DÜŞÜNCE

Şerif Mardin'in Ardından

07 Eylül 2017

Şerif Mardin; Türkiye’de din ve modernlik, sivil toplum, ideoloji, merkez-çevre ve mektep-mahalle üzerine çığır açıcı bilimsel çalışmalar yaptı. Türkiye siyasetinde etkisini ve güncelliğini yitirmeyen ''merkez-çevre ilişkileri” konusu Mardin'in Türk sosyolojisine kazandırdığı yeni bir ufuktur. Bu paradigma ülkemizde ilk kez onun analizlerinde kullanıldı.(1973) Örneğin; onun nazarında, Milli Görüş ve MSP bir taşra hareketiydi. Ve Türkiye'de - Batılı manada - bir sivil toplum inşa etmek adeta imkansızdı.(Religion, Society and Modernity in Turkey-2006) Osmanlı Devleti'nin yöneten(Seyfiye-İlmiyye-Kalemiyye) ve yönetilen(Reaya-Tebaa) biçimindeki ikili yapısı hem sermayenin belli ellerde toplanmasına hem de sınıflı toplum oluşmasına engel olmuştu. Mardin, bu zaviyeden bakarak 'ulus-devlet' ekseninde bile olsa Türkiye'de rejimin devamlılık arz ettiğini ve köklerinin Jön Türklere dayandığını göstermiştir.

Ahlakın İsyanından Şeytan Taşlayan Ümmete Doğru

Ali K. Metin
07 Eylül 2017

İdeal bir ahlak toplumu seviyesine ulaşabilmek için şahsiyetimizle beraber yaşadığımız dünyayı (realiteyi) ahlaki temele oturtmanın kaygısını gütmek gerekiyor.  Beka sorunu dışında ahlakın birinci önceliğimiz haline gelmesine mani teşkil eden her şeyi arzunun eseri sayabiliriz. Dahası burada çetin bir ikilemle karşı karşıya olduğumuz; ahlak toplumu (insanı) olmakla arzu ve çıkar toplumu (insanı) olmak arasındaki bu ikilemin bizi mevcut dünya sistemiyle de karşı karşıya getirdiği doğrudur. Dünya sistemine entegre olmanın derin anlamı: ahlak toplumu, devleti ve medeniyeti inşa etme davasından kısmen bile olsa sarfı nazar etmemizdir. Medeniyetin ve dolayısıyla dünya kapitalizminin empoze ettiği kalkınma ve refah putlarına tapınmaktan vazgeçemeyişimiz, bizim en patolojik, en baş edilmez saplantılarımızdan biri olmaya devam etmekte. Hem Müslüman hem kapitalist, hem ahlaklı hem rasyonel olma yolundaki tezatlarımızı birer tezat olmaktan çıkararak gerçekçi ve çağdaş olmanın gereği diye düşünmeye başladığımızda en konu şirk zihniyeti ve kültürünün kodlarıyla hareket etmeye başlıyoruz.

Akıldan Kaçarken Sezgiye Tutulmak

04 Eylül 2017

Alman filozof Schopenhauer hür irade konusunda şöyle demişti: “Der Mensch kann zwar tun, was er will. Er kann aber nicht wollen, was er will.” (İnsan tabi ki istediğini yapabilir. Yalnız ne isteyeceğini belirleyemez.) Sanırım inancımız da (diğer her şey gibi) Allah’ın bizlere bir lûtfu. Üstelik devamlılığı da garanti olmayan bir lûtuf bu. O yüzden her Müslüman’ın, peygamberimizin dilinden düşürmediği duasını sık sık tekrarlamasında büyük fayda var:

“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allahım, kalbimi dinin üzere sabit kıl.”

Yeni Türkiye'nin Poetikası: Diyâr-ı Rûm ve Rûmîlik

21 Ağustos 2017

Türklük ve İslamlığın uyuşmayan olgular olduğu Osmanlı Devleti´nin çöküş evresine girmesiyle birlikte iddia edilmeye başlanır. Oysa Bernard Lewis "Bir Arab'ın hıristiyan olması kadar doğal bir şey yoktur, ama Türkiye'de bir gayrimüslim asla Türk olarak kabul edilmez. Hıristiyan bir Türk eşyanın tabiatına aykırıdır!" der. Evet, bizde İstiklal Marşı örneğinde görüldüğü üzere din ve millet tarihte benzeri az görülür bir şekilde iç içe geçmiştir. 

İnsanın Sefaleti ve Ruhun İsyanı

Ali K. Metin
12 Ağustos 2017

Şiir şerefsizlerin korkulu rüyası olamıyorsa eğer, bir şeyler hala eksik gidiyor sayılır. Sadece şiir değil, aslında bütün edebiyat, bütün sanat için öyle. Alçaklar, şerefsizler dünyayı talan edebilir ama şiiri, edebiyatı asla. Şiir köleleştirilemez. Şiir kölenin bilincidir ama kölenin kendisi değildir. Alçaklara hizmetkar bir şiir sadece hizmetkardır, şiir değil. Zira şiirin, edebiyatın kimyası alçaklığın, şerefsizliğin kimyasıyla hiçbir zaman uyuşmaz. Lakin uyuşmamak yetmez. Şiiri ele geçirememeleri yetmez. Şiir şerefsizlere saldırmadığı, onları ayan beyan etmediği sürece mesele tamam değildir. Bunun için şiire vurucu bir asabiyet gerekiyor. Kavga şiirin asaleti hükmündedir. Şerefsizliğe karşı “isyan ahlakı”nın dünyaya transferinden ruhun kavgası başlar. Şiirin büyüklüğü kavganın büyüklüğüyle kaimdir.

Bize Snowden’ler Lazım!

06 Ağustos 2017

Bizde köylü, cemaatçi kafadan haddinden fazla var. Bize asıl Snowden gibi, çıkacak faturayı göze alıp yanlışa yanlış diyebilecek civanmertler lazım.
Kendi denizaltısının karanlıklarında fareler gibi saklanırken, efendisinin talimatıyla diğer gemileri torpillemeyi marifet sayan, beyni yıkanmış, sünepe müptezellere değil, delikanlıca çıkıp doğru bildiğini haykıran, yanlış istikamete yöneldiğini gördüğü gemisinden atlayıp açık denizde yapayalnız kalmayı göze alabilen pervasız kahramanlara ihtiyacımız var. 

Akademik Kangrenimiz -I- Toplu Bakış: Yardımcı Doçentlik ve Diğer Şeyler

26 Temmuz 2017

Türkiye'de bilimsel gelişme akademisyenin ünvan ihtirasına havale ve üniversitenin istihdam iştahına ihale edilmiştir.
Lisansüstü eğitime geçiş, bir tür ÖSS mantığına teslim olmuş doktoraya öğrenci kabulü anabilim dallarının "boş durma - iş görme" işgüzarlıklarına teslim edilmiştir.
Akademik haysiyeti yeniden yüceltecek bir temel mantık inşa edilmeden yapılacak her revizyon, üniversite denilen bu kanserli organizasyonlarda tümör saldırganlığını artırmaktan başka sonuç vermeyecektir.

Düellonun Düşündürdükleri

23 Temmuz 2017

Eğri oturup doğru konuşmak lazım: Beş vakit namaz kılmayanların öldürülmesi gerektiğini, en iyi ihtimalle ölene kadar hapis edilmesini gerektiğini söyleyen bir gelenekten adalet, refah ve estetik değil ancak Taliban yahut IŞİD türer. İslam dünyasının ihtiyaç duyduğu büyübozumu (entzauberung) ilk kez –nispeten- sağlıklı bir şekilde gerçekleşiyor. Bu ihtiyaç yeni tespit edilmiş bir ihtiyaç değil. Belki iki asırdır gelenekçilerin göğüsleyip erittikleri, itibarsızlaştırıp etkisizleştirdikleri, münferit ya da tepeden inmeci girişimler vardı. Ancak bu sefer dalga dipten geliyor. Görenler açıkça dile getirmekten, adını koymaktan imtina ediyor ama yavaş yavaş organik bir “İslam Protestanlığı” nüvesi teşekkül ediyor.

Üniversite Kurulması ve Mezunların İstihdamı

13 Temmuz 2017

Türkiye’de üniversitelerden ortalama olarak yılda 1 milyon 200 bin öğrenci mezun olmaktadır. Türkiye’nin iş üretme kapasitesi ise 1 milyondan daha az, yıllık istihdam imkânı 700-800 bin kadardır. Dolayısıyla üniversite mezunlarının % 20-30’unun işsiz kalması mukadderdir. Nitekim 2017 yılında %13 olan işsizlik oranı üniversite mezunları arasında % 20-25 olarak açıklanmıştır. TBMM tarafından yayımlanan “Türkiye'de Üniversite Mezunu Nüfusun İşgücü Durumu” başlıklı raporda, 2000 yılında 143 bin olan üniversite mezunu işsiz sayısının 2015'te 774 bin olduğu açıklanmıştır.

İnsan Hala Bir Zavallı!

Ali K. Metin
13 Temmuz 2017

Keramet postta değil ehliyet ve meziyettedir. Ne öğreti ne de öğretim (bilgi) sahici bir tekamül için kafi gelir. Bu yüzden keramet ve takva ehlini post-unvan-mevkii sahiplerinde değil hayatın içinde aramalı. Posttakilerin bönlükleri yine ancak bön insanlar tarafından taltif görür. Hakikatin hiç de basit ve çıplak olmadığını kavrayamayan bön insanlar için bir musibet bin nasihattan daha evla olabilir. Bunun için acının da bir lütuf olabileceği unutulmamalı. Bazı felaketler var, insana hakikat gibi çarpar. Tabii ki çarptığı insanda hakikate açık bir yürek ve zihin varsa bir işe yarar. Değilse, ona, iflah olmaz bir körlük veya hastalıkla zavallılaşmış, perişan bir ademoğlu diye bakmamız yanlış olmaz.