EDEBİYAT

Urfalı Beyzâde: Akif İnan

10 Şubat 2020

Maraş Lisesi’ndeki edebiyat ekolü yenilikçiydi ve öztürkçe kelimeleri göze batacak denli çok kullanırdı. Yani genellikle yakın dönem edebiyatçılarını daha çok okuyor ve benimsiyorlardı. Dolayısıyla Akif İnan’ın edebiyat anlayışıyla Maraşlıların edebiyat anlayışı birbiriyle uyuşmuyordu. Her ne kadar edebiyat hocaları Yusuf Ziya Beyzâdoğlu Divan şiirini sevdirerek okutmuşsa da, eski şairler gibi yazmaya hiçbiri de heves etmemişti. Maraş ekolü bir Fuzûlî, bir Nâbî ve bir Şeyh Galip’ten çok, yakın dönem edebiyatçılarını takip ediyor, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İlhan Berk, Cemal Süreya, Ece Ayhan gibi şairleri okuyorlardı. Mehmet Akif İnan ise Urfa’da temelden aldığı Divan edebiyatı zevkini sürdürüyor, aruzla şiir yazma anlayışını 1950’li ve 60’lı yıllarda da kendince devam ettirmek istiyordu. Ne de olsa Maraşlıların toprağında Necip Fazıl’ın, baba tarafından onun toprağında da Nâbî’nin mayası vardı.

Bir karakter âbidesi: M. Orhan Okay

13 Ocak 2020

Dedeleri Kafkaslardan gelmesine rağmen doğma büyüme İstanbullu olan, Beşir Ayvazoğlu’nun Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’sından mülhem deyişiyle “İstanbullu Hoca”nın söylediklerinde biraz da, her yıl yazları birkaç ay uğranılan payitahttan 35 yıl uzak kalmanın büyüttüğü bir özlemin yumaklandığını görüyorsunuz. Bu kadar yıl aradan sonra Hoca İstanbul’a temelli döndüğünde kendisini Afrika’da anlatılan bir masal kahramanı Unkama’ya benzetir. Canavarların peşine takılıp giden ve kendisini tanımadığı bir kasabada bulan, sonunda memleketine tekrar dönen, ancak döndüğünde doğup büyüdüğü yerleri tanımakta güçlük çeken bir masal kahramanı Unkama’ya.

Acaba Neden?

27 Mayıs 2019

Türk edebiyatında 'Uyurgezerler romanının bir muadili mevcut aslında: Yakup Kadri'nin 'Kiralık Konak' eseri. Ama biz daha ileri gidelim. Herman Broch, Stefan Zweig seviyesinde bir yazar iken Mithat Cemal Kuntay, Thomas Mann ayarında bir romancımız. Onun tek eseri 'Üç İstanbul' bir dünya klasiği niteliğinde ve Elias Canetti'nin 'Körleşme', Thomas Mann'ın ' Buddenbrocks' ve Herman Broch'un ' Uyurgezerler' romanlarından daha üstün. Fakat ne yabancı dillere çevrilir ne de okullarda okutulur.

İnteraktif Edebiyat (Ya Da Öykü Yeni Bir Döneme mi Giriyor?)

20 Mayıs 2019

Deneysel edebiyatın yamacında kımıldayıp duran dijital edebiyat ya da bizim denetimli edebiyat dediğimiz interaktif (etkileşimli) edebiyat dönemi mi görünüyor ufukta? Böyle bir soru sorulmalıdır. Bize bunu ilk haber veren Mihail Bakhtin idi elbette. Edebiyatımızda bu dönemi ilk gören yazar, Hasan Boynukara’dır. Konuyu risk alarak ilk omuzlayan; bu avangart çıkışa ilk öncülük eden yayıncı ise Adnan Mecit Yüksel (Bilge Kültür Sanat)’i de anmamız gerek.

Gün Bugünkü Gündür Saat Bu Saat

13 Nisan 2018

Ölüm gerçektir, dünya hayatı geçicidir; fakat bütün bunlara rağmen, dünyanın keşfedilmeye değer nice güzellikleri vardır. Ama çoğunlukla insan bu güzelliklerin de tıpkı dünya hayatı gibi geçici olduğunu unutup, ölüm gerçeğinden uzaklaşabiliyor. Diğer bir ifadeyle bu güzellikler, dünya hayatının geçiciliğini unutturuyor. Bu durumda kimi şairler, bilhassa geçici güzellikten kalıcı, değişmeyen ve bozulmayan gerçek güzelliğe yönelebilmiş şairler, adeta bir uyarıcı gibi gür ve kararlı sedayla haykırmış ve ölüm gerçeğinden uzaklaşan muhataplarını uyandırmışlardır. Böylesi bir misyonu ifa eden şairlerden birisi Ruhsâtî’dir.  

Tanpınar'ın izinde Paris

28 Şubat 2018

Tanpınar’ın ilk romanı olan Mahur Beste aslında Huzur’un alt yapısını oluşturur. Huzur da Aydaki Kadın’ın temelidir. Bu üç roman arasında mutlak bir ilişki bulunmaktadır. Birbirini bütünleyen ve de geliştiren bir doğrusallık. “Uyandım. Uyanıyorum. Zihnin oyunu bitti. Şimdi kendi kapımdayım. Biraz sonra içeriye, oradan dünyaya gireceğim” cümleleri ile başlayan son romanı bireye geri dönen Tanpınar'ı ele verecek nitelik taşır. Bu romanda yine Paris arz-ı endam eder. Suat, Paris’te resim üzerine eğitim görmüş ve yenilikçi bir ressamı 'dillendirir'. Leylâ’nın daveti tam da güneşin batmasına yakın saatlerde başlar. Güneş perde perde inerken de çevrede yarattığı ışık renk oyunlarına devam eder. Kısaca; Tanpınar'ın hiçbir romanında tesadüf yoktur. 

Âlem İçinde Âlemiz

22 Ocak 2018

Sefil Selîmî, bir şiirinde “otuz altı yıldır okudum yazdım ama yazdığımdan ibret alan oldu mu?” diye sorsa da onun “söyledikleriyle çok kapılar açan, çok bohçalar çözen” bilge bir şair olduğu ehlinin malumudur. Âşıklık, bu bilgelikte saklıdır. Peki, nasıl erilir bu bilgeliğe? Bu soruyu da kendisi cevaplıyor: “Yanlışı tenkit et, doğruyu ara!” Yanlışı tenkit etmek, yanlışı doğrudan ayıracak bir bilgiye, bir duyuşa ve bir erişe sahip olmakla mümkün olur. Bu da ancak, bir ömür doğruyu aramakla olacaktır.

Buluşma Noktası

26 Aralık 2016

Daha evvel farklı veçheleriyle İstanbul duraklarımdan söz etmiştim… Bir “taşralı” yahut divan şairinin ifadesiyle “kenar” yazarı olarak aynama yansıyan İstanbul siluetini tasvir etmiştim. O tasvirlerde Cağaloğlu’ndaki sığınağım Kitabevi’ne de atıfta bulunmuş, bir şekilde şehir-kitap ve çay üçgenini tamamlamaya gayret etmiştim. İlgilisi, o değinmeleri, Şehir Hayat ve Derviş’ten, İnsan Deniz ve Hayat’tan okumuş olmalıdır. Fakat şimdi başka bir veçhesiyle İstanbul fotoğrafı gönül aynamda yansımaya başladı; o yansımayı tespit sadedinde bir iki hususa işaret edeceğim.

Divan Şiiri, Aşk ve Ahenk

04 Haziran 2016

Modernleşme tarihimizi, edebiyat, kültür ve sanat ekseninde özetlemek mümkündür.  Meşrutiyet döneminde kültürel olarak yönümüzü tamamen Batı’ya çevirdik. Bu süreçte doğal kültürel değişim yaşandı; Şinasi Fransız şiirinden örnekler tercüme etti… Böylece Batı tarzı edebiyat oluşmaya başladı. Tiyatro, hikâye, fıkra yazarlığı gibi yeni türler de hayatımıza geldi. Realist, toplumcu ve estetikçi şiir ve sanat anlayışı öne çıkartıldı. Bu doğal seyirde bir kültürel dönüşümdü… Bu dönemde, samimi, değişerek varolma mücadelesi veren münevverlerin yanında özel proje niteliğinde edilgen münevverler de vardı. Bu yüzden sentezci bir anlayış vardı: Aruzu, gazeli, rubaiyi kullandılar; ancak temayı yenilediler… Fakat Cumhuriyet döneminde “yeni hayat”, İstanbul’dan Ankara’ya intikal eden merkez yeni kültürü zorunlu kültür değişimleriyle ikame etme çabasında oldu. Dil devrimi, divan şiirin saray şiiri Enderun şiiri ve ümmet çağı şiir gibi isimlendirerek tahfif etme çabası… Dil değişti. Paradigma değişti. Bu zorunlu değişim, divan şiirinin yerine halk şiirini ikame etti… Modern şiir de kendine sistem içinde muhkem bir yer buldu.

Adnan Tekşen ile Edebiyat ve Toplum İlişkisi Üzerine

15 Mayıs 2016

"50'li  yıllarda görülen toplumcu eğilimler, belirli bir ihtiyacın etkisiyle ve belirli şartların sonucunda ortaya çıktı. Ancak daha ziyade toplumcu/gerçekçi bir felsefenin kendi gerçekliğimize şabloncu uygulamalarını çoğalttı. Bu ideolojik prizma, redd-i miras üzerine kurulmuş bir düzenin ve aydın zümresinin yeni arayışıydı. Yani daha açık söylersek, Türkiye’de sosyalizm bir anti-tezdi, ama Kemalist/devletçi bir anlayışın anti-tezi olarak ortaya çıktı. Dolaysıyla anti-tezi olduğu düşüncenin zaaflarını da metodik olarak içinde taşıdı. Birinci sorunu buydu. İkincisi ise ithal bir ideoloji olmasıydı. Batı tipi bir feodal yapı ve ilişkilerin bu ithal ideolojik şablona yerleştirilmesi çabası söz konusuydu. Sosyal yapı ve dinamik analizinden yoksun bir uygulama olarak kabul görmedi. Bu anlayışın yerli gerçekliğe uygulanması çabaları da yeterli olgunluğa ulaşamadı."