Bugün genel tecrübe gösteriyor ki, tüm uluslararası kurumlar, IMF, dünya bankası, BM, Avrupa Birliği, Nato ya da başkası.. hepsi demokrasi ve ulus egemenliğinin düşmanıdır. Hepsi de kendi yabancı, elitist gündemlerini dayatmaktadır.
Demokratik bir ulus devleti, milli egemenlik ve bağımsızlığı savunmak için ille de bir milliyetçi, ırkçı veya kendi milletinin ya da dininin üstünlüğüne, seçilmişliğine inanan biri olmanız gerekmez. Neden? Çünkü demokratik ulus devlet küresel yağmacı kapitalizmin saldırısına karşı durabilecek son kaledir.
Küresel bir saldırıya karşı ulus-devleti aşan başka uluslararası güç ve birliklerin daha etkili olacağı, 3. Dünya hareketi, İslam birliği ya da başka birlikteliklerin karşı bir cephe oluşturarak yeterli direnişi sağlayacağı şeklinde tezler de ileri sürülmüştür. Ne yazık ki bu söylenenler iyi dilek ve temennilerden öteye geçmemiş, bu amaçla kurulan birlikler kendilerinden beklenen katkı ve etkiyi sağlamamıştır. 20.y.y.da Batı'ya karşı örgütlenen en etkin uluslararası güç olarak komünist blok ülkelerinin üye olduğu Varşova paktını görüyoruz. Ama onun üye ülkeler ve bunların halklarına ne derece özgürlük getirdiği ayrı bir tartışma konusudur.,
İslam birliğine gelince.. "İslam dünyası" diye birşey yoktur. Çıkarları birbirlerinden farklı, yeryer zıt ülkeler ve devletler vardır. Bu bölgedeki sonu gelmez çatışmalar, iç savaşlar ve çarpışmalarda öldürülen her 10 müslümandan 9'unu bir başka müslüman öldürmektedir. Belki acı tespitlerdir bunlar; ama realite budur. Bu nedenle elde son kale olarak ulus devlet kalmaktadır.
Birçok ülkede, ulus devlet yönetici elitlerinin yağmacı kapitalizm ile ittifak ettiği, kendi insanlarının haklarını ve refahını kısıtladıkları görülebilmektedir; ama ülkede demokrasi sürdükçe bu ülke insanlarının bir şansı vardır. Bir demokratik ulus devlette, az ya da çok, yurttaşın politika, ekonomi, insan hakları için reform ve yenilenme talep ve yapma imkanı vardır.
Ulus devletin çözdüğünden çok problem çıkardığı, "millet" sorununun kaçınılmaz olarak ırkçılığa yolaçtığı, bunun da iç çatışma ve huzursuzlukları beslediği ileri sürülmüştür. Halihazırda bilinen ve bir devlet kurmak, bir "millet" oluşturmak için eldeki seçenekler "kan bağı" ve "toprak bağı"dır. Türkiye'de "din bağı"na dayanan bir millet kurmak iddiaları gündeme gelmiş, kısmen pratiğe dökülmeye çalışılmışsa da doğru din tanımının ne olduğu, hangi mezhebin "din" içine girip, hangisinin dışında kaldığı ("Alevi -Sünni problemi"!) tartışmaya açıktır. Bunun dışında "müslüman"ın devamlı camiye gelenlerden mi ibaret olduğu, camiye gelmeyenlerin, düzenli ya da hiç namaz kılmayan veya oruç tutmayanların "müslüman" sayılıp sayılamayacağı tartışmaya açıktır. Yani eldeki din tanımları içine milletin tüm fertleri girememekte, bir kısmı dışarıda, hatta yer yer düşman kabul edilebilmektedir. Dahası 2018 ' de sektörün itibarlı kurumlarından birince yapılan bir kamuoyu araştırmasında deneklere " Sizce Kuran-ı Kerim "vahiy" midir (Allah kelamı mıdır)?" diye sorulmuş, buna deneklerin sadece %76'sı "evet" demiştir. Bunun anlamı Türkiye'de yaşayan her 4 kişiden birinin bilinen ölçüler içinde müslüman olmadığıdır! (insanın aklına "Halkının %99'u müslüman olan bir ülkede..!" diye başlayan eski siyasi nutuklar geliyor; şimdi bunları tekrarlayan dahi kalmadı!). Sonuçta "din bağı" bir başka (dini) alandaki tartışmaları yurttaşlık konusu içine sokmuş, çözüm getirememiştir.
"Millet"in klasik tanımları olan "kan bağı" ve "toprak bağı"na dönersek. Kan bağı (ırk) homojen ve aynı etnik kökenden gelme bir toplum arar. Geçmişte kimi milletler böyle oldu ise de (örn. Almanya, Arnavutluk) bugünün karmaşık ilişkiler dünyasında tek etnisiteli milletler yoktur. Anadolu-Osmanlı coğrafyasında ise bu tür bir "etnik arılık" baştan beri yoktur. Kaldı ki bugünün birçok ileri ve saygı duyulan milletleri (Amerika, Rusya, Avustralya, Kanada vs.) ve gelişen ulusların birçoğu (Hindistan, Brezilya) çok etnik ve dini kökenden gelme insanlarca oluşturulmuş, bu o ülkelerde toplumsal işleyiş ve siyasi istikrar açısından kalıcı sorunlar oluşturmamıştır. Bahsi geçen ülkeler toplumu oluşturan fertlerin aynı ülkede yaşamasını yeterli görür, bunun bilimsel jargondaki adı "toprak bağı"dır.
Türkiye'de millet bağı ile ilgili sorunlar son 30 yılın iç çatışmaları ve terör bağlamında ön plana gelmiş olup, gerek yurtiçi, gerek yurtdışında Türkiye'nin ikili (düaliter) bir etnik yapıdan oluştuğu sanısı ortaya çıktı: Türkler ve Kürtler. Oysa bu topraklar çok etnik kökeni içinde barındırır. Örneğin bu sayfaların yazarı, yani ben, ailemin etnik kökleri itibariyle Türküm, Çerkezim, Kürdüm ve Arabım. Ve kendimi Türk hissetmekteyim. Tabi böyle hissetmeyen başkaları da olabilir. Dahası bu saydıklarımıza ek Arnavut, Boşnak, Pomak, Gürcü, Fars, Çingene vs. vs. çok sayıda etnik köken ve bunların karması kişiler bu topraklarda yaşamaktadır. Böyle bir karma toplum ancak toprak bağı ile birbirine tutunabilir, birlikte, barış içinde yaşayabilir. Bu bağı halkımızın dilinde ifade edersek: "Bu topraktan gelen (ve bu toprağa gelen) her can toprağımızdır, canımızdır, kardeşimizdir; kim olursa olsun."
Biraz da Ortadoğu ve dünyanın diğer yerlerindeki bitmez tükenmez savaşlar için birkaç not:
- İngiliz yazar H. G. Wells'in ("Zaman Makinesi" adlı bilim kurgu eseri çok ünlüdür) "Açık Komplo" adlı bir eseri vardır. Bunu okuyanlar için küresel güçlerin bugün ne yapmaya çalıştıkları bir sır değildir: Tüm ulus devletleri etnik gruplar, dinler, mezhepler, kabile-aşiretler, parti ve siyasetler arasında sonsuz savaşlar çıkararak bölüp parçalayın. böylece günün sonunda küçük şehir devletleri elde edin.
- Anlaşılan o ki, 2 şehre sahip bir devlet bile "çok büyüktür"; hemen parçalamak için iç savaş başlatın! Minik minik devletçikler elde edin.
- Bu şehir devletçikleri kendilerini savunamayacak ve barışı garanti edemeyecek derecede zayıf olduklarından, bir "imparatorluk" gölgesine sığınacaklardır. Wells 1928'de "Açık Komplo"yu yazdığında Britanya "küresel imparatorluk" için en iyi adaydı.. şimdi aday Amerika;)
- İmparatorluk, nükleer şemsiyesi altında kalıcı bir "dünya barışı" sağlayacaktır. şehir devletçikleri onun kanatları altına koşacak, onun barışını, hükmünü, yasalarını, küresel ekonomik düzenini kabul edeceklerdir: yani "yeni dünya düzeni" (ya da "novus ordo seclorum" = çağların yeni düzeni; 1 dolarlık Amerikan banknotları üzerinde bu ibare yazar);)
- Artık bağımsız bir ulus, bağımsız ulusal yasa, düzen, ekonomi yoktur.. Sadece yeni roma imparatorluğu vardır..
Sonuçta:
Her akıl sahibi ortalama kişi gibi, ben de demokratik ulus devlet taraftarıyım. Çünkü o benim hak ve özgürlüğümü, saldıran çokuluslu şirketler, finans kapital ya da diğer küreselci güçlere karşı koruyabilecek tek kuvvettir. Daha önce dediğim gibi, birçok ülkede, ulus devlet yönetici elitlerinin yağmacı kapitalizm ile ittifak ettiği, kendi insanlarının haklarını ve refahını kısıtladıkları görülebilmektedir; ama ülkede demokrasi sürdükçe bu ülke insanlarının bir şansı vardır. Demokratik ulus devlette, az ya da çok, yurttaşın politika, ekonomi, insan hakları için reform ve yenilenme talep ve yapma imkanı vardır. Küresel imparatorluk ise demokratik olarak dahi yönetmeyecektir (Amerika ya da geleceğin başka bir küresel imparatorluğu politikalarının gelecekteki bir "Vietnam" ya da "Irak" halkınca referandum ya da başka bir demokratik kabul mekanizmasıyla onaylanmasını beklemeyecektir); böyle bir düzende sizin de benim de özgürlük şansımız sıfırdır!
Demokratik bir imparatorluk kurma iddiasındaki Avrupa Birliği'ne gelince: Brüksel ve Strasbourg'da karmakarışık bir bürokratik mekanizma kurmuş bu ulusüstü yapının 4 başkanı olduğunu ve bunların kimler olduğunu sokaktaki Avrupalı bilmez! AB'ye üye adayı bir ülkenin yurttaşları olan biz de bilmiyoruz. AB adı sanı bilinmez sayısız bürokratça idare edilen ve üst organı "komiserler heyeti"nden oluşan (Avrupa Komisyonu; bu heyetin üyelerine "komiser" - commissar, commissioner denir) bir bürokratik imparatorluktur. Mizahi eleştirmenler onu (eski Sovyetler Birliği'nden kinaye) ASSCB (ya da İngilizce EUSSR) olarak anar. "Brexit" ile AB'den kurtulmaya çalışan İngiliz halkına ve ona imrenerek bakan Avrupa'daki sayısız ve yükselişte olan (bugünün gözde tabiriyle) "popülist" (Türkçesi: "halkçı") hareketlere şaşmamalı..
Bir sonraki dünya savaşı demokratik ulus devleti savunan vatanseverler ile küresel güçler arasında olacaktır.
Başladı bile..
Drucker, daha 70'li yıllarda
Drucker, daha 70'li yıllarda çanlar ulus devlet için çalıyor demişti.
Hocam drucker bir küreselci…
Hocam drucker bir küreselci idi.. Küresellik 70'li yıllarda çiçeği burnunda bir ideoloji idi.. Henüz yaptığı siyasi, sosyal ve ekonomik yıkımlar ortaya çıkmamıştı.. Yaşı olanlar hatırlar: 70'lerin dünyası kendi zamanının birçok sorunlarına rağmen bugünkünden daha sakin ve istikrarlıydı.. Selamlar
Yeni yorum ekle