En son ne zaman içinde bulunduğunuz herhangi bir grubu yanlış istikamette görerek terk ettiniz?
Yahut şöyle soralım: hiç derneğinize, vakfınıza, örgütünüze, partinize, cemaatinize, tarikatınıza, taraftar topluluğunuza, yakın arkadaş grubunuza, artık doğru işler yapmadıklarını görerek sırtınızı döndüğünüz, en azından onlarla aranıza mesafe koyduğunuz oldu mu?
Herkes elini vicdanına koyup cevabını kendisine versin.
Kişisel anlaşmazlıklardan, haksızlıklardan dolayı bu tür kopuşları yaşayanlar çoktur. Ancak ahlaken yanlış istikamete kaydığını gördüğü sosyal çevresinden kopana nadiren denk gelinir.
İçinde sosyalleştiğimiz gruplar gemiler gibidir. Bizi yön bulmak ve su üzerinde kalmaya çabalamak zahmetinden büyük ölçüde kurtarırlar. Düşünme, karar verme, tercihte bulunma yükünü sırtımızdan alırlar.
Eğer bir siyasi parti mensubuysanız nevzuhur bir gelişme karşısında nasıl tutum alacağınızı dert etmenize gerek yoktur. Partinizin yüce lideri en kısa sürede sizin adınıza karar verecektir.
Eğer bir tarikatın müntesibiyseniz zaten hiçbir şeyi sorgulamamanız, “gassal elinde meyyit gibi” olmanız öğütlenir. Efendi hazretleri ilahi ilhamla sizin adınıza en doğru kararları verecektir zaten.
Eğer tribünlerde gırtlak patlatan coşkulu bir taraftar gurubundaysanız, şike yapmanın o kadar da yanlış bir şey olmadığına kolayca ikna olabilirsiniz.
Eğer “fırka-i naciye” olduğundan en ufak bir şüphe duymadığınız bir cemaatteyseniz, cemaatinizce yapıldığı söylenen tüm yanlışların iftira olduğuna inanmaya teşnesinizdir zaten. Cemaat adına günah işleme görevi bizzat size verilse bile bunun insanları cehennemden korumak için yapılmış büyük bir fedakârlık olduğuna inanıverirsiniz.
Eğer kan dökmeği meslek haline getirmiş bir terör örgütü üyesiyseniz, bomba ile masum insanları parçalamanın “siyasetin yoğunlaşmış bir hali” yahut “işbirlikçileri” cezalandırmanın meşru bir yolu olduğuna ikna oluverirsiniz.
Eğer kendisini ölmüş bir kült liderin takipçisi, hatta askeri gibi konumlayan kişilerden mürekkep bir grubun içerisindeyseniz, ebedi şefinizin bugün eleştirdiğiniz hemen her fiili bizzat irtikap etmiş olmasını görmezden gelirsiniz. Diktatörlük, hukuksuzluk, zulüm gibi görülen şeyler, zamanın şartları içinde mecburen yapılmıştır diye düşünür, hayatınıza devam edersiniz.
Eğer devlet dairesinde beraber oturup kalkan, dışarıda beraber sosyalleşen bir grubun içerisindeyseniz. Devletin bir ihalesini verdiğiniz firmanın arkadaş grubunuzu yedirip içirmesini, tatile göndermesini normal bulursunuz. Zaten herkes böyle yapmakta değil midir diye düşünüp, kendinizi rahatlatırsınız.
Üç Oscar ödüllü meşhur yönetmen Oliver Stone'un yönettiği, 2016 yapımı “Snowden” isimli bir film var. Kendisi ülkesine hizmet etmek için yanıp tutuşan bir yurtsever, azimli bir nefer, çok sağlam bir cumhuriyetçi, tam bir Amerikalı olduğu halde, Amerikan hükümetinin "güvenlik" meselesini bahane ederek e-postalara, sosyal medya hesaplarına, cep telefonu mesajlarına, hard disklere, kredi kartı ekstelerine ve hatta bilgisayar kamerasına kadar erişebildiğini öğrendiğinde, aşkla bağlı olduğu “gemisini” doğru bildikleri uğruna terk etmeye karar veren bilgisayar uzmanı Edward Snowden’in gerçek hikayesini anlatıyor.
Edward Snowden 2013 Haziranı'nda bir parçası olduğu, ideallerini paylaşarak hayatını adadığı istihbarat örgütü NSA’nın hukuksuz uygulamalarını tüm dünyaya duyurdu. Gizli NSA belgelerini medyaya ifşa ederek NSA tarafından yürütülen küresel izleme operasyonlarının detaylarını, Beş Göz denilen istihbarat ortaklığını ve birçok ticari ve uluslararası işbirlikçiyi ortaya çıkardı. Bunu yapar yapmaz “Amerikan tarihinin gördüğü en büyük vatan haini” ilan edileceğini de biliyordu. Ne aidiyet hisleri ne de karşılaşacağı tehditlerin büyüklüğü onu doğru bildiğini yapmaktan alıkoymadı.
Amerikan hükumeti kirli çamaşırlarını ortaya döken Snowden’in üzerine öyle bir hışımla gitti ki genç uzman canını kurtarmak için Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı.
Film yaşananları anlatırken, doğru bildikleri uğruna canını bile riske atan genç bir adamın kahramanca mücadelesinin altını kalın çizgilerle çiziyor.
Herkes biliyor ki Amerika’yı süper güç yapan, Snowden’i bir kaşık suda boğmaya hazır, her meseleye aidiyetleri çerçevesinde bakan, kışkırtılmış cahil kitleler değil, Snowden gibi vicdan sahibi entelektüellerdir.
Bizde de o köylü, o cemaatçi kafadan haddinden fazla var.
Bize asıl Snowden gibi çıkacak faturayı göze alıp yanlışa yanlış diyebilecek civanmertler lazım.
Kendi denizaltısının karanlıklarında fareler gibi saklanırken, efendisinin talimatıyla diğer gemileri torpillemeyi marifet sayan, beyni yıkanmış, sünepe müptezellere değil, delikanlıca çıkıp doğru bildiğini haykıran, yanlış istikamete yöneldiğini gördüğü gemisinden atlayıp açık denizde yapayalnız kalmayı göze alabilen pervasız kahramanlara ihtiyacımız var.