Bu Allah, O Allah Değil

14 Kasım 2025

08/14 Kasım 2025 Tarihleri Arasında İstanbul Rami Kütüphanesinde Yapılan “Tarihin Sonunda Antisiyonizm Kongresi”nin 09 Kasım 2025 Pazar Günü 2. Oturumunda Sunduğum Kongre Bildirisi ve Öneridir.

Haziruna Saygılarımı sunuyorum.

Öncelikle bu salonda bulunan, Gazze Soykırımı sürecinde protesto eylemlerinde bulunan, Sumud filosundan bireysel protestolara kadar aktivist olarak eylemlilik içinde olan insanların bulunduğu bir ortamda konuşmaktan duyduğum mahcubiyeti ifade etmek isterim. Çünkü onlar bizzat bir eylemlilik içindeydiler, biz ise fikirlerimizi ifade ediyoruz. Bu bağlamda teşekkürlerimi ve mahcubiyetimi ifade ediyorum.

Kongrenin bize yönelttiği soruları doğru anladığımı düşünüyorum ve bu bağlamda soruları tek tek ve ayrıntılı biçimde cevaplamak istiyorum.

Image

Soru1: Bu süreçte neden sivil bile olamadık?

Cevap: Öncelikle sorudaki “bile” bağlacını önemsiyorum ve soruyu şöyle anlıyorum: Bu süreçte bir Müslüman gibi davranmalıydık, bunu başaramadık; o halde hiç olmasa bir sivil gibi davranabilirdik, bunu bile başaramadık.

Bu noktada iki problem ortaya çıkıyor:

  • Gereğini yapması gereken ideal Müslüman tipi problemi
  • Bu toplumun sivil olabilirlik durumu

Öncelikle ideal Müslüman tipi probleminin tartışılabilme zemininin sağlıklı biçimde kurulup kurulamayacağı ayrı bir tartışmadır. Zira bu konu yaklaşık on dört yüzyıldır bu coğrafyada sayısız kez tartışılmış, bu bağlamda binlerce cilt metin üretilmiştir. Bu başlıkta bir ortaklaşma sağlanamamıştır. Hem tarihi birikimler hem de içinde bulunduğumuz çağın kendine has olmakla birlikte son derece dayatıcı şartları ciddi biçimde zaman, enerji, iyi niyet, cesaret, feraset, basiret ve müktesebat ister. Bunların tamamının aynı zeminde buluşup buluşamayacağını da bu kongre sonunda göreceğiz.

"Sivil bile olamamaya" gelince... "Sivil, sivil inisiyatif, sivil toplum" kavramlarının ortaya çıkış sürecine baktığımızda bu bağlamda bir sorunla karşılaşırız. On dört yüzyıllık inanç geçmişi, bin yıllık Anadolu tecrübesi acaba "şahsiyet" mi yoksa tip mi üretmiştir? Mümin, mürit, derviş, tebaa, birey, vatandaş, üye statülerinden hangisi-hangileri şahsiyet, sivil kavramları ile yakındır, ya da aralarında bir uyuşmazlığın olması beklenmez. Yani bizim tarihi tecrübemizde insan "tip" ise makbul; şahsiyet-karakter ise aykırı, marjinal, asidir. Bu bağlamda meseleyi ele aldığımızda "sivil, sivil inisiyatif, sivil toplum" kavramlarının ortaya çıktığı kültürde insan, birey, sivil kavramlarının serencamı ile bizdeki insan kavramının tarihi serencamı pek benzemez. Bambaşka maceralar yaşamış iki ayrı kültürün aynı kavramları kullanması rasyonel değildir ve istenilen sonuçlar ortaya çıkmaz. Biz Allah'ın resulünün, gök tanrının yeryüzündeki kılıcının, zillullah fil arz'ın, halifenin, ulu önderin, ebedi şefin, kâinat imamının, gavsul azamın, mürşidi kamilin, zamanın kutbunun peşinde on dört yüzyıldır yol olan bir toplumuz. Vasfı, mahiyeti, niteliği, niceliği değişse de daima güçlü liderlere tabi olmanın en doğru yol olduğunu kabul edip bunu tecrübe etmiş bir topluluğuz. Burada takdir edersiniz ki birey, şahıs, şahsiyet pek muteber değildir. Bunlar ancak liderlerin uhdesinde olabilir. Sürüden ayrılan koyunun başına neler geldiğinin trajik hikayeleri ile doludur bu tarih. Hülasa sivil kavramı bu toplumda hem öksüz hem yetimdir. Tekke, dergah, cemaat, cemiyet, dernek biçiminde olagelen örgütlenme tarihimizde sosyolojik anlamda bir sivillik ne kadar mümkündür, bilemiyorum. Bunu en güzel sendikalar tarihinde görürüz. Bakıldığında bağımsız bu yapılar aslında derin ve güçlü bir hiyerarşi içinde var olurlar.

 

Soru 2- Mevcut haliyle STK ve sivil toplumun varlık biçimlerinin problemleri nelerdir ve bunlar nasıl aşılabilir?

Cevap: Bu soru birinci sorudan bağımsız değildir. Sivil kavramından önce mevcut durumun doğru anlaşılması gerekir. Sivil toplum, toplumun bir parçasıdır. Parçanın bütünle ilişkisi son derece belirleyicidir. Yani elbisenin yakası da kolu da elbiseye aittir ve aynı kumaştandır. Onun için kumaşın mahiyetini doğru anlamak gerekir.

İki yıldır süren soykırıma karşı bu toplumun hem içeride hem dışarıda sonucu değiştirecek biçimde aksiyon üretememesinin nedenleri doğru anlaşılmalıdır. Bu sessizlik ve eylemsizlik toplumun mahiyetinin sonucudur. Kabaca baktığımızda toplumun yarısından çoğunun İslam dinine inandığı kabul edilir. Bu da "Müslüman" diye adlandırılabilecek ortalama bir tipin olduğu intibaı uyandırır. Ve şöyle düşünürüz: Bir Müslüman şöyle bir hadise karşısında şöyle bir tavır alır. O tavır ortaya çıkmayınca da bir şaşkınlık oluşur. Bu şaşkınlık Müslüman denilen ve ortak değerleri olduğunu sandığımız ortalama bir insan tipi olduğunu kabul etmekten doğar. Hâlbuki bugün ortak bazı inanç ve değerler etrafında toplanmış bir Müslüman tipinden söz etmek pek rasyonel olmaz. Yarısından çoğunun Müslüman olduğunu düşündüğümüz bu toplumda ortaklaşan bir İslam ya da Müslüman kavramı maalesef sanıldığı gibi yoktur.

Cemaat, tarikat, mezhep ve devlet kavramlarının merkezde olduğu ve her birinin ayrı bir maslahat güttüğü onlarca farklı anlayıştan doğan yüzlerce yapının parçaladığı, pek birbirlerine benzemeyen Müslüman bir kalabalıktan söz edebiliriz. Hatta bu yapıların her biri ötekileri tümden ya da kısmen reddettiği bir vakıadır. Burada uzaklık, çatışma hatta düşmanlığa varan bir iklim söz konusudur. Bu noktadan baktığımızda parçalanmış bir Müslüman kalabalıktan söz edebiliriz. Bu kalabalığın tümünü kapsayacak bir Müslüman kavramı kitabi olarak mümkün olsa bile pratikte irrasyoneldir. Önce bu hakikatle yüzleşmek zorundayız. Bu bağlamda naif değerlendirmeler bir sorunu görmezlikten gelmek anlamına gelir.

Henüz ortalama bir Müslüman tipinden söz edemiyorken bir de toplumun diğer kesimlerini hesaba kattığımızda bu zeminden sağlıklı bir sivil toplum yapısı nasıl olabilir?

Tartışma bu noktaya geldiğinde İslam, gerçek İslam, ideal Müslüman başlıkları da tartışılmak zorundadır. Bu tartışma zemini de "mülk sahipleri olmadan" kurulduğunda kalabalıklar nezdinde muteber olmaz. Denilebilir ki kalabalıkların ne düşündüğü önemli değildir. Ancak hayır. Bugün tartıştığımız şey kalabalıkların harekete geçip geçmemesi meselesidir. Ve son tahlilde "meşruiyet" modern zamanlarda kalabalıkların uhdesindedir. Onun için sivil inisiyatiflerin başarısı kalabalıkları harekete geçirip geçirmemesiyle ölçülür. Yani İslam'la ilgili tartışmalar İslam'ı temellük eden cemaat, tarikat ve vakıflar olmadan yapılamaz. Onlar da bu tartışmaları hızlıca İslam düşmanlığıyla etiketleyecekleri için böylesi bir tartışma ölü doğacaktır.

Bu tartışmalardan sağ salim çıkmadan sağlıklı bir toplum hayali ve sonrasında da sivil toplum hayali kurulamaz. İnatla ve cesaretle bu toplumun, bu kalabalığın hali, İslam'la kurdukları ilişkinin mahiyeti açısından tartışılmak zorundadır. Bu tartışmanın zeminin oluştuğunu kabul edelim. Bu bağlamda da İslam'ın bu çağın insanına, dünyaya ne dediğinin doğru, sade, anlaşılır biçimde tekrar ifade edilmesi gerekmektedir.

Bu nokta daha önce yüzlerce kez, yüzlerce kişi tarafından sorulup cevaplanmaya çalışılmış bir konudur. İşin ehli ya da işin muhatabı yüzbinlerce insan binlerce sayfada bu başlıkta konuşmuş ve ortaya ucu bucağı olmayan bir müktesebat çıktığı hepimizin malumudur. Hülasa her defasında sonuç şu olmuştur: Kuran'a ve sünnete dönüp İslam'ın gerçek mesajını kavrayıp iyi bir Müslüman olduğumuzda istenilen noktaya ulaşılacaktır.

Bu bağlamda binlerce eser, yüzlerce tarikat, cemaat, vakıf, dernek, örgüt, parti ve bunlara ait eğitim kurumları, mensuplar ve sair...

Peki sonuç nedir? Bireysel anlamda iyi örnekler, toplumsal anlamda tefessüh, çürüme, çözülme...

Peki neden böyle? İslam iyi ama Müslümanlar kötü. El hak, böyledir.

Şimdi biz bu kongrede aynı soruyu tekrar soruyoruz: Niçin Müslümanlar bir çözülme, bir çürüme halinde?

Cevap vermeden önce bir alıntı paylaşmak istiyorum.

Zygmunt Bauman, Iskarta Hayatlar kitabında Italo Calvino'nun Görünmez Kentler'inden bir pasajı hatırlatır: Marco Polo, Aglaura kentini anlatırken, "Kent sakinlerinin öteden beri anlatıp durdukları şeyler dışında pek az şey söyleyebilirim sana," der. Calvino'nun deyişiyle, "Ne olduğunu söylemek istersin, ama Aglaura hakkında daha önce söylenenler kelimelerini ele geçirir ve kendini bir şeyler söylemek yerine onları tekrarlamaya mecbur hissedersin."

Biz de burada bizim kelimelerimiz de daha önceki tartışmalar, sorular ve cevaplar tarafından ele geçirilmiş durumda. Bunlardan başka şeyler söylemeye takatimiz, birikimimiz, en önemlisi de cesaretimiz var mı?

Üstelik biz tüm geçmiş yüzyılların birikimlerini sırtımızda taşırken daha önce insanlığın hiç tecrübe etmediği bambaşka bir gerçekliğe maruz kalırken. Bu gerçeklikte tekrar tekrar zihnimiz üretilirken...

Öznesi ve nesnesi olmadığımız tarihi birikimi tümden omuzlayarak ya da tümden onu reddederek ne bugün ile ne de gelecek ile sağlıklı ilişki kuramayız.

Bu tarihi bagajda;

Attila ile nihayeti Roma'ya varacak yürüyüşün, Kerbela’dan başlayıp Emevi-Abbasi tecrübesinin, Endülüs’ün, kabaca Roma, Fars, Mısır, Yunan, Çin, Asya inanış ve tecrübelerinin; Alevi-Bektaşiler ile Sünni Hanefi Türklerin, tüm bir Osmanlı hülasasının. Batılılaşma serüveninin ve en son Cumhuriyetle birlikte tek istikamet modernleşmenin, ulus "yaratılırken" de Kürtlerin, 15 Temmuz itibariyle tekrar sahneye çıkan tarikat-cemaat örgütlenmelerinin, günümüzde tekraren Kemalizm tartışmalarının oluşturduğu devasa bir tarihi bagaj…

Bu bagajı-birikimi sahneye getirip bunu doğru biçimde tasnif etmek, haklı ve haksızları bulmak, doğru ve yanlışları bulmak, faydalı ve zararlıları tespit etmek, "toplum olması düşünülen" kalabalığın çoğunluğu tarafından bunun benimsenmesini beklemek ve iç çatışmayı bitirmek "imkansız"dır. Bu ne sosyolojik ne de felsefi açıdan mümkün olabilecek bir şey değildir.

O halde?

İki hareket noktası vardır: Ya olduğu gibi sırtlanmak ya olduğu gibi yok kabul etmek. Takdir olunur ki bu da rasyonel değildir. Zira insan ve toplum hafıza olmadan mümkün olmaz. Demek ki her iki yolun da zıddı olmak iddiasında olmayan üçüncü ya da sayı verilmemiş yeni bir yol, yeni bir dil zorunludur.

Öznesi ve nesnesi olmadığımız tarihi birikimi tümden omuzlayarak ya da tümden onu reddederek ne bugün ile ne de gelecek ile sağlıklı ilişki kuramayız.

O halde toplumsal anlamda Müslümanlar olarak İslam'ın sadece evrensel mesajlarından olmazsa olmazları temel prensip kabul eden (adalet, vicdan, iyilik, barış) yeni bir dil inşa etmek zorunludur. Bu dört kavram tartışılmalı, bu kavramların İslam'ın ruhuna uygunluğu, İslam'ın bütününe işaret edip etmediği hususu vuzuha kavuşturulmalıdır. Fert fert de İslam'ın diğer tüm emirlerine muhatap olma meselesi Müslümanın uhdesine bırakılmalıdır.

Şöyle bir örnekle konuyu daha anlaşılır kılarak devam edelim:

Bugün toplumun vasatını temsil ettiği düşünülen 100 kişiden oluşan bir topluluğa seslenelim: "Allah rızası için beni takip edin." Topluluktan kimse harekete geçmeyecektir.

Bu meseleyi 150-200 yıl öncesi için aynen tekrar düşünelim. Bu çağrıya bazı insanların karşılık vermesi muhtemeldir.

Aradaki farkın izahı için modernleşme tarihinden, saltanattan cumhuriyete geçişe kadar bir dizi sosyolojik açıklamalar yapılacaktır. Yenik medeniyet, modernleşme, batılılaşma bağlamında herkes doğru şeyler söyleyecektir. Ancak bu hususta daha hayati bir mesele vardır. "Allah, rıza" kavramları zihinlerde aynı yerlere ulaşıyor mu artık? Allah için ifadesini duyan insanların zihninde neler beliriyor sizce?

"Allah rızası için beni takip edin." cümlesi zihinlerde 150-200 yıl öncesi için, "yardım, ihtiyaç, ibadet vb." dini anlamlara gelirken bugün bambaşka anlamlara gelir. Şöyle ki bu ifade bugün vasatı temsil eden bir zihinde: Siyaset, ticaret, menfaat, dolandırıcılık ve bu kavramlarla ilişkili daha bir dizi kötücül anlamlara tekabül eder. “Bu dilenci olabilir, beni dolandırabilir, manipülasyon yapıyor, bu bir parti faaliyeti olabilir, bir cemaat ya da tarikat faaliyeti olabilir...” Bu ana başlıkların alt başlıklarını açmak istemem. Mesele akçeli işlerden fuhşiyata kadar gider... Çağrıya muhatap olanlar tedirgin olabilirler hatta tepki gösterebilirler, hatta iletişim bağlamını terk edenler olur.

O halde bugünkü "Allah" kavramı o günkü "Allah" kavramı ile aynı değildir. Yani "Bu Allah, o Allah değildir." A-l-l-a-h sesleri ile dizdiğimiz bu kavram, bu sembol, bu dizge “çağın insanının zihninde” İslam inancına göre var olduğuna inandığımız “sadece” yaratıcı zata işaret etme becerisini maalesef kaybetmiştir. Çünkü aynı anlam alanlarına işaret etmez. Bu kavram artık kavramın iddiası ve muradı olmayan bir sürü kötücül, tefessüh etmiş kavram ve anlamı da taşımaktadır. Bu cürüm Müslümanlarındır. Kavramın iddiası ile olumsuz yükleri arasındaki farkın neden kaynaklandığına dair hepimizin kesin ve hazır cevapları vardır...

Asıl soru şu:

Dini bağlamında cari daha birçok kavramla, hazır soru ve hazır, kesin cevaplarla devam etmek istiyoruz. Bu yıpranmış, pörsümüş, istenmeyen anlam yükleriyle yüklenmiş kavram setiyle ne kadar yol alabiliriz?

İşte bu noktada "anlamlarını yitirmiş, başlangıçta olmayan ve iddiasına hizmet etmeyen yeni anlamlarla hantallaşmış, kirlenmiş, iddiasına işaret edemeyen" kavramlarla sorunları anlamak ya da çözmek mümkün değildir. Hatta bu kavramların kendisi bugün bizatihi sorun üretmektedir.

Öznesi de nesnesi de olmadığımız tarihi bagajlar altında ezilip başkalaşmış kavramların tespit edilmesi gerekir. Ancak bu da yetmez. Bu kavramlar tespit edilip temizlense-restore edilse de zihinlerde bunlara tekabül edecek anlam alanların temizlenip düzenlenmesi muhaldir. İşte bu bağlamda yeni bir dil, yeni bir düşünüş mecburidir. Bu da İslam'ın "sadece evrensel mesajları" temelinde kuşatıcı, kapsayıcı yeni bir dildir. Bir Müslüman için İslam'ın pratiğe yönelik ilke ve emirleri de Müslüman'ın kendi uhdesine bırakılması gereklidir.

Bizi buraya getiren tarihi birikimi biraz kurcaladığımızda:

Hz. Peygamberin vefatından itibaren en son 15 Temmuz darbe girişimine kadar yaşanan bizim özelimizdeki tarihi tecrübe bize çok fazla veri sağlar. Bir de bunu diğer İslam coğrafyalarının kendilerine has tecrübelerini ekleyiniz.

Peygamberin torunun şehit edilmesinden, Harre vakasından, İslam tarihinin bugün medarı iftiharı sayılan ancak kendi çağlarında mülhit, müşrik, müfsid ilan edilmiş cins kafalarına; kardeş katlinden siyaset ticaret, fuhşiyat işlerine bulaşmakla iddia olunan cemaat ve tarikatlara kadar dehşetli bir birikimin altında kıvranan bir Müslüman zihni vardır. Bu zihin hem bu çağın hem de geleceğin karşısında susmak ya da anlamsızca çığlık atmak zorunda kalmaktadır. Yapay zeka ve dijital teknoloji ile yeni şartlar, yeni bir episteme, yeni insan ilişkileri ve toplumsal meseleler karşısında bu bagaj altında kıvranan Müslüman zihni nasıl tutunacaktır? Şunu kabul etmek zorundayız. Müslümanlar zihinsel ve toplumsal bir parçalanma yaşamaktadır. Müslümanlar için "biz" kavramı artık sosyolojik olarak mümkün değildir. Birbirini yok ederek "biz"e sahip olmak isteyen "biz"den parçalanmış çok sayıda "bizcik" söz konusudur. Bunu görmezden gelerek yol almak mümkün değildir. Bu birikimin altında tekrar tekrar biçimlenmiş kavramlarla vahye muhatap olmak ve insanlığa söz söylemek iddiası da en fazla bir fantezi olabilir.

Mevcut dile, mevcut kavramlara itiraz olunduğunda; bu kavramlar etrafında örgütlenmiş, kurumsallaşmış, statüler ve kariyerler oluşturmuş, ekonomik varlıkları olan mevcut yapıların şiddetli itiraz ve saldırılarına da hazır olmak gerekir. Zira onlardan "Allah rızası için, hizmet için, kelamullah için" mevzilerini korumak adına oldukça şiddetli itirazlar gelecektir.

Hülasa sağlıklı bir sivil toplum, sağlıklı bir toplum; antisiyonist, antiemperyalist bir dünya için, post human tartışmalarının başladığı şu zamanda "insanın ve insanlığın onurunu" sırtlanacak bir tavır için parçalanmış ve birbirine rakip hatta düşman olmuş yapıların gerçeği göz ardı edilmeden teşhise yönelik iyi niyet ve cesaret ekseninde bir çalışma yapılması zorunludur. Bu kongre buna teşebbüs etmiştir.

Konu Gazze Soykırımı’ndan daha trajik ve daha büyük tehditlere muhatap bir konudur. Her adımın parçalanmayı besleyip derinleştirdiği bu zemini görmek, anlamak, doğru teşhis etmek mecburiyeti hâsıl olmuştur.

Önce doğru anlamak iradesiyle doğru teşhise ulaşılabilirse bu da sonra doğru eylem iradesini doğuracaktır. Bu bildiri kesin kanaatler içermez, bir teşhisi tartışmak amacına hizmet etmek iddiasını ifade eder. Metindeki hüküm ifade eden cümleler de tartışmaya açıktır.

Allah, bu iyi niyetli, cesaretli eylemi niyetine vasıl etsin.

 

Öneri:

Kongrenin adı, iddiası ve hedefi dikkate alındığında atılması gereken adımlardan biri ve gerekçesi şudur:

1-Düşünce Platformu

Gerekçe:

Hiçbir beşeri ve toplumsal sorun nevzuhur değil. Her toplumsal sorunun yüz yıllara sari bir hikayesi var. Ve bizim özelimizde de son üç yüz yıldır her mesele bizim için bir dayatmaya, bir soruna, bir trajediye dönüştükten sonra ne olduğunu anlamaya ve onun üzerine kafa yormaya çalışıyoruz. Bunun da “asgari müşterekleri olan kuşatıcı bir biz” zaviyesinden değil inancımız, mezhebimiz, meşrebimiz, etnisitemiz, tarikatımız ya da cemaatimiz özelinde ele alıp parçalanmaya kendimizi hapsederek yapıyoruz. Ve bütün mütalaalar da çok haklı ama eyleme dönüşemeyen atıl fikirler arşivine gönderilmeye mahkum oluyor.

Gazze’de patlayan geçmişe dair tüm sorunlardan daha ürkütücü biçimde insanlığa yaklaşan bir sorunla karşı karşıyayız. Epistemenin sarsıcı ve geri dönüşümsüz biçimde değişeceği, “insanın” varlıklar içindeki belirleyici ve önemli statüsünün sarsılacağı, yeni bir insan hatta post human tartışmalarının yapılmak zorunda kalacağı yapay zeka ve dijital teknoloji… Bu başlıkta yaşanılacak politik, toplumsal, beşeri sorunları da biz onlara maruz kaldıktan sonra tartışmak zorunda kalacağız, başımıza ne geldiğini anlamak zorunda kalacağız.

O halde,

Önce bu parçalanmayı izale edecek İslam’ın “evrensel mesajları”ndan başka “hiçbir” prensibi öne çıkarmayan –adalet, vicdan, barış, iyilik – zemininde (bu husus tartışmaya açıktır. Daha kuşatıcı ve sarih biçimde izah olunabilir) bir düşünce platformu kurmak.

Bizim inancımıza göre İslam evrensel ve hak dindir. O halde onun evrensel mesajlarından temel  prensiplerin tespit edilmesi İslam’ın ruhuna uygundur. Yani, İslam kavramı etrafında öteden beri gelen kavramların tarihi bagajları bizim üstesinden gelemeyeceğimiz kadar kirli, dağınık ve baş edilemez bir durumdadır. Geçmiş 10 asrı bugün tasnif edip, tespit edip, temize çekmek imkansız olduğuna göre; bu bagajı omuzlara “aynen” yükleyecek herhangi bir prensibin yol yürünmesine müsaade etmesi mümkün olmaz. Hülasa “İslam için, Müslümanlar olarak, Türkler olarak vb.” bir ifadeyi vitrine koyarak yol almak olanaksız görülmektedir.

Bu düşünce platformu, insan ve toplumun muhatap olacağı tüm sahalarda (bilim, sanat, felsefe, ekonomi, hukuk vb.) alt platformlarla kuşatıcı bir vizyona, projeksiyona sahip olma iddiasında olmalıdır.

Başkanlık biriminin olmadığı varlığını idame ettirmede ilgili birimlerin doğru tasarlandığı, daha evvel defalarca denenen ve her defasında “aynı noktalardan bozulmaya-çürümeye” uğrayan hususların doğru tespit edilmesi ve daha az bozulma ihtimali bulunan yeni mekanizmaların tesisinin tartışılması gerekir.

Özelde bizim, genelde insanlığın meselelerini önceden tespit edip bu başlıklarda fikir üreten ve üretilen fikirlerin pratiğe dönüştürülmesi sürecinde ürünler ortaya koymak.

Bu platformun kendi amacı dışında tamamen müstakil ve adil yapısını teminat altına almak.

Toplumu oluşturan tüm unsurların platformun ilkeleri çerçevesinde “insani ve toplumsal meseleler hakkında” mütalaa sunmalarını, oturum tertip etmelerin, çalışmalar yapmalarını temin etmek buna imkan sunmak.

Bütün faaliyetlerin, faaliyet raporların ve finans işlerinin açık kaynaklarda son derece şeffaf biçimde erişilebilir olmasını temin etmek ve asla ikinci bir kayıt, plan, hedef belirlememek. Yani kendi ilkelerine son derece bağlı olmak. Bunu teminat altına almak.

Tüm medya araçlarını ama özellikle dijital medya araçlarının son derece yaratıcı ve işlevsel biçimde kullanılmasını temin etmek.

Bu bağlamda vizyon yarın değil gelecek olmalıdır. Zira sorunların kaynağı dün değil geçmiştir.

Hassaten adalet, vicdan, hürriyet, düşünce, ahlak  başlıklarında tefessühün, parçalanmanın, dağılmanın bizi mahkum ettiği bu vasatta; aynı yerden ayağa kalkarak bu noktalardaki tutarlılık, hassasiyet, samimiyet, sabır ve gayret ile harekete geçerek önce çekirdeği-tohumu tartışmasız biçimde toprakla kavuşturmak gerekir.

Zafer, hemen-derhal yarın değildir. Zira insan kısa, insanlık uzun bir zamana tekabül eder. İnsanlığa dair kaygı kusursuz bir tohum ve uzun zamana muhtaçtır.

Dipnot:

Yukarıda kullanılan “evrensel, adalet, barış, vicdan, iyilik, bilim, sanat ” gibi kavramlar daha önce muhtelif zamanlarda muhtelif dini ya da seküler oluşumlar tarafından çeşitli amaçlarla kullanılmış ve anlam yükü çeşitlenmiş, yer yer kirlenmiş kavramlardır. Bu kavramlar vasıtasıyla meşruiyet kazandırma ya da dışlama-değersizleştirme gibi başlıklarda ciddi tartışmalı durumlar gerçekleşmiştir. Yani bu kavramların da bagajları doludur. Bu kavramları kullanmaktan kasıt ne meşruiyet edinme, ne hoş görülme, ne de tepkilerden kaçınmadır. Bu kavramların da temel-ilk anlamları dışındaki anlam bagajlarını reddediyorum. Okurdan isteğimiz kavramların doğrudan sözlük anlamının anlaşılmasıdır. Çünkü şimdilik dil bize başkaca bir imkan tanımamaktadır.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.