Psikolojiden Önce Ne Vardı: Pre-psikolojinin Tarihi

09 Mayıs 2021

 

  1. Niçin pre-psikoloji?

Psikoloji bir bilim dalı. Tabii ki tarihsel bir sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. Kendisine doğum tarihi olarak 1879 yılını ve kurucusu olarak da Wilhelm Wundt’u (1832 – 1920) seçmiştir. Ama hayatı çalkantılarla başlamıştır, geçmiştir, geçmektedir.

Bilim olarak psikolojinin ortaya çıkışının bir öncesi vardır. Her ne kadar modern psikoloji göbek bağlarından kurtulmuş görünmekte ise de, pre-psikoloji diye bir şey vardır. Nasıl çocuğun doğumu için şartlar oluşturuluyor ise, psikolojinin doğumu için şartlar oluşturulmuştur ve bu şartları oluşturan pre-psikolojidir. Üstelik bu şartlar genellikle zannedildiği gibi fizikteki gelişmeler falan da değildir. Fizikteki gelişmeler psikolojinin doğumu için sezaryen gibidir. Oysa çocuğun ortaya çıktığı toplum, çocuğun anababası ve ataları onun tarihsel şartlarını oluşturur. Psikolojinin tarihsel şartları diğer bilimlerinki gibidir, ama ayrı bir tarihsel süreç ve gelişimi gösterir.

Kimlik hafızadır, tarihtir. Psikoloji hafızasına sahip olmadığı için kimliği de oturmamıştır. Kimliğin oturabilmesi için kişinin zihne sahip olması gerekir. Zihin de geçmişin birikimi demektir. Oysa psikoloji geçmişin birikimine itibar etmez, İsa’ya öykünür ve “yeni” bir bilim olduğunu iddia eder. Burada “yeni” aslında geçmişi olmayan anlamına gelir. Her ne kadar psikoloji kitapları bazen pre-psikolojiden söz eder gibi görünseler de, bunu onların devamı olduğu düşüncesi ile yapmazlar. “Böyle şeyler de vardı” demek için onlardan söz ederler ve onların kendileri ile “artık” bir ilişkisi olmadığını ima ederler. Bu açıdan pre-psikoloji psikoloji kitaplarında mezar taşları olarak yerini alır. Sanki nüfus cüzdanında yer verilmiştir, ama psikoloji onları tanımamaktadır. Onlardan söz ederken, görmediği, tanımadığı atalarından söz eder gibidir. Çoğu zaman ekler; “devir değişti”. Yani “artık onların bir hükmü yok” demektedir.

Oysa tarihten kaçılamaz. Pre-psikoloji psikolojinin köklerindedir ve kökler uygun zeminde yeniden yeşermek için beklerler. Psikolojinin pre-psikolojisi hem psikolojinin dünyaya gelmesini sağlamış, hem de ona hüviyetini vermiştir. Ama pre-psikoloji çocuğu tarafından reddedilmiş, terk edilmiştir. Diğer bilim dallarından, mesela kimya, babasıyla ilişkisini sürdürür ve simyanın kimyanın öncüsü olduğunu kabul ve itiraf eder, oysa psikoloji adını anmaktan bile hoşlanmaz.

Pre-psikoloji tarihi psikolojiye kimliğini hatırlatma denemesidir. Çünkü geçmiş geleceğin aydınlatıcısıdır. Geçmişi bilmeyen geleceği anlayamaz. Üstelik geçmiş aslında geçmiş de değildir ve an içinde geleceğe taşınmaktadır. Geleceği yönlendiren de odur. Geçmiş gelecekte yaşar (Heidegger’i hatırlayabiliriz).

Pre-psikoloji tarihi psikolojiye kimlik oluşturma denemesidir. Psikoloji 20. Yüzyılın hızlı değişimleri içinde koşar adım gelişmekte ve durup kendini değerlendirme, düşünme çabasına girmemekte, girişememektedir.  Bilinmektedir ki, varoluş bir süreçtir. Bireyin varoluşuyla kendini sürekli olarak oluşturduğu gibi, psikoloji de kendini oluşturmaktadır.

Varoluşçu yaklaşımla psikoloji kimliğini yaşayarak oluşturur. Kendini sürekli olarak yeniden tanımlar, oluş halindedir. Bu oluş-halindelik kimliğini oluşturma gereğini ifade eder. Zaten henüz bu aşamaya gelmediyse, ergenliğe henüz girmemiş demektir, çünkü kimlik ergenlikte oluşur; gelişim psikolojisi öyle der. Psikoloji ergenliğe girip Erikson’un dediği gibi başarılı bir kimlik oluşturacaksa, bunu pre-psikolojinin tarihine sahip olarak yapacaktır.

Sonuçta ben dediğimiz şey yaşadıklarımızdır ve onların zihinlerimizdeki izlerinden ortaya çıkar. Ama aynı zamanda ben içinde bulunulan toplumsal şartların bizdeki yansımasıdır ve toplum tarihseldir. Bu yüzden pre-psikoloji hem psikolojinin uzak geçmişidir, hem de psikolojinin benliğinin ve kimliğinin oluşacağı toplumsal-tarihsel süreçlerin oluşturucusudur. Bunları oluşturarak aslında psikolojiyi oluşturmuştur. Bu şartlarda benlik ve kimlik edinen psikoloji ancak pre-psikolojiyi bilerek, benimseyerek, kabul ederek bir kimliğe sahip olabilir.

Tabii ki psikoloji pre-psikolojiye karşı “ret” tutumunu sürdürebilir ve onunla bağlantı kurmak istemeyebilir. Bunu şimdiye kadar yaptığı gibi, bundan sonra da sürdürebilir. Bu durum bir açıdan bakıldığında ergenlik dönemini uzatmak demek olur. Muhtemeldir ki, bu da olacak olanı geciktirmekten başka bir işe yaramaz. Peki, psikoloji illa ki pre-psikolojiyle barışmak zorunda mıdır? Görünen durum bunu bir şekilde yapmaya çalıştığını göstermektedir. Ancak psikoloji gene de redd-i miras yapabilir tabii ki. Kendine başka bir yurt bulabilir. Ama unutulmamalıdır ki, böyle bir durumda şimdilik pre-psikoloji tabir ettiğimiz tarih psikolojiden başka bir çocuk yapma yolunu tercih edecektir. Bu çocuğun muhtemel adı noolojidir ve kavramın kökeni Aristo’ya kadar götürülebilirse de, buradaki anlamıyla imayı (bildiğim kadarıyla) Edgar Morin yapmıştır. Morin Kaybolmuş Paradigma: İnsan Doğası (1973) adlı kitabında tarihin bittiğini ve noolojik çağın başladığını söyler. Eğer psikoloji pre-psikolojiyle barışmazsa, ona kardeş gelme olasılığı kapıda durmaktadır.

Aslında cesur bir şekilde psikolojinin önünde başka bir olasılık olmadığı iddia edilebilir. Bu cesareti gösterme gönülsüzlüğüm, daha doğrusu tereddüdüm psikoloji henüz kimliğine kavuşmadığı için zaman zaman (ergenler gibi) beklenmeyen yönde davranma olasılığı taşımasıdır. Normal süreç, psikolojinin böyle bir barışmaya yöneldiğinin işaretleri ile doludur. Bu çalışma da psikolojinin pre-psikoloji ile ilişkilerinin tarihsel çizgilerini ortaya koyma amacını taşımaktadır. Psikoloji bu yolu seçse de seçmese de, bilim olarak psikolojiyi anlamaya çalışmanın bir ürünü olarak da değerlendirilebilir.

Belirtilmesi gereken bir husus da burada ele alınan süreçlerin psikoloji biliminin ortaya koyduğu süreçler olmasıdır. Burada tarih psikolojik ilkeler çerçevesinde okunmakta ve değerlendirilmektedir. Tek fark psikolojinin bunu şimdiye kadar sadece bireyler için düşünmüş olmasıdır. Burada psikolojinin bireyler için ortaya koyduğu kurallar psikolojinin kendisine ve kendi tarihine uygulanmaktadır. Dolayısıyla bunların kabul edilmemesi psikolojinin kendini inkar etmesi demek olur. Sonuçta burada ortaya konan kuralları ortaya koyan odur. Sadece psikolojinin birey olarak insana dayattığı kurallar (pre-)psikolojinin kendisine yöneltilmektedir.

Psikoloji insanla uğraşır, ama psikoloji insan değildir, diyerek bu değerlendirmelere karşı çıkılabilir. Bu eleştiriye verilecek cevap dirilik (yaşıyor olmak) açısından bireye uygulanan kuralların yaşadığı (ölü olmadığı) düşünülen bilim gibi (zihinsel veya toplumsal) yapılara uygulanabileceğidir. Psikolojide bunun örnekleri bulunabilir. İlk akla gelen de Musa ve Tektanrıcılık veya Bir Yanılsamanın Geleceği olabilir.

Özet olarak, pre-psikoloji tarihi psikolojinin kimliğini oluşturan geçmiş ve ortamsal şartların oluşum tarihidir. Psikoloji ergenliğinden ancak böyle kurtulabilir. O bir yana, psikolojinin ne durumda olduğu ancak böyle anlaşılabilir. Hızlı bir şekilde yaşayarak ardından bizi de koşturan psikolojiye bir soluklanıp geriye bakma denemesi olarak da okunabilir bu çalışma. Yoksa psikolojinin cesedi yakışıklı olacaktır.

Bu çalışma psikolojiye meşruiyet kazandırma gibi bir amaç taşımaz, sadece hali anlamlandırma çabasıdır. Hal geçmişle oluşur çünkü.

  1. Psikolojinin ataları
    1. Hint

Psikolojik anlamda insanın ne olduğu ile ilgili olarak Hintlilerin geniş kültür ve birikimlerinin olduğu açıktır. İnsanın dış dünyadan uzaklaşıp içine dönmesi gereğini vurgulayan Hint düşüncesi, içine dönen insanın neyle karşılaşacağını da anlatır. İç psikolojik süreçler ve insanın yaşayacağı durumlar, bu durumlarda ne yapması gerektiği gibi hususlar uzun uzun ele alınmıştır. Psikoloji onları da reddederek işe başlamıştır, çünkü kendisinin “yeni” olduğunu düşünmüştür. Psikolojinin Budizm’i reddetmediği öne sürülebilir, ama hatırlanmalıdır ki Budizm Batıda psikolojiden önce bilinmekteydi; Schopenhauer (1788 - 1860) hatırlanabilir. Psikoloji uzun zaman tüm pre-psikolojiye yaptığı gibi, Budizm de yokmuş gibi davranmıştır, bu da basbayağı reddetmektir.

Freud Oedipus kompleksi ile oğul ile babayı çarpıştırırken, Hint Bhagavad Gita’da babanın mirası için oğulları çarpıştırır. 

    1. Yunan: Theophrastus

Theophrastus (MÖ 371 – MÖ 287) eski Yunan’da karakter analizi yapan kişi. En azından şimdilik ondan önce karakter analizi yapan bir metin bilinmiyor. Theophrastus kitabının başında diyor ki, “Sık sık kafama takılan, ama muhtemelen beni sonsuza kadar şaşırtacak olan, şu soru üzerinde düşündüm: neden tüm Yunanistan aynı gökyüzünün altında yatarken ve tüm Yunanlılar aynı eğitimden geçerken karakterler bu kadar çeşitli?” Yazar, kitabında bu düşüncelerinden sonra bir örneğini La Bruyere’in Karakterler (1687) kitabında göreceğimiz türden bir karakter tanımlama çalışmasına girişiyor ve çeşitli karakterlerin özelliklerini anlatıyor. Kısacası, basbayağı kişilik psikolojisi yapıyor. Ama gene de psikolojiye yaranamamıştır. Psikoloji onun adını bile anmaz, ama pre-psikolojinin ilk kaynaklarından biri olarak görülebilir.

  1. Büyükbaba: Aristo

Aristo (MÖ 384 – MÖ 322) “ilk öğretmen”di. Fizikten metafiziğe hemen hemen her konuda kitap yazdı. İnsan ve insan psikolojisi ile ilgili düşüncelerini Nikomakhos'a Etik adlı kitabında anlattı. İnsanın özelliklerinin yanı sıra erdemlerini ele aldı. Her ne kadar o bunları siyaset bilimi olarak ele almışsa da, düşünceleri tamamen psikolojiyle ilgiliydi. Aslında Aristo’nun bu düşünceleri tarih boyunca insan anlayışlarına kaynak oluşturdu. Dolayısıyla insanlar kendilerini yüzyıllar boyunca Aristo ışığında anladılar. Ama psikoloji Aristo’yu da anmaz. Aslında Aristo felsefe ve diğer bilimler gibi psikoloji için de temelleri oluşturan kişi olarak kalmaya devam eder, psikologlar Etik’i okumasalar bile. Hele Etik’teki “iştah” konusu felsefeciler arasında zaman zaman kullanılmaya devam etse bile, psikolojinin kapsama alanına henüz girememiştir bile. 

  1. İslam dünyası: İlm-i ahlak

İslam dünyası Aristo’yla tanıştığında felsefedeki düşünceleri bir yana, psikoloji ile ilgili düşünceleri ilm-i ahlak için temel oluşturmuştur. İlm-i ahlakçılar insanın davranışlarını güzelleştirebileceğini düşünmüşlerdir. Bu da onların insanın davranışlarını açıklamaya ve ona öneriler getirmeye yöneldikleri anlamına gelir. İnsanın teorik ve pratik aklı vardı, pratik akılda şehvet ve gazab kuvvetleri vardı, vb. Ama psikoloji diğer birçok görüş gibi onları da önemsemedi. Söz gelimi Freud cinsellik ve saldırganlığı içgüdü olarak kavramsallaştırırken, cinselliğin şehvet, saldırganlığın gazab olduğundan söz etmez. Freud belki ilm-i ahlak bilmiyordu, ama Musa ve Tektanrıcılık yazarının “ikinci Musa” lakaplı Musa bin Meymun’u (Maimonides) (1135 – 1204) bilmemesi imkansızdır.

İslam dünyası Yunan felsefesi ile karşılaşınca İslam’ın kendi kavramlarını işlemek yerine felsefenin kavramlarını irdelemiştir. Bu yüzden ilm-i ahlakçılar Kur’an’ın insan görüşünden çok felsefecilerin ahlak görüşüne dayanırlar. İslam dünyasında dini safta Muhasibi (781 – 857) başı çekerken, ahlak felsefesi safında Nasreddin Tusi (1201 – 1274) başı çeker. 

  1. Batının doğum sancıları: Papazlar

Psikoloji kitaplarının 1880 yıllarından sonra yazıldığı izlenimi edinilir, çünkü psikoloji pre-psikolojiyi safdışı bırakmıştır. Oysa bu tarihten önce yazılmış bir sürü psikoloji kitabı vardır. Bu kitapların çoğunu papazlar yazmış ve insanları “irşat” etmeye çalışmışlardır. Söz gelimi bu kitaplarda önemli bir yer işgal eden “irade” psikolojide hala yoktur. Tabii ki papazlar dini metinlere dayanırlar ve dini öğütler verirler, ama sonuçta insan anlayışından söz ederler. Psikoloji kendinden önce yazılmış kitapların okunmasını da yasaklamış gibidir.

  1. Psikolojinin ayak sesi: Galton

Darwin, Sir Francis Galton’un (1822 – 1911) halasının oğluydu. Yani Galton soylu, zeki ve zengin bir aileden geliyordu. Boş kaldıkça keyifler yapıyor, kafasına göre takılıyordu. Meteoroloji haritalarını buldu, paratoner keşfetti, silah icat etti, vb. Hatta bir ara psikologlar tarafından dünyanın en zeki adamı olduğunu karar verildi.

Galton zekiydi, zeki olduğunu biliyordu ve zekanın nereden geldiğini de anlamak istiyordu; zeka ile kalıtım ilişkilerini inceledi. Bunu yaparken istatistikin temellerini attı. İlişkiyi görmeye çalışıyordu, korelasyon katsayısını buldu. Velhasıl genelde öğrencilerin (sadece onların mı, bence akademisyenlerin de) başına bela olan istatistik Galton’la başladı. Galton zamanında henüz psikoloji bilim olarak ortaya konmamıştı, ama Galton’un çalışmalarında “ben geliyorum” diyordu ve geldi. Galton psikolojinin ayak sesi oldu. 

  1. Babanın evlada yol açışı: Rus edebiyatı: Dostoyevski

İnsan psikolojisinden bahsederken edebiyattan bahsetmemek olmaz. Psikolojinin ayak seslerinden biri Galton ise, diğeri kuşkusuz Dostoyevski’dir (1846 – 1881). Romanlarında insan kişiliğinin derinlerine inen Dostoyevski, hemen hemen her romanında insani bir tutkuyu veya sorunu masaya yatırır ve bir cerrah inceliğiyle teşrih eder. Dostoyevski insana dışardan bakarcasına tutkuları roman kahramanlarıyla ortaya koyduğu gibi, kendini de masaya yatırmış ve Yeraltından Notlar’ı yazmıştır. Romanda aşikar olan bilinçdışı kavramını psikolojiye Freud sokacaktı. Dolayısıyla Dostoyevski babanın evladına yol açması olarak kaldı. Dostoyevski psikolog romancıydı, ama daha çok pre-psikolog. Bu yüzden psikologlar da onu uzaktan seyretmeyi tercih ettiler. Klasikler bağlamında onu okurlar, ama psikoloji kitaplarında adı geçmez.

  1. Felsefenin rüzgarları: Kierkegaard ve Nietzsche

Felsefe başından beri insanla uğraşmıştı, ama bunu psikoloji olsun diye yapmamıştı. Kah ahlak, kah varlık ve hatta bazen bilgi üzerinden insan anlayışı ortaya koymuştu. Kendisinin psikolog olduğunu öne süren iki filozof vardı: Kierkegaard ve Nietzsche.

Kierkegaard (1813 – 1855) felsefe yapıyordu, ama aynı zamanda psikologtu. Kaygıyı psikolojinin temeline oturttu. Onunla bağlantılı olarak analizler yaptı. İnancı, inançsızlığı, batıl inancı, ikiyüzlülüğü, hakareti, kibiri, korkaklığı inceledi. Ama kabul görmedi. Psikolojinin onu kabul etmemesinin. Reddetmesinin nedeni dindarlığı değil, pre-psikoloji olmasıydı. Kierkegaard şanssızdı, dünyaya biraz erken gelmişti. Elli veya 70 sene sonra dünyaya gelse şansı olabilirdi. Harika psikolojik analizlerine rağmen psikolojide yer bulamadı. Psikolojiye girmek için varoluşçuluğu ve varoluşçu psikolojiyi beklemesi gerekiyordu.

Nietzsche (1844 – 1900) her şeyi yıkıp, üst-insana bir köprü olmak üzere insanın yeniden inşasını öngörüyordu. Tanrıyı öldürüp insan ruhunun çıplaklığını ortaya serdi. İnsanlar onu coşkuyla karşıladı. Kendisinin ilk psikolog olduğunu söyledi. Ama psikologlar onu da kendi soylarına almadılar. Aslında geçmişi yıkıyordu, pekala psikoloji onu benimseyebilirdi, ama geçmişten kopmaya çalışan psikoloji ondan da uzak durmayı tercih etti.

  1. Psikolojinin ebesini öldürmesi: Wundt

Wilhelm Wundt (1832 – 1920)  psikolojiyi kurduğu kabul edilen kişi. Kurduğu laboratuar dönüm noktası. Yani, psikolojinin ebesi Wundt’tur. Psikoloji önce ebesini redderek işe başlar. Tarih verilir, ama kendi psikolojide geçmez.

Wundt basit ve üst düzey zihinsel süreçleri ayırmıştır. Ona göre duyum, algı, dikkat gibi süreçler alt düzeydir ve laboratuarda incelenebilir. Ama bellek, öğrenme, düşünme gibi üst düzey süreçler ise laboratuarda incelenemezdir.

Wundt içebakış yönteminin kullanılabileceğini düşünüyor ve bunun şartlarını ortaya koyuyordu: içebakış nesnel ve tekrarlanabilir olmalıydı. Yetmedi. Ardından içebakış bilimsel olmadığı gerekçesiyle rafa kaldırıldı. Wundt da onunla beraber. Günümüzde insanların kendilerinden menkul (self-report deniyor) ifadelerle (sosyal, duygusal, çoklu) zekaları bile belirlenebiliyor, ama bunlar içebakış sayılmıyor.

Psikoloji Wundt’la ebesini reddetmiştir. Çünkü nasıl dünyaya geldiğini bilen oydu ve bu şekilde dünyaya gelmiş olmak psikoloji için kabul edilebilir değildi. Psikoloji ebesini inkar ederek aslında kendisini öncesinden kopardı. Kendine yeni bir kimlik edindi, geçmişi olmayan, “ağaç kovuğundan çıkmış” kimliği. Bunun için süreç yeni başlıyordu. Psikoloji sadece ebesini değil, diğer atalarını da reddedecekti. Etti de.

  1. Psikolojinin babasıyla vedalaşması: James 

Wundt’un ilk psikoloji laboratuarın kurmasından bir iki yıl sonra William James (1842 – 1910) Psikolojinin Prensipleri’ni (1890) yazdı. İki ciltlik bu muhteşem eser psikolojinin kutsal kitabı sayılır. Herkes sonradan psikolojiye giriş kitabı yazar, çünkü James psikolojiden çıkış kitabı yazmıştı ve aşılamadı.

James aynı zamanda filozoftu, ama kitapta bilim insanı tarafı ağır basıyordu. Olayları masaya yatırıyor ve oldukça tutarlı kavramsallaştırmalar yapıyordu. Bunun anlamı psikologlara neyin ne olduğunu söylüyor olmasıydı. Felsefecilerin Aristo’ya bakarak yerlerini belirlemeleri gibi, psikologlar da Prensipler’e bakarak yönlerini bulurlar, o bir deniz feneridir.

James psikolojinin yönünü çizerken zaman zaman psikolojini babasına atıfta bulunuyordu. Örneğin benlikten söz ederken bir “öz”den bahseder ki, günümüzde psikolojinin ele almadığı bir şeydir, çünkü pre-psikolojiktir. Öz neredeyse babanın psikolojideki son izidir. Psikoloji James’le birlikte babasıyla vedalaşmıştır.

Psikoloji Wundt’la kurularak oral döneme (sözü edilmeye başlamıştır), James’le anal döneme geçmiş, neredeyse ishal olmuştur. Fallik dönem tabii ki Freud’tur; şimdi ise latent dönemdir. 

  1. Psikolojinin babasını öldürmesi: Freud 

Sigmund Freud (1856 – 1939) psikolojiye Oedipus kavramını ve kompleksini soktu. İnsanlar onun bireyin yaşadığı bir karmaşa olduğunu zannetti. Ama Freud Oedipus ile psikolojinin babasını öldürmeye çalışıyordu, öldürdü de. Dolayısıyla Oedipus kompleksi psikolojinin babasını, yani pre-psikolojiyi öldürmesidir. Freud babayı öldürürken onu kendi silahıyla öldürdü, Oedipus kavramını pre-psikolojiden aldı, üstelik en derinden, mitolojiden.

Freud’dan önce hipnoz kullanılıyordu, o pre-psikolojinin yöntemi idi. Freud önce hipnozu alaşağı etti, onun yerine Şamanist yöntemi ihya etti; bilinçdışını bilince getirdi. Bu yöntemi Şamanistler şifa amacıyla kullanıyorlardı. Freud’un yaptığı şey bunu güncellemek, modernleştirmekti. Başardı da.

Freud’un bilinçdışı kavramı yeni değildi, yöntemi yeni değildi, hatta Oedipus karmaşası da yeni değildi (ancak kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyordu), ama o bunları öyle bir sistem haline getirdi ki, herkes küçük dilini yuttu (büyük dillerini zaten kullanamıyorlardı, çünkü Freud düşüncelerine itiraz edilmesinden hoşlanmazdı). Çünkü Freud sistemiyle psikolojide uçsuz bucaksız bir derinlik (ve psikolojisi) yarattı. Ulaştığı nokta cazibe doluydu, öyle ki bir girdap oluşturdu ve birçok kişiyi avucuna aldı.

Psikoloji kendine yeni yol arıyordu. Davranışçılar kuru bir davranış alanı açarak psikolojiyi sınırlarken Freud engin derinlikleri psikolojinin emrine veriyordu. Psikolojiyi bilime yaklaştırmak isteyenler davranışların kökenlerini bulmaya çalışırken, Freudçu yol bilinçdışına seyahate çıktı.

Freud id, bilinçdışı gibi bilinmez kavramlara dayalı bir sistem geliştirdi. Bilinmeze dayalı bilebilme imkanının cazibesi açıktı; ayrıca, babadan kurtulmak isteyen psikolojiye özgürlük duygusu verdi. Artık psikologların önünde ne pre-psikoloji vardı, ne kurallar, ne ahlak. Sihirli bir seferdi bu. Psikoloji de kapıldı büyüye ve yürüyüp gitti. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu, ama yolculuk harikaydı. Freud’un ardından başta denizleri gösteren birilerinin gelmesi gerekiyordu.

Freud psikologların önüne denizi, “bir deniz”i koydu. Ardından başka denizleri gösteren birilerinin gelmesi iyi olurdu, ama öyle biri çıkmadı. Herkes onun denizinden başka bir deniz bilmiyordu, o da bir süre sonra sıkıcı hale geldi. Freudçu yaklaşım hala bireyi anlamanın temellerinde bulunur, ama artık insanlar Freud’un yolunu pek izlemezler. Bunun bir nedeni de insanlara belirsizliğin cazip gelmesine karşın insanların elle tutulacak şeylerden yana tercihte bulunmalarıdır. Freud’un engin denizlerdeki yolculuğu insanlara somut şeyler sunmadı, bu yüzden bazıları o yolculuktan eli boş dönmek zorunda kaldı.

  1. Babaya ağıt: Jung

Freud’un babayı öldürmesi tabii ki sessizce kabullenilmedi. Herkesin “bilim” çizgisine ve nesnelliğe yöneldiği bir dönemde Carl Gustav Jung (1875 – 1961) pre-psikolojiye işaret etti. Bilim çizgisi determinizmdi, Jung eşzamanlılığı hesaba katmamız gerektiğini düşünüyordu. Kollektif bilinçdışı, arketipler, “self”, hatta gölge gibi kavramlarla Jung’un yaptığı şey babaya ağıt yakmaktı. Bunların hepsi de pre-psikolojinin psikolojiye yansımalarıdır. Jung Tarot ile, I Ching, simya gibi konularla ilgilenirken hem babaya saygı hem de ona yakılan ağıtlardı bunlar.

Jung’dan sonra babanın sesi gittikçe kısıldı, zaten Jung’u da kimse tam anlayamadı. Bunun nedeni psikolojinin kendine yoğunlaşması ve pre-psikolojiye artık itibar etmiyor olmasıydı.

  1. Babanın silkinişi: Varoluşçu psikoloji: Heidegger’den Maslow’a 

Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra tüm dünyada Varoluşçuluk rüzgarı esti. Bu rüzgar psikolojiye de yansıdı. Psikoloji pre-psikolojiye sırtını dönmüştü, ama bu rüzgarla psikoloji pre-psikolojinin silkinişine şahit oldu. Psikolojinin genelde sırt çevirdiği insanın varoluşu ve temel duyguları varoluşçularla ve özelde Heidegger (1889 – 1976) ile psikolojiye sızdı. Heidegger’in ontolojik olarak insanın ve dünyanın varlığını sorgulaması, daha doğrusu tesis etmesi psikolojiye önemli açılımlar sağladı.

Varoluşçulukla birlikte insancıl psikoloji yükseldi. İnsancıl psikoloji insana psikolojinin alıştığı anlamdan farklı bir anlam vermeye çalışıyordu. Bu anlamı dillendiren Maslow (1908 - 1970) oldu. Kendini gerçekleştirmeyi her şeyin üstüne yerleştirdi ve din ve aşkın yaşantıların varlığına ve önemine işaret etti.

Heidegger de, Maslow da aslında pre-psikolojinin silkinişleriydi. Onların açtıkları yoldan transpersonal psikologlar girdi.

  1. Psikolojinin babasına dönüşü: Transpersonal psikoloji

Psikolojinin belki de şanssızlıklarından biri davranışçılık rüzgarının uzun süre etkili olmasıydı. Davranışçılık psikolojiyi fazlasıyla nesnelleştirdi. Bu insan açısından bakıldığında insanın dışsal bir nesne olarak ele alınmasıydı. Buna karşılık, pre-psikoloji zaman zaman harekete geçmeye çalıştı. Bu yöndeki en ciddi çaba transpersonal psikoloji oldu. Özellikle dini yaklaşımlar çerçevesinde insandaki (Freud’un derinliğinden farklı bir) derinliği yakalamaya çalışan bu yeni akım, psikolojiden daha “ruhlu” görünüyor. Jung psikolojiyi “ruhsuz bir ruhbilim” olarak tanımlamıştı. Ondan sonra da psikoloji ruhbilim olarak değil, insan davranışı bilimi” olarak tanımlanmayı tercih eder olmuştu. Transpersonal psikoloji bu bakımdan ruhlu bir ruhbilim olma iddiasındadır. Henüz bebeklik döneminde olmakla birlikte, babasının (pre-psikolojinin) desteğiyle kısa zamanda çocukluğa geçebilecek gibi görünmektedir.

  1. Psikolojinin atalarına dönüşü: Budizm

2000 yılı psikoloji için dönüm noktasıdır. Pozitif psikoloji (daha öncekilerin negatif olduğunu ima edercesine), insanı anlamanın yeterli olmadığını, psikolojinin insana yön göbtermesi gerektiğini öne sürer. Bunun için de dünyanın çeşitli din ve inanışlarından derlediği “karakter güçleri”ni hedef olarak koyar. Artık psikoloji insana önerilerde bulunmak, hedef belirlemek görevini üstlenmiştir. Bu, aslında pre-psikolojinin temelde yaptığı, ama psikolojinin pre-psikolojiyi reddiyle birlikte gündemden çıkardığı bir husustur. Pozitif psikoloji kendi başına ayakta durmakta güçlük çeker ve Doğu’ya yönelir; Meditasyonu, mindfulness’i keşfeder. Bu keşifler aslında pre-psikolojinin önermeleridir. Dolayısıyla hem pozitif psikoloji, hem de Budist psikoloji psikolojinin pre-psikolojiyle uzlaşma arayışlarının bir ifadesidir.

  1. Neden hatırlıyor?

Peki, psikoloji neden pre-psikolojiyi hatırlamaya yönelmiştir. Bunun en önemli nedeni psikolojinin oturmamış kimliğidir. Psikoloji kendisini tesis etmeye çalışırken, bir yandan yeni alanlar üretir, ama öte yandan elindekileri kaçırır. Bilişsel bilimler böyledir, psikolojiyle başlamış, ama bilgisayarlar ve yapay zeka ile birlikte bağımsızlığını ilan etmiştir. Aynı durum yapay zeka çalışmaları için de geçerlidir. Önceleri insan zihnini model alarak çalışmalar yapan yapay zeka, psikolojiyle bağını koparmış ve kendi başına bir çalışma alanı oluşturmuştur ve üstelik psikolojiden çok mühendislik halini almıştır. Benzer eğilimler, psikolojiden ayrılma işaretleri gösteren duygu bilimi, ilişki bilimi, kişilik bilimi gibi yeni bilimlerde de görülmektedir.

Psikoloji kendisine bir kimlik ararken, babasından başka çıkış yolu olmayacağını yavaş yavaş anlamaktadır. Babanın (pre-psikolojinin) psikoloji içindeki uyanışları bunun işaretleridir.

  1. Geleceğin psikolojisi

Kısaca özetlemek gerekirse, psikoloji Oedipus kompleksiyle babasını reddetmiş, sonra da kimliğini bulamamıştır. Babasını reddedişin süreci yukarıda ele alınmıştır. Kimlik edinmenin önemli yollarından biri kişinin geçmişiyle ve babasıyla barışmasıdır. Psikolojide zaman zaman ortaya çıkan akımlar ve düşünceler bu yolda çabalar olarak okunabilir.

Psikoloji bunu başarabilir mi? Babası ile uzlaşabilir mi? Bunu yapabilmesi için öncelikle insana bakışını gözden geçirmesi gerekiyor. Ayrıca insanla ilgili bilgi edinme sürecini de yeniden ele almalıdır. İnsanın insanla ilgili bilgisi bir nesne ile ilgili bilgisinden farklıdır. Bu farklılığı yakalayamadığı sürece psikoloji insana dışardan bakmaya devam edecek demektir. Bu da insana içeriden bakacak bir bilim dalının ortaya çıkışına yol açar, psikolojiye kardeş gelir. Ve öyle görünüyor ki kardeş psikolojiden daha çok “insani” olacaktır.

 

 

Mustafa Uslu

Sizi İnes Kongreside Bilim konusu konferansınızı İlber Ortaylı hocayla beraber dinlemiştim ve siz konuşurken döndü bana ve dediki; " Bu hoca aklı basan biri belli, oldukça faydalandım ve bende çıkıp bir kaç kelam etmeliyim hürmeten " diyip sizden sonra yarım saat anlattıklarınıza binaen konuşmuştu...
Yazdıklarınız duygularıma tercüman oldu hocam.. Faydalandım, saygılar

Pa, 05/09/2021 - 23:25 Kalıcı bağlantı
Selahiddin

Psikolojide ekolojik yaklaşımı öne sürenlerin psikoloji tarihine yönelik eleştirilerine göz ardı edilir gibi değil. Psikoloji bir bilim olarak ele aldığı olguların doğadaki dağılımıni bile incelemeden o olguları laboratuvarda incelemeye başlamış. Bu gün bile olguların ne sıklıkta meydana geldiğini bilmiyoruz. Örneğin bir insan günde ortalama kaç kez saldırgan davranisla karşılaşır? Kaç kez yardım etme davranışı gösterir? Sahi, çevrenizdeki kişiler size bir günde ortalama kaç kez teşekkür eder? Bilmiyoruz, bunların oluşum sıklığını bile bilmiyoruz. Yapacak çok iş var, çoook.

Pt, 05/10/2021 - 00:42 Kalıcı bağlantı
MEHMET ERTUĞRUL UÇAR

Hasan hocanın anlattığı bu çizgi, Wundt'un "Halk Psikoljisi" hakkında yazdıklarının, Duyum ve Algı konusundaki çalışmalarından daha önemli olduğunu bizzat kendisi söylemesine rağmen neden dikkate alınmadığını ve Psikolojiye giriş kitaplarında Wundt'un sadece duyum ve algı hakındaki çalışmalarına değinilip geçilmesini çok gzüzel açıklıyor. Sosyal Psikolojide de Yanızlca bireyin davarnışlarına aşırı odaklanılıp Temeli Wundt'un Halk Psikolojisinde ,bu yazıdaki çizğiyi temele alırsak ondan çok önce var olan, "Sosyal/Kütürel Temsiler" konusunun 1970 lere kadar gündeme gelmemesi bu yazıdaki çerçeveden hareketle ele alınabilir. Bu yazıdaki çizğiye altenatif yada tamamlayıcı olarak sosyal inşacılık yada eleştirel psikolojinin: Bilim insanların Tarilsel geçmişleri ve Tarihsel kültürel ortamın, bilimsel bilgilerin üretilmesinin nasıl olacağı üzerindeki belirlemesi boyutu da var.
Güzel bir çerçeve sunmuşnuz hocam.

Sa, 06/08/2021 - 14:28 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 2,704 kez görüntülendi. 4 yorum yapıldı.