Gönlünde yer açtında mı, o gül bakışlı, nergis kokulu sevgiliyi beklersin? O sultan, sadece bomboş gönüllere konuk olur. Padişah konduğu yeri saray, bastığı toprağı payitaht yapar. Sen sen olmaktan vazgeç de o sultanın ayak bastığı toprak oluver
Virâneye konar da orası saray oluverir. Dünyanın kalbi onun okunu attığı yerdir. Onun nazar oklarına hedef olmaya bak
Gerçi avcı, kendi seçtiği ava ok atar. Avlanmak, avın şanından değildir; amma avlamak avcının nişanındadır
Ava çıkan o sultan eğer okunu sana atmazsa sen ormanda gezen, üreyip türeyip otlanan, sonra ölüp giden bir cesetten ibaret kalırsın. Onun oku seni av yapar. O yaman avcı, okunu sadece gözü sürmeli ceylana yöneltir
O baktığında sen yok ol. Yok ol ki avcının oku süveydâ-yı derûnuna nüfuz etsin ve senin kanını içten içe akıtsın
Ceylanın kalbinin kanamaya başlaması ormana düşen bir kıvılcıma benzer. Bazen kıvılcım ormanı ân-ı vâhitte yakıp kül eder, bazen de bir vakit bekler
Aynen tohumun çimlenmesi gibi ateş de içten içe yakar kavurur da bir türlü parlayıp alev almaz. Orman yanıp kömür olur da ne dumanı görünür ne çatırtısı duyulur ne de alevleri gökleri tutar
Ateş-i sûzanı hiçbir yağmur ve kar söndüremez. O içten içe yanan bir ateştir. On sekiz bin âlemi yakar, kül eder de elâlemin haberi bile olmaz
Padişah haneye indiği vakit orada yarım olan her şey tamam olur, yıkık olan ne varsa yapılır. O boyacıların şâhı senin gönül evinin içini boyamaya başlar. Nihayet içinin boyası cilalandıkça evin dışının da ışıldadığını görürsün
Lakin o boyacılar şâhının bir huyu vardır. Evin içi tamamen boş olmazsa o eve girmezler. Bununla birlikte ev ne kadar yıkık ve duvarları, çatısı ne kadar dökük olursa hazine o kadar yakındadır
Viraneyi ancak bir nefes eri tamir eder. Şeriat oğlanları ise bu yıkık duvarı niçin onarıyorsun diye itirazda bulunup durur
Oysa yetim malıdır, ona zarafetle ve lütufla davranmak icap eder. Yetimi incitmemek Tanrı buyruğudur
O halde sen gönlündeki kırıkları kendin onarma gayretini bir kenara bırak
Meryem seni kucağına aldığında konuşursun: yeni bir sayfa açılır
Sözün kendisi oldun. Yok oldun da o gül bakışlı, nergis kokuşlu seni kendisiyle doldurdu. Artık sende ondan başkası yoktur
Padişahın oğlu kızı yoktur. Sana kral veya padişahın oğlu derler. Oysa İskender’in elçisi sultandan başkası değildir
Sözün başıyla sonu bir oldu. Çünkü sen evi temizleyip boşalttın. O şehinşâh ise böyle boş gönülleri, virane evleri şenlendirir
Artık senin gönlünde ondan başkası oturmaz. Artık sende senden eser bile kalmamıştır. Artık ben, biz ve O denilmesine hacet kalmadı. Çünkü O’ndan başkası kalmadı
Avcının kalbine isabet ettirdiği ok, senin bütün kanını akıttı, sende candan bir eser dahi kalmadı
Yüreğine düşen od, seni içten içe yakıp bitirdi, öyle ki o dillere destan ormanlarından geriye rüzgârın üfleyip yok ettiği bir avuç külden başkası kalmadı
O senin doğumunda kulağına Huu derken tutuşmuştu gönlün. Bugünkü yangın o günkü üfleyişin meyvesidir
Öyle ya, neyin içinde de yokluktan başka bir şey bulunmaz. Yoksa O ruhundan ruh üfleyen nefesini zayi eder mi sandın?
Neyin dışındaki kamış gömleği, içindeki nefesi sırlamak için ehl-i zâhire perde kılınmıştır
Padişah gönlere değil, gönüllere nazar kılar. Sen gönlünü zulümden ve zulumâttan ârî tut
Lokman peygamberin oğluna öğüdünü kendi üstüne alın da şirke düşmekten sakın
Zulumât perdeleri ise dostu anmak ve çağırmak, onu her şeyden aziz tutmakla olur
Padişahın cilvelerinden birisi de budur ki, onu anmak ve onun şanını yücelemek senin yapabileceğin bir şey değildir. O seni anmadan sen onu anamazsın. O seni görmeden sen onu göremezsin. O seni sevmeden sen onu sevemezsin. O seni almadan sen ona varamazsın. O sen olmadan sen yok olamazsın
Sen yok olmadan onun varlığından dem vurman boş sözdür
Canını cânâne satmadan, âşık-ı sadık olamazsın demediler mi?
Ya cânân alırsa canını, işte o zaman başına devlet kuşu konar
Canına alıcı çıkana talihli derler
Müşterisiz meta zâyi olduğu gibi, cânânına vasıl olamayan can da canlar pazarına beyhude yere gelmiş olmaz mı?
Lakin cânâne vasıl olmak için senin yapabileceğin hiçbir şey yoktur
Bilakis senin yapmaktan ve etmekten el etek çekmekten başka yolun yoktur
Yol, önce terk etmeni ister
“Neyi mi?” dedin?
Neyi değil ki!..
Unutma ki, terk etmek dahi yolda bulunmak içindir
Yolda dura dura yolun tozu olduğunda, katreni ummana kattığında hiçbir şeyi terk etmene gerek kalmaz
Çünkü terk etmek, vârı olan için bir cilvedir
Hiçbir şeye sahip olmayan ve hiçbir şey olmayan neyi terk edecek ki!..
Terk ettiğinde değil, terk edecek hiçbir şeyin olmadığında ve sen olmadığında yol olursun
Artık sen yürümezsin, senden yürünür
Bu yolda yürüyerek menzile varılmaz
Eşikte durarak bir incir çekirdeğini doldurmayan bilgini dökmedikçe tatlı bir incir olmayı umma
Burada ne bilgi akçesi geçer ne de cehaletin züğürtlüğü
Ne hüsün ne de kubuh terazisi tartabilir yokluğu
Ahlak da, din de, şeriat da ya dünden söz açar ya da yarından
Oysa aşk yekpâre bir andan ibaret zaman dışı bir dehre, mekân dışı bir şehre mensuptur
O ne metreyle ölçülebilir ne de okka ile tartılabilir
Yoktan başka hiçbir şey yoktur
Varlık çoktur, yokluk yoktur
Yokluk bazen varlığın içinde sırlanır
Varlık dahi bazen yokluğun renginde görünür
İkilik bazen teklikte, teklik de ikilikte gizlenir
Senin ikiyi bir görmen de, biri iki görmen de senden değildir
Sâki sana hangi şarabı sunarsa sen ondan içersin
Aynı akşam, aynı mecliste iki kişiye aynı şaraptan sunmaz
Kimi şarap ister de ona su verir
Kiminin ciğeri su diye yanar; lakin o işvebâz bunun kadehini de şarapla doldurur
Önemli olan meyhanede sabahlamak değil mi?
Önemli olan sâkinin bir gamzesine rast gelmek değil mi?
Sen kadehinle birlikte testini de boş götür meyhaneye
Önemli olan mescit ile medreseyi yıkmak ve yakmak
Sonra da küllerinden bir panteon inşa etmek değil mi?
Önemli olan Halil’e dost, Musa’ya ateş, İsa’ya Meryem olmak değil mi?
Kâbe’deki son putu kırmak için sidre-i müntehayı geçmek
İki kaşın arasından şerâb-ı kevseri içmek değil mi?
Payitaht, sultanın kadem bastığı gönül değil mi?
O halde gönlünü alçalt
Şeriat secdeyi Tanrı’ya yaklaşmak için emreder
Sen secde et, kendine yaklaş
Toprağa ne kadar yakın olabilirsen öyle ol
Çünkü topraktan geldiğin gibi, gideceğin yer de topraktır
Ruhun ise ne semavâta aittir, ne de yeryüzüne
O semaları da yerleri de bir arada tutan nefestir
Ruh ondandır, bedenin ise onun toprağından
Ya sen kimsin?
Var eden, yok eden O
Sen varlık veya yokluk davasında bulunabilir misin?
O halde var olma sevdasından da geç, yok olma davasından da
Yok oldum diyorsun. Ya sen ne vakit var idin?
Var oldum diyorsun. Ne zaman yok olmuştu ki?
Bir deniz, deniz olduğunu bilmez, sadece olur
Bir ceylan, ceylan olduğunu bilmez, sadece olur
Sadece âdemdir ruh üflenen
Padişahın nağmesini dinleriz inleyen neyden
O kuş uçar gider, insan kalır hâmûş
Nefha-i ilahi kesiliverse, ney kalır kamış
Topraktan gelen, toprağa döner
İnna lillah, ve inna ileyhi râciûn
Biz ondan geldik, ona dönüp durmadayız
Fâtihâ pervanedir şem’ine yârin
Hem yanalım, hem dönelim, aşkına evvel yanan sevgililerin
İnsanın içini ısıtan bir…
İnsanın içini ısıtan bir yazı, elinizle sağlık hocam.
Mesnevî'nin beyitleri gibi.
Mesnevî'nin beyitleri gibi.
Söylenmemis bir sey…
Söylenmemis bir sey kalmayinca, söyliycek bir sey kalmiyor..muhabbetle sevgili hocam
👍
👍
Çok güzel hocam. Çok…
Çok güzel hocam. Çok teşekkür ederiz.
Huuu
Huuu
Çok güzel bir yazı. Yüreğine…
Çok güzel bir yazı. Yüreğine sağlık.
Yeni yorum ekle