edilen” (bilimsel olarak böyle olup olmadığını bilmiyoruz) igit kelimesiyle karşılama çabası üzerinde düşünülmesi gerekir.

 

 

 ----------------------

 

1-  “Öz dilcilik, öz Türkçecilik, dil” konusu ile ilgilenenlerin temel düzeyde okunması gereken kitaplar:

Prof. Dr. Nihat Sami Banarlı -Türkçenin Sırları

Geoffrey Lewis - Trajik Başarı / Türk Dil Reformu

George Orwell -1984 ( Bu romandaki “yeni söylem” yeni dil bahsi özellikle “erkin toplumsal zihin inşa etmede dilin rolü” bakış açısı ile okunmalıdır.)

2-  Eğit-, Eğitim Kelimelerinin Yapısı Ve Türkiye Türkçesine Girme Süreci - Sedat Balyemez

 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 311 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.