Kavramlaştırma yaparken kavramın ve tanımın hakikat ile illiyetinin-bağının sağlıklı biçimde kurulması hayati bir öneme sahiptir. Varlığın özü-oluşu ile çelişerek, çatışarak ya da bunu görmezden gelerek kavramlaştırma ve tanımlama yapmak basit bir yanılgı değil, çözümsüz sorunlar doğurabilecek bir durumun zeminini hazırlar.
Kelimeler insanın-toplumun zihinsel hücreleridir. Zihin hücrelerinin yani kelimelerin sağlıksız oluşu düşüncemizin, sonrasında eylemlerimizin dolayısıyla da kurduğumuz yaşamın sorunlu olacağı anlamına gelir. Doğruluğundan kesinlikle emin olmadan ürettiğimiz sonrasında da mutlaklaştırdığımız kavramlardan geriye büyük bir sukut-u hayal kalır: Demokrasi, bilim, sanat, gelişme, özgürlük, başarı, zafer vb.
Gelişim- gelişme kavramı, tekâmül kavramının eş anlamlısı olarak üretilen ve günümüzde yoğun biçimde kullanılan hatta tekâmül kavramını unutturan ve onun yerini tutabilecek olgunlaşma kavramını da kendi alanı dışına iten bir kavram. “Gel-“ fiil köküne “-ş” işteşlik eki ve mastar eki getirilerek türetilmiş bir kavram ‘gelişme’. Gelişim de benzer biçimde sadece son eki “-im” fiilden isim türetme eki ile türetilmiş. Kelime kök-ek analizinden maksadımız kavramın kök anlamında da gövde anlamında da gelmek dışında bir anlam derinliği olmaması. Aslında gelişim* ya da gelişmek** kavramları her ne kadar TDK Türkçe Sözlük’te de Kubbealtı Lügati’nde de tekâmül*** kelimesinin karşılığı olarak kullanılsa da her iki sözlükte de bu iki kelime birbirlerinin karşılığı olarak ele alınmış olsa da kemal-tekâmül kavramındaki kök gövde anlam ilişkisi gel, gelişim, gelişme kavramlarında yoktur.
Eş anlamlı sayılan bu kavramların insanın zihin dünyasında ve yaşam pratiğinde karşılığı nedir? Bir soruyla başlayabiliriz: Milletin, toplumun ya da medeniyetin tekâmülü ile gelişimi aynı anlama gelebilir mi? Bu kavramlar bu bağlamda birbirlerinin yerini tutabilir mi? Gelişim-gelişmek kavramları ile tekâmül kavramını karşılamak mümkün mü? Ya da gelişme olgunlaşma mıdır? Bu sorulardan başka bir de kelimelerin sözlükteki karşılıklarının dışında, kullanım sırasında edindikleri ancak yazıya geçmemiş çağrışımları da dikkate alınmalıdır.
Sömürgecilik hareketi, sanayi devrimi, kapitalizm “gelişim-gelişmek” kavramını bizim bilincimize de bilinçaltımıza da daima “bilim ve teknik” açısından ileri gitmek, ilerlemek, sürekli yenilikler üretmek anlamına gelecek biçimde yerleştirmiş. Ve bu kavramın mutlak biçimde doğru ve iyi olduğu zihnimizde yer etmiştir. Kavramların çağrışımları da olumludur.
Avrupa karşısında geri kalışımız, zayıf düşmemiz “gelişim-gelişme” konusundaki motivasyonumuzu en üst noktada tutmuştur. Aydınlanma çağı ile birlikte hâkim söylemin akıl, bilim, fen-teknoloji, ilerleme gibi kavramlar etrafında oluşturulması netice olarak ilerleme, gelişim-gelişme kavramlarını başat kavramlar arasına yerleştirmiştir. Bu da zamanla kavramın bir çeşit dokunulmazlık zırhına kavuşmasına, gelişmeye karşı sorgulayan bir dilin oluşmasına da engel olmuştur. Kavrama yüklediğimiz anlam, yüksek propaganda ile örgütlü dil ile akademik metinlerden reklam sloganlarına politik nutuklardan şiirlere**** kadar öyle yoğun biçimde kullanılır ki artık “gelişme” ve “ilerleme” kavramları tartışmaya kapalı biçimde olumlu anlam ve çağrışımları karşılar hale gelir: Gelişmiş bir dünya, gelişmiş bir fabrika, gelişmiş bir sistem, gelişmiş bir cihaz vb.
Kalabalıkların karşısına geçip “gelişim” vadeden tüm söylemler neredeyse içeriğin “mümkün, iyi, faydalı, doğru” olup olmamasına bakılmaksızın kabul görür hale gelmiştir. Sürekli ilerlemek, sürekli gelişmek, en ileri gitmek, en gelişmiş olmak… Hedefi bir “kızılelma”ya dönüşmüş, ulaşacağı en son hedefi olmayan, daima bulunduğu durumdan ileri gitmek, bulunduğu noktadan daha gelişmiş olmak gibi rasyonel olmayan bir anlam iklimi oluşturan bu kavram aslında modern çağın akıl ve bilimle çelişmemek iddiası ile çelişen bir durum ortaya koyar. En ileri gitmek, daima ilerlemek, en gelişmiş olmak, daima gelişmek söylemleri kapitalizmi tahkim ederken sınırları belli olan varlık dünyasında olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olur.
Şöyle ki:
Kavramların ortaya çıktığı dünya ve varlık dünyasının sınırları bellidir. Evet dünya büyüktür, varlık dünyası çokluk ve çeşitlilik bakımından devasadır ancak sınırlıdır. Büyük de olsa sınırlı bir varlık dünyasında daima daha çok gelişmek, sürekli en ileri gitmek söylemlerinde ise belirli bir hedef yoktur. Sınırları belirli bir dünyada sınırları belli olmayan bir hedef ile zihinleri motive etmek belki son kertede sermaye sahiplerini hedefine ulaştırsa da dünyayı ve insanlığı trajik bir sona doğru sürüklemektedir. Söylemin oluşturduğu “daima en gelişmiş ve en ileri” algısı gerçeklikle çelişir ve irrasyoneldir. Sınırlı bir dünyada “daima ilerlemek” sınırsız bir gelişim vehmi oluşturur ve bu ontolojik olarak mümkün değildir. Daima gelişmek mümkün değildir. Çünkü dünyanın (mekân) ve varlık dünyasının sınırları bellidir. Durmaksızın gelişmek varlık dünyasının sınırlarına dayanmak, durulmadığında bu sınırları aşmak, yıkmak ya da yok etmek anlamına gelir. Bu noktadan baktığımızda daima ilerlemek, daima en ileri gitmek, daima gelişmek akıl dışıdır, irrasyoneldir. Peki bir söylemin akıl dışılığı açıkken neden o söylem tüm coğrafyalarda yoğun biçimde propaganda edilir? Hayatın en önemli gücü olan dil ve kavramlaştırma pek tabi sermayeden bağımsız, onun ilgisinden vareste değildir. İnsanlıkta yaşamın dünya ile sınırlı olduğu, eğer bir cennet olacaksa onun da bu dünyada olacağı algısını oluşturmak için daima en ileri gitmek, daima en gelişmiş olmak gibi irrasyonel bir dil ile kapitalist bir anlayış kendisini tahkim etmiştir.
Gelişim-gelişmek kavramı yerine tekâmül-olgunlaşma kavramı ve onun anlam derinliği benimsenmiş olsaydı ne olurdu? Gelişim-gelişme kavramının oluşturduğu tam inanç ve yüksek motivasyonla insan yaşamın merkezine kendini koymuş, dünyaya hükmetme hakkını kendinde bulmuştur. Bu da varlık ve tabiatla uyum içinde yaşamak değil de varlığa, tabiata ve dünyaya hükmetme hırsını doğurur. Bu muhteris yaklaşım; çatışmacı, gücü, refahı, konforu önceleyen bir anlayış oluşturur. Gelişim kavramı insanın yapıp ettikleri ile sınırlı olduğunda bu durum sorunludur. Çünkü varlık dünyası insandan ibaret değildir. İnsanın, bazı varlıkları ve eşyayı sürekli biçimde geliştirmesi diğer varlıkların kendi sınırları içinde kalması varlığın bütün içindeki uyumunu yok eder. Eğer varlık dünyası topyekûn ve birbiriyle uyumlu biçimde gelişirse bir sorun söz konusu olmaz. Ancak bu da ontolojik olarak mümkün değildir. Çünkü varlıkların ve dünyanın sınırları vardır. Bu bağlamda topyekûn gelişme diye bir şey olamaz. Sınırları belirli bir dünyada insanın ürettikleri ile sınırsız ve sürekli gelişimi de bazı varlıkların olduğu gibi kalması bazı varlıkların gerilemesi bazı varlıkların da tükenmesi anlamına gelir. Buna karşılık tekâmül-kemal, olgunlaşma kavramında ulaşılacak bir hedef vardır. Olgunlaşmış varlık, ulaşılması gereken hedefe ulaşmış ve bir sonraki forma geçmenin eşiğindedir. Ve varlık genellikle bir sonraki forma geçerken köklü bir değişime uğrar. Buna karşılık gelişim-gelişme kavramı ise özellikleri, hassaları işlevlerini artırıp çeşitlendirerek çoğalarak değişir büyür ve gelişir. Ve kavram “gel-“ kök manasında ulaşılacak ideal ve sınırları belli olan bir hedef anlamı içermez. Dolayısıyla kapitalist mottoya uygundur. Daima ilerleme, daima gelişme söz konusudur. Yani tüm varlığın mütenasip biçimde gelişmesi mümkün olmadığına göre bu da bir kısmı gelişirken diğer kısmı gerileyen ya da yok olan çatışmacı bir dünya kurar. Teknolojinin durmaksızın gelişmesi, karbon salınımı, küresel ısınma, iklim krizi, suyun havanın toprağın geri dönüşümsüz olarak bozulması ve bu bozulmanın bazı türleri yok etmesi buna en belirgin örnektir. Ve biz tekâmül etmiş bir teknolojiden değil gelişmiş bir teknolojiden söz edebiliriz. Eğer tekâmül etmiş yani olgunlaşmış bir teknoloji dünyasından söz edersek bu hedefe ulaştığımızı bu hedefte kalmamız gerektiği yani gelişmenin bir noktada durması gerektiği anlamını doğurur. Bu da kapitalizmin bekası ile çelişir.
İnsanın sürekli konfor, hız ve haz sunan eşyalar geliştirmesi; bu eşyaları bir süre kullanan insanın artık yaşamını onlarsız idame ettirememesi, yoklukları durumunda bir yoksunluk hissinin doğması, bir travmanın gelişmesi bize rahatlıkla şunu düşündürür: İnsan kendi eliyle birtakım eşyalar geliştirir, bu eşyaları çeşitlendirir, daha sonra bunlarsız yapamaz, yani bunlara bağımlı olur. Bu durum bir çeşit tutsaklıktır. Yani sürekli ve daima gelişme dediğimiz şeyin ilk başta insana özgürlük sağlayacağını düşünebiliriz. Bu gelişmiş eşyaların bir an olmadığını düşündüğünüzde bunun bir gelişim değil aslında bir tutsaklık olduğu görülecektir. Dolayısıyla gelişim kavramın anlamında da çağrışımında da tutsaklık söz konusu değildir. Sonucunda ise yoksunluk ve bağımlılık söz konusudur. Buna karşılık tekamül-olgunlaşma kavramı yoksunluk, bağımlılık ve çatışma üretmez.
Çok gelişerek A noktasından B noktasına olağanüstü bir hızla ulaşabilirsiniz. Varlık dünyasının diğer unsurları aynı hıza ulaşacak gelişimi göstermezse bu durum adil olmayan ve çatışmacı bir durum ortaya çıkarır. İnsanın hızı artınca varlığa karşı tasallut ve tahakküm hız ve imkanları da artar. Bu da tüketimin ve sömürünün hızının da artacağı bunun doğurduğu tükenme ve yoksullaşmanın da hızının artacağı anlamına gelir. Bu çatışmacı durumun doğmasından başka aynı örnek üzerinden bir de şunu düşünebiliriz. Bugün uzun yolculuklarını uçakla yapan bir insanı aynı yolculukları artık karayoluyla yapmaya zorlarsanız bu travmatik bir durumdur. Çünkü bu durum bir gerileme, yoksunluk ve cezaya dönüşür. Bir saatte uçakla gideceği yere on iki saatte karayoluyla gitmek bugün için olumsuz bir durumdur. Ancak iki yüz yıl öncesi için aynı durum bir konfor ve ödüldür. Yani bir ayda yürüyerek ya da atla gittiği bir mesafeyi on iki saatte otomobille gitmek iki yüz yıl öncesi için bir konfor, ödül, büyük bir gelişmedir. Bu on iki saatlik yolculuğu bugün için ceza iki yüz yıl öncesi için ödül yapan şey nedir? İnsan tanımadığı, ulaşmadığı, kullanmadığı bir eşya, bir aracın yokluğunu ceza olarak görmez, bu durum bir travma doğurmaz. Ancak önce eşyayı geliştirir ve bunu ihtiyaç listesine eklediğinizde artık onun yokluğu bir cezadır. Yani henüz üretmediğimiz, ortaya koymadığımız gelişmelerin yoksunluğunu yaşamayız.
Aslında insanın sürekli gelişme arzusunun bir çeşit ölümsüzlüğü aramak olduğunu iddia etmek yersiz olmaz. İnsan; en konforlu, en güzel ve çok uzun bir yaşama ulaşmak iddiasıyla “daima gelişim” arzusunu dillendirir. Bu da bir çeşit ölümsüzlük motivasyonudur. Ancak ölümsüzlük mümkün olsa bile bunun tüm insanlığın ulaşacağı bir şey olmayacağı aşikardır. Türün tamamı için söz konusu olduğunda varlık dünyası, varlık dünyasının sınırları, imkanları buna olanak sağlamaz. O halde bazı insanların ölümsüz bazı insanların ölümlü olması söz konusudur ki bu da varlığın bütünü düşünüldüğünde çatışmacı, adil olmayan, içinde birçok düşmanlık nefret ve çatışma duyguları besleyen bir durum ortaya çıkaracaktır. Hülasa ölüm kavramının hakikatinin anlaşılmadığı bir zihinle yapılan kavramlaştırmalar sorunludur. Sağlamasını ölüm ve hakikatle yapmadığımız kavramlaştırmalar daima noksan ya da sorunlu olacaktır. O kavramlar üzerine inşa ettiğimiz yaşam da maalesef adil olmayan, çatışmacı, sorunlu olacaktır.
İçinde bulunduğumuz zaman itibarıyla artık gelişimin durması ya da yavaşlaması, bu kavramın yerini tekâmüle bırakması söz konusu değildir. Daha önce kullanılıp kullanılmadığını bilmediğim bir “makul gelişme” anlayışının söz konusu olamayacağı da aşikardır. Makul gelişme yani insanın ihtiyaçlarının makul düzeyde karşılanacağı ve tabiatla, diğer varlıklarla uyum içinde olacak bir gelişme anlayışı olarak anlaşılabilir. Bu bir çeşit hedef belirleyerek gelişme, yani olgunlaşma, tekâmül şeklinde anlaşılabilir. Geldiğimiz noktada gelişim hızına ayak uyduramayan toplumların döngünün dışına itileceği bir gerçeklik oluşmuştur. Buradan anlaşılması gereken şey kavramların zihin dünyamızı kurarken ne kadar önemli hatta en önemli şey olduğunu vurgulamaktır. Bazı türlerin azaldığı, bazılarının yok olduğu ve artık insan türünün de trajik bir sona sürüklendiği noktaya nasıl geldiğimizi anlamak bakımından kavramların anlam dünyalarına göz atmakta fayda olduğunu göstermek bakımından gelişim ve tekâmül kavramlarına dikkat çekmek istedim. Tabii ki gelişim yerine olgunlaşma, tekâmül kavramları kullanılmış olsaydı da yine benzer sonuçlara ulaşmak mümkün olabilirdi. Çünkü kelimelerin anlamları kök ek ilişkilerinden başka toplumun hayat anlayışı, insanların ihtiyaçları ve arzuları bağlamında da oluşur. Gelişim yerine olgunlaşma denilseydi de pekâlâ bu kavram gelişim anlamına gelecek biçimde de kullanılabilirdi. Ancak içinde bulunduğumuz yaşam gelişim kavramı ile daha iyi ifade edilirken tekâmül ya da olgunlaşma kavramıyla tam ifade edilemez. Çünkü adil olmayan, tükenen, çatışmacı bir dünya için tekâmül etmiş, olgunlaşmış diyemeyiz.
Kavramın kendisinden, tanımının doğruluğundan, çağrışımının olumlu oluşundan şüphe etmediğimiz gelişim kavramı da sorunlu birçok kavram gibi insanın, hayatı daha doğru ya da daha farklı biçimde anlamasını zorlaştırmaktadır. Tartışmasız kabul ile günlük dilden akademik dile kadar hayatımızın her aşamasını anlayıp ifade ederken kullandığımız başat kavramlar aslında bir çeşit ölçektir. Eğer ölçekleriniz-ölçüleriniz hatalı, kusurlu ise yaptığınız ölçümler, ulaştığınız sonuçlar da hatalı olabilir. Sürekli ve çeşitli biçimlerde mutlaklaştırdığımız kavramlar zaman içinde kavramsal putlara dönüşür. Bu da insanın kendisi için sürekli çeşitli tanrıcıklar üretmesi şeklinde anlaşılabilir. Aklı örten, zihni işgal eden ve insanı-insanlığı tutsak eden tanrıcıklardır kavramsal putlar.
Zihnimize yerleşmiş ya da zihnimizi teslim ettiğimiz kavramların hakikatle bağı üzerine düşünmek insanın hakikatle kuracağı ilişki bakımından son derece önemlidir.
Gelişim*
1. isim Gelişme işi.2. isim Serpilip büyüme.3. isim İlerleme, inkişaf, tekâmül.4. isim, tiyatro Aksiyon.
Gelişme**
1. isim Gelişmek işi, inkişaf, neşvünema, tekâmül, evolüsyon 2. isim Olan biten şey.
Tekâmül***
(tekâ:mül), Arapça tekāmul
1. isim, Olgunluk, olgunlaşma. 2. isim, Gelişim, gelişme 3. isim, biyoloji Evrim.
Gelişim.
1. Gelişme, serpilip büyüme, neşvünemâ
2. İlerleme, inkişaf, tekâmül.
Tekâmül : (ﺗﻜﺎﻣﻞ) i. (Ar. kemāl “tam olmak”tan tekāmul)
1. Olgunlaşma, olgunluk 2. Zaman içinde meydana gelen gelişme, gelişim, evrim http://www.lugatim.com/
****
Sadullah Paşa- Ondokuzuncu Asır Manzumesi
Kaleminize sağlık.
Kaleminize sağlık.
Yeni yorum ekle