Hamasetten Gerçekliğe Filistin

29 Mayıs 2021

 

                                                  Ölümü bekleyen masum bir çocuk;                                                                                              “çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?” diyordu.(Srebrenitsa 1995)

Koloniyi şöyle hızlıca bir dolaştıktan sonra, kış için gerekli yiyeceklerinin olup olmadığının hesabını yaptı. Lakin kışın sert geçmesi durumunda hayatlarının pek de iç açıcı olmayacağını düşünerek hüzünlendi. Ancak önemli olan koloninin varlığını korumaktı,  bunu da nasıl olsa başarabilirlerdi. Kış bütün azametiyle kendini gösterdiğinde, ana arıyı korumak adına bal arıları bütün güçleriyle çalışıyorlardı. Dışarının sıcaklığı ne olursa olsun ana arı oda sıcaklığında yaşamalıydı. Ancak, bütün bu gayret daha fazla bal tüketimi demekti. Muhasebeci arı yeniden hesap yapmak için havalandığında, mevcut stoklarının kış için yeterli olmayacağını fark edip, bunu arkadaşlarına açıklamak zorunda kaldı. Koloninin bekasını kendi hayatlarından üstün tutan bir grup bal arısı hiç sorgulamadan kendilerini feda ettiler. Bal ve arı dengesi korununcaya kadar bu süreç devam etti. Sadece çalışma hayatları ve ürettikleri ballar ile değil, aynı zamanda sosyal yaşamları itibariyle mucizevi canlılar olan bal arıları muhtemelen Filistinlilere de ilham kaynağı oldu.

1948 yılı Filistinliler için bir dönüm noktasıydı. Artık kışlar daha soğuk yazlar daha sıcaktı. Hayatta kalabilmek için normal insanlardan daha fazla enerji harcamak zorundaydılar. Ama asıl olan, bu topluluğu ayakta tutabilmekti. Arıların ana arıyı korudukları gibi, onlar da imanlarını ve inançlarını korumak zorunda olduklarını fark ettiler. Bunun elbette ki bir bedeli vardı. İlk başlarda pek anlamlandıramasalar da bu bedeli ödediler. Lakin her geçen yıl bu bedel ödenmeden var olamayacaklarının farkına vardılar. Sonra, beşikteki bebekten, yatalak ninelere kadar herkes kendilerini ayakta ve diri tutan davaları için sorgusuzca ölüme yürüdü. Her şehit, bekanın teminatı oldu. Dava artık yaşayanlarla değil uğruna can verenler ile ayakta durmaya başladı.

Muhasebeci arı koloniye verdiği her kötü haberde ballarını gasp edenlere lanet okuyordu. Keşke yeterince balları olsaydı da kışı rahatça geçirebilselerdi. Zaten o balları kendi hayatlarını idame ettirmek için yapmışlardı, başkaları alıp yesin diye değil ki. Zorlu bir kışın ardından gelen kurak bir yaz da arılar için yıkım olmuştu. Ana arı her ne kadar peteklere yumurta bıraksa da yeni yavrulara yeterince bal sağlayamayacağını düşünen arılar bu yavruların hayata gözlerin açmasına müsaade etmediler.

İsrail her geçen yıl kendine ait olmayan toprakları işgal ettikçe Filistinliler daha zor günlere doğru sürükleniyordu. Kaybettikleri her toprak parçası canlarını ve ruhlarını da beraberinde götürüyordu sanki. Topraklarıyla birlikte nüfusları da azalmaya başladı. Hayata küsen Filistinliler çoğalmaya karşı da inançlarını kaybetti.

Bu anlaşılmaz hayata gözlerini açan her yeni nesil, geçmişin özlemi ile değil geleceğin umuduyla yaşamayı öğrendi. Bu da Filistinlileri her nesilde daha gerçekçi yaptı. Birinci intifada başladığında yedisinden yetmişine her Filistinli taş ve sopa ile tam otomatik silahlara karşı direnişe geçti. Onlar da farkındaydı taşla savaş kazanılmayacağının. Ama inançlarını korumanın başka yolu yoktu. Gerçeklik ile duygusallığın bu kadar barışık olduğu başka bir ortam bulmak gerçekten çok zor. Filistinli bu başardı.

Her intifada hareketi veya İsrail’in her savaş girişimi Filistinleri daha da hayata bağladı. Vakti geldi, gözlerini kırpmadan hakka yürüdüler, vakti geldi hayatlarını idame ettirmek için hem ülkelerinde hem de dünyanın dört bir tarafında canla başla çalıştılar. Her türlü kültürel, siyasi ve ekonomik faaliyetlerini daha profesyonelce yürütmeyi öğrendiler. Muhafazakârlar, laikler, sosyal demokratlar arasındaki siyasi görüş farklılarına rağmen, ayakta kalabilmenin şartları, toplumsal tabanda bir karşılık bulmuştu.

Bu gerçekliğin farkındalığı intifada hareketiyle birlikte hayatın her aşamasında olduğu gibi nüfus dengesinde de kendini göstermeye başladı. Nüfusları artık azalmıyor, bilakis küçük küçük de olsa artıyordu. Hayat onlara sadece ölmeyi değil doğmayı da öğretmişti. Çocuklarının geleceğini düşünerek korkuya kapılmıyorlardı artık. Anneler her şehit çocuğunun yerine birkaç çocuk sahibi olması gerektiğini öğrenmişti. Bir taraftan mezarlarda hüzün gözyaşları dökerken, diğer yanda her doğan çocukla sevinç gözyaşlarını tutamadılar. Ağlarken gülmeyi, ölürken dirilmeyi öğrendi Filistinliler.

Koloni hayata uyum sağlamak ve güçlü olmak adına daha sık ana arı değiştiriyordu. Yeni ve taze bir bahara gözlerini açtıklarında ana arı daha fazla yumurta bırakarak kısa zamanda yeniden güçlenmeyi başardı. Bu kışı daha rahat geçirebilmek adına daha fazla bal yapmaları gerekiyordu, öyle de yaptılar. Kendilerine dair her şeyi mucizevi bir akılla organize etmelerine rağmen, insanoğlunu anlamak hususunda hiçbir yetenekleri yoktu. Kendilerine kalmayacak ballar için canla başla çalıştılar. Kış geldiğinde yine aynı sorun bu defa daha büyük şekilde kendilerini bekliyordu.

Başta Gazze olmak üzere bütün Filistinli yerleşim yerlerinde, iş yerleri, konutlar, tarımsal alanlar, üretim merkezleri hummalı bir şekilde kurulmaya devam etti. Evlerinin başlarına yıkılacaklarını bildikleri halde çalışmaktan vazgeçmiyorlardı. Vakti gelen her genç evlenip nüfuslarını arttırmanın hesabını yapıyordu. Bu inanç çok hızlı bir şekilde günlük yaşam tarzından, nüfuslarına kadar her alanda kendini gösterdi. Günümüzde doğurganlık oranı Filistin Merkezi İstatistik Bürosu’na göre Gazze’de yüzde 3,9 Batı Şeria’da 3,8’lerde. Nüfus artış hızları ise ortalama yüzde 2,5 civarındadır. Buna karşılık Yahudilerde nüfus artış hızı 1,6 civarında. Kaldı ki bunun yaklaşık yüzde 15-20’si de yurtdışı göçmenlerden oluşuyor. Toprakları azalmasına rağmen nüfuslarının azalmasına müsaade etmedi Filistinliler. Elbette ki vakti gelir oğul verip yeniden dört bir yana dağılabilirlerdi. Lod şehrinde olduğu gibi.

Filistinliler dini ve sosyal her türlü motivasyon kaynağı ile ayakta durmayı başardılar. Onları korkutan Yahudiler değildi, Yahudilerle işbirliği yapıp kendilerini yalnız bırakan akrabalarıydı. Bu sisli ve hain ortam onlara yine üstesinden gelinmesi güç bir kış yaşattı. Aslına bakarsanız bazı Arap ülkelerinin İsrail ile uyum sürecine girmeleri Filistin davasını uluslararası alanda daha geniş bir tabana taşıdı. Zaten sadra şifa olmayan bu ülkelerin tarafını net olarak ortaya koyması, Filistinlileri büyük bir yükten kurtardı ve davalarını insani boyuttan anlatabilme fırsatını buldular. Bugün dünyanın hemen her tarafından siyasiler, entelektüeller, gazeteciler, sanatçılar ve halklar Filistin halkının yanında olduklarını ifade etmekten çekinmiyorlar. Siyasi otoriteler bu kadar cesur olamasalar da onlar da yakın bir zamanda bu sürece katılacaklar.

Diğer taraftan bunca varlık mücadelesi içinde Filistinliler yurt dışında dost bulmanın her yoluna başvurmuş durumdalar. Büyükler "kendisi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede" derler ya. Filistin’de bu böyle olmadı. Onlar yetişmiş insan kapasitesi ile dünyanın dört bir tarafında insanlara yardım elini uzattılar. Bilgilerini ve ekmeklerini onlarla paylaştılar. Filistinli doktorlar ve teknik kadrolar Afrika, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’da insanların dertlerine derman oldular ve bu esnada da sessizce kendilerinin kim olduğunu anlattılar. Filistinlilerin PİCA (Palestinian international Cooperation Agency, http://pica.pna.ps/ ) isimli bir kalkınma yardımı kuruluşları var erinmeyin sitelerine girip bir inceleyin.

Yaşadıklarının bir insanlık sorunu olduğunu bütün dünyaya anlatmaya başlamaları, Filistin davasını yeni bir aşamaya taşıdı. Soykırıma uğramış Afrika toplumları, zulme uğramış Amerika ve Asya toplulukları din, dil ve ırk ayrımı olmaksızın ortak bir mağduriyet paydasında birleşmeye başladılar. Bu yüzden Cezayir, Pakistan, Güney Afrika Cumhuriyeti ve birçok ülke Filistinlilerin acısını hep yüreklerinde hissetti. Kendilerini yalnız bırakan akrabalarına inat, onlar davalarını uluslararası alanda bir insanlık dramı ve soykırım söylemi üzerinden dillendirmeyi başardılar. Kim bilir belki bu soykırımı yapanlar gün gelir Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanırlar.

11 günlük acımasız savaşın ardından Gazze’de 66’sı çocuk olmak üzere 248 kişi öldü, BM’ye göre 260 Filistinlilere göre 2000’den fazla ev yıkıldı. Binlerce kişi yaralandı, on binlerce kişi sokaklarda kaldı. Ama buna rağmen sözde ateşkesin sağlanmasının hemen akabinde Gazzeliler “zafer” naralarıyla sokaklarda yürüdüler. Buna karşılık İsrailli siyasiler Netanyahu’yu başarısızlıkla suçladılar. Hayata bakış açısındaki bu farkı yakaladığımızda geleceği daha net görebileceğiz.

Filistinli kimdir? Kutsanmış insanların kaderine engel lanetliler mi? Kardeşleri tarafından yalnız bırakılan bir yetim mi? çocuk yaşında sokakta kalmış yetimin çöpten yemek devşirmesini kimimiz kınadık, kimimiz acıdık. O an en vicdanlımız başını okşayıp cebimizdeki madeni paralardan verdik ve gururlandık. O çocuk artık delikanlı oldu. Sokağın raconu ona ne öğrettiyse o şekilde yaşamaya başladı. Bu vakitten sonra bu raconu sorgulamaya da hakkımız yok sanırım. Onlar kendi aralarındaki uzlaşmazlıklara rağmen ayakta kalmayı başarıyorlar. Birçok devletin, baş edemeyeceğini düşünüp boyun eğdiği bir ülke ile mücadelenin kolay olmadığını hepimiz biliyoruz.

Filistin’de barış olmayacak, sadece dönemsel çatışmasızlıklar yaşanacak. Ancak abluka altındaki Gazzeliler, kontrol altındaki Batı Şerialılar makul bir uzlaşma zemini olması durumunda buna hayır demeyeceklerdir. Zira her savaş döneminde farkı uluslararası dengeler ve ülkeler aktif hale geliyor. Her dönem değişen denge ve aktörlere uyum sağlamak hakikaten çok zor. Filistinliler kendi yaşamsal değerleri çerçevesinde buna da uyum sağladılar.

Bugün Filistin’i birinci intifada hareketinde ölümü, korkuyu, zulmü ensesinde hisseden çocuklar yönetiyor. Onlar çocukların küçük kurşunla öldürülmediğini biliyorlar artık.

Son ve en önemli husus olarak, bu zorlu süreçte Filistinlilerin yanında olan Türkiye’nin onurlu davranışı bütün dünya için örnek olmaya devam edecektir.

 

 

 

ERHAN

Müslümanların ilk Kıblesi ve İsra - Miraç Mucizesinin geçtiği mukaddes yer olan Mescidi Aksa’ dan dolayı Filistin biz Müslümanların kalbinde özel bir yere sahiptir. Son 100 yıldır bazen düşük yoğunluk bazen yüksek yoğunluk da dünya gündeminde olan Filistin aslında merhum İslam Komutanı Selahaddin EYYÜBİ ile beraber coğrafya ,ırk ve mezhep ayrımı olmadan mukaddesata duyarlı bütün Müslümanların hafızasına 1187 den beri yerleşmiş bir ülkedir .
Cennet mekan Sultan Abdulhamit’ in Filistin için takındığı takdire şayan tavır ile beraber İsrail’i tanıyan ilk ülkeler arasında Türkiye’nin olması izahı mümkün olmayan acı bir gerçektir.
Bütün zorluklara (Filistinli ihanet şebekeleri , yoksulluk , ambargo ve her an ölümle beraber olmak vb) rağmen Filistin’liler Araplar arasında en eğitimli ve kültürlü insanlar olarak bilinirler.
Son yıllarda farklı iki yapı olarak kendilerini idare eden hükümetler mevcut olsa da Modern bir DEVLET için gerekli yapılanmayı gerçekleştirmiş olmaları takdir edilecek bir durumdur.
Ali beyin her yazısında konu ile ilgili tarihsel gelişim ve genel değerlendirme dışında yeni bir bilgi ediniyoruz , kendilerine müteşekkiriz.
İtiraf etmek gerekirse Filistinlilerin PİCA (Palestinian international Cooperation Agency, http://pica.pna.ps/ ) isimli bir kalkınma yardımı kuruluşunun varlığını ilk defa bu yazıda öğrenmiş oldum . Erinmeden sitelerine girerek inceledim .Bir çok imkana sahip devletin yap(a)madığı yardım çalışmalarını yapıyorlar MaşaAllah.
Filistin’li kardeşlerim :Yolunuz açık olsun, Allah (cc) hedeflerinizi tez zamanda gerçekleştirmeyi nasip etsin.

Cu, 08/06/2021 - 15:17 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 274 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.