Halil Cibran’ın anlattığı bu mesel 2020 YKS sonuçları vesilesiyle eğitim-öğretim sistemimizi anımsattı. İddiaları, varlık gerekçeleri ile gün doğarken gölgesine bakan tilki gibi büyük vaatlerde bulunan sistem, YKS sonuçları gibi gerçekliğine projeksiyon tutan veriler ortaya çıkınca ontolojik bir okumanın nesnesi kılınmak yerine dünyada olduğu gibi ülkemizde de mevzu teknik-tali bir lokasyona yönlendirilip magazinel bir dilin gevşekliğinde köpürtülerek sessizliğe havale edilmektedir. Oysa gün doğarken sıraladığımız vaatler, iddialar nasıl manipüle edilen bir ben tasavvurunun hezeyanları ise günün sonunda karşılaştığımız acı gerçekleri görmezden gelme de veya bu acı gerçekleri yüzeysel, çarpık bir okumayla ters yüz etme de başka tür bir yabancılaşmanın dışavurumudur.
***
Merkezi sınavlar, varlıkları ve işlevleri itibariyle eleme/sıralama için yapılırlar. Evet, anlamlarını ve önemlerini buradan almaktadırlar ancak anlamları ve önemleri bununla sınırlı değil. Kimin kaç puan aldığı, yüzdelik diliminin ne olduğu ve nereye yerleşeceği şeklindeki bireysel veriler birlikte değerlendirildiklerinde sisteme, sistemin işleyişine ve işlevsellliğine ilişkin de önemli şeyler söylüyorlar. Örneğin 2020 yılında YKS sınavında X adayın matematik testinde 40 soruda 5 soruyu cevaplaması ile sınava giren bütün adayların aynı testteki ortalamasının 5 olması arasında ciddi bir fark var. İkincisi bir testte şu kadar soruya doğru cevabın verildiğini söylemenin de kendi başına bir anlamı yok. Örneğin o testte önceki yıllarda performans nasıl? Bir yükseliş mi var? Bir düşüş mü var? Yükseliş ve düşüşün olduğu yıllarda, bu yıl korona virüs salgınında olduğu gibi, sistemin işleyişini, insicamını bozan gelişmeler mi yaşandı veya politik, paradigmatik değişikliklere mi gidildi? Türkiye’de başarı ve başarısızlık, çoğunlukla yapılageldiği üzere, ya biyografik bir anlatının sonucu olarak değerlendirilmekte veya büyük politik kırılmaları, Osmanlıdan Cumhuriyet’e geçişte olduğu gibi, meşrulaştıran resmi bir hakikat söyleminin dolgusu olarak kullanılmaktadır.
****
2020 yılında yapılan YKS sınavının istatistikleri ÖSYM’nin resmi açıklamasına göre şöyle:
Türkçe’de 40 soruda 14,228,
Sosyal Bilimler’de 20 soruda 7.788,
Temel Matematik’te 40 soruda 5,556
ve Fen bilimlerinde 20 soruda 2.668 ortalama.
Buna göre Türkiye ortalaması TYT’de % 30’un altında.
Peki, Alan Yeterlilik Testi’nde (AYT) durumlar nasıl? Yine ÖSYM 2020 verilerine göre Türk Dili ve Edebiyatı’nda 24 soruda 4,799, Tarih-1’de 10 soruda 1,436, Coğrafya-1’de 6 soruda 1,576, Tarih-2’de 11 soruda 1,489, Coğrafya-2’de 11 soruda 2,732, Felsefe Grubu’nda 12 soruda 2,298, DKAB/Ek Felsefe Grubu’nda 6 soruda 0,652, Matematik’te 40 soruda 7,584, Fizik’te 14 soruda 1,082, Kimya’da 13 soruda 1,416, Biyoloji’de 13 soruda 1,309 ortalama yakalanmış. En başarılı olunan dersde dahi Türkiye ortalaması % 30’un altında. Genel başarının nisbeten arttığı Yabancı Dil Testi’nde (YDT) ise Almanca’da 80 soruda 30,573, Arapça’da 80 soruda 36,110, Fransızca’da 80 soruda 31,512, İngilizce’de 80 soruda 31,467, Rusça’da 80 soruda 37,164 ortalama tutturulmuş. Bu testteki Türkiye ortalaması da bariz şekilde % 50’nin altında.
Acaba 2020 yılı istatistiklerinin bu denli kötü olmasında 2019-2020 eğitim-öğretim yılına özgü bir şeyler mi yaşandı? Acaba korona virüs nedeniyle okulların kapatılması mı bu tabloya neden oldu? Okulların uzun süre kapalı olması, hayatın olağan ritminin bozulması vs. gibi hususlar mı acaba bu ortalamaya neden oldu? Bilindiği üzere YÖK, sınav tarihiyle ilgili izaha muhtaç işlere imza atsa da, salgının sisteme/sınava olan olumsuz etkisini düşürmek için sınav konularını birinci dönem konularıyla sınırlamış, sınav süresini uzatmış ve baraj puanını da düşürmüştü. Bu anlamda 2020 ortalamasının teknik/tali/arızi bir sonuç olup olmadığını tespit etmemiz için önceki yılların ortalaması ile karşılaştırma yapmamız gerekiyor. Önceki yıllar çok mu başarılıydık da sonuç düştü? Veya önceki yıllardan bu güne sınav sonuçlarında ne tür bir eğri var? Yine ÖSYM’nin açıkladığı rakamlar üzerinden gidelim. 2019 YKS verilerine göre TYT’de Türkçe 40 soruda 14,673, Sosyal Bilimler 20 soruda 6,687, Temel Matematik 40 soruda 5,672, Fen Bilimleri 20 soruda 2,243 ortalama. AYT’de Türk Dili ve Edebiyatı 24 soruda 4,985, Tarih-1 10 soruda 2,035, Coğrafya-1 6 soruda 2,184, Tarih-2 11 soruda 1,982, Coğrafya-2 11 soruda 2,397, Felsefe Grubu 12 soruda 2,477, DKAB/Ek Felsefe Grubu 6 soruda 1,070, Matematik 40 soruda 4,775, Fizik 14 soruda 1,034, Kimya 13 soruda 0,963, Biyoloji 13 soruda 1,298 ortalama. YDT’de de Almanca 80 soruda 28,894, Arapça 80 13,228, Fransızca 80 soruda 28,242, İngilizce 80 soruda 29,755, Rusça 80 soruda 33,095 ortalama. Karşılaştırmanın anlamlı olabilmesi için şüphesiz pek çok yıla ait veriyi karşılaştırmak, birlikte ele almak gerekiyor. Yazının sınırlılığını dikkate alarak 2018 yılına ait verilerine de bakalım: 2018 YKS’de Türkiye ortalaması TYT’de Türkçe 40 soruda 16,179, Sosyal Bilimler 20 soruda 6,003, Temel Matematik 40 soruda 5,642, Fen Bilimleri 20 soruda 2,828. AYT’de Türk Dili ve Edebiyatı 24 soruda 4,743, Tarih-1 10 soruda 1,617, Coğrafya-1 6 soruda 2,271, Tarih-2 11 soruda 1,465, Coğrafya-2 11 soruda 2,856, Felsefe Grubu 12 soruda 2,017, DKAB/Ek Felsefe Grubu 6 soruda 2,098, Matematik 40 soruda 3,923, Fizik 14 soruda 0,467, Kimya 13 soruda 1,109, Biyoloji 13 soruda 1,669 ortalama gerçekleşmiş. YDT’de ise Almanca 80 soruda 31,453, Arapça 80 soruda 11,727, Fransızca 80 soruda 29,992, İngilizce 80 soruda 24,824 ve Rusça 80 soruda 31,009 ortalama.
***
Son üç yılın istatistikleri böyle. İstatistiğin gerçekliği sayılarda boğma, bir tür görünmez kılma etkisini de saklı tutarak testlerin veya testlerdeki her bir dersin verilerinin derinlemesine incelenmesinde yarar var. 1974 yılında tek merkezden üniversiteye giriş sınavlarının yapılmaya başlamasından bu yana 6 kez üniversiteye giriş sınavı sistem olarak değişti. Tüm değişiklikler ağdalı bir retorikle gelse de belirli aralıkta stabil seyreden bir başarısızlığın varlığı da ortadadır. Hasan Âli Yücel’in sık sık alıntıladığım 1939 tarihli 1. Milli Eğitim Şurası’nın açılış konuşmasında altını çizdiği gibi:
Ortaokul öğretmenleri, ilkokuldan gelen çocukların zayıf olduklarını söylüyorlar. Lise muallimleri aynı şikayetleri, ortaokula yükletiyorlar. Üniversite ve yüksek mektepler ise liseden gelen çocuklarımız şu ve bu noktalardaki kuvvetsizliğinde ısrar ediyorlar. İlkokula giren çocuğun içinde yaşadığı dar muhitle başlayan bu şikayet dairesi, burada kapanmış gibi görünür. Fakat aldanmamalıdır. Çünkü üniversitenin ve yüksek mektebin verdiği mezundan da hayat şikayet ediyor.
***
Gün doğarken deve yeme vaadi ile yola çıkan ancak günün sonunda, Türkiye ortalamalarında görüldüğü üzere, aç biilaç geri dönen bu yolculukta mevzuyu sürekli yolcuya, yolcunun bireysel performansına çeken diskura dikkat etmek gerekmektedir. Zorunlu kitlesel eğitimde genetik olarak bulunan ve bu yüzden de belirli bir zamanla, belirli bir yerle, belirli dersle mukayyet olmayan istikrarlı başarısızlığı ancak yapısal, sistemik bir zemin üzerinden ele alabiliriz. Bu sonuçların YKS sonuçlarıyla sınırlı olduğunu zannetmeyelim. İster önceki basamağı olan LGS istatistiklerine bakalım ister sonraki basamağı olan KPSS veya ÖABT istatistiklerine bakalım ister PISA vs. gibi uluslararası sınavların verilerine bakalım. Birbirini teyit eden bu başarısızlığın öğrenci ilgisizliği, öğretmen yeterliliği, derslik sayısı, materyal eksikliği, yaklaşım, yöntem, teknik yetersizliği yanıltıcı yerlerde anlamlandırılması mümkün değildir. Tarihsel tecrübemiz bırakın başarısızlığı anlamlandırmayı öğlen güneşinde kendini gösteren gerçekliğin sert koşullarıyla yüzleşmekten ısrarla kaçarak başarısızlığı doğuran sistemin yüzeyinde tadilatlarla, tamiratlarla farklı sonuçların çıkacağı ümidiyle işlevsiz bir ‘alışkanlık’ta bocalamaya savuruyor. Şu şu puanı aldı, birinci şuradan çıktı, bu testte doğru ortalaması şu veya anne-baba eğitim düzeyi ile çocuğun başarı durumu arasında şöyle bir etki var demenin kendi başına bir anlamı yok. Her veri yürüttüğümüz iş ve işlemlerle ilgili zannettiğimizden çok daha fazlasını söylüyor ve bizim o fazladan söylenen şeyi duymak ve gereğini yapmak gibi varoluşsal bir görevimiz var. Bu varoluşsal görev de ancak o fazladan söylenen şeyi duyma ve gün doğmadan vaat ettikleri ile gün sonunda yaşanan şey arasındaki uçurumda can çekişen sistemin kendisine odaklanabilme ile ifa edilebilir. Aksi taktirde durum; benim oğlum bina okur, döner döner yine okur.
Yeni yorum ekle