Kibele’nin Evlatlarında Anadolu’nun Ruhu

18 Nisan 2024

Eşimle, görmediğimiz illeri ziyaretimiz kapsamında, geçen yaz Ahlat’a doğru bir yolculuğa çıktık. Navigasyon ile trafik levhasının çatıştığı bir noktada, yolun sol tarafında bulunan benzin istasyonu çalışanlarını hakem yapmanın doğru bir davranış olacağını düşündük. Dışarıda kimseyi göremeyince içeri girip “kimse yok mu?” diye birkaç defa seslendim. Derinden bir “geliyorum” sesi işittik. Yaşlılığa çeyrek kala hayatın çilesini sırtına yüklediği her halinden belli olan beyefendiye, İçinde bulunduğumuz kararsızlığı anlatınca,  kendinden enim bir ifadeyle “sağ taraftan gitmelisiniz” dedi. Akabinde kısmen buyurgan bir tavırla “çay içersiniz değil mi?” teklifini reddetme lüksümüzün olmadığını anladık, “çok iyi olur” deyiverdik. Suya ve sabuna hasret iki bardakla gelen kaçak çayı, şekersiz ve kısmen aç karnına içmek biraz zorlamış olsa gerek ki, ikinci bardak teklifine buyurgan “hayır” ifademiz bu defa da bizi kurtarmış oldu.

“Eskiden olsaydı buralardan geçemezdiniz bile. Dağın arka tarafında askerler bu tarafında da devletin terörist diye tanımladıkları vardı. Karakollardan hangisine ne anlatabilirdiniz emin değilim ama bizim buralardan olmadığınız için öbür tarafa geçme şansınız yoktu. Hoş belki buraya kadar bile gelemezdiniz.” Uzun bir sohbetin kapılarının açıldığı belliydi. Suyun akışını belirleme babından küçük sorularla yönlendirmelerde bulunmak sanırım ikimizin de işine geliyordu. “Eskiden buralarda hep Ermeniler yaşarmış, otuz bin kişilik Ermeni mezarlığı üzerine toplu konut yapılınca onlardan geriye bir şey kalmadığı düşünüldü. Tehcirde bile gitmeyen bu insanlar sence nereye kayboldu?” karşımdakinin kim olduğunu anlamış olmanın verdiği rahatlıkla hafifçe tebessüm ettim. Artık daha rahat, yok yok daha pervasızca konuşmaya başlayınca, biraz önce ziyaret ettiğim Ahlat ve Malazgirt’i yeniden düşünmeye başladım.

Anadolu toprakları vefakâr ve fedakârca binlerce yıldır kimlere analık yapmıştı. Analar çocukları arasında ayrım yapar mıydı acaba? Bir avuç toprağı elime alıp savurdum Malazgirt ovasında, her zerresinde bir başka yaşanmışlık vardı. Uçuşan her bir tanecik havada ahenkle savrulduktan sonra, yine analarının kucağına düşüyordu. “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı” der gibi çocuklarını bağrına basmıştı ana. Sonuçta en nankör olanını bile o beslemiş, büyütmüştü.

Tarih bu topraklarda kimlerin yaşadığına dair geçmişin dehlizlerinde nerelere kadar gidebilir bilmem. Hattilerden Perslere onlarca medeniyete, ırka, dine, dile ve kültüre ev sahipliği yapan Anadolu, sabırla her türlü arzu, tutku, kin, nefret, gözyaşı, kan ve aşka şahitlik yaptı. Akan her gözyaşı ve kan toprağı çamur yapıp ilmik ilmik işledi. Her gelen bu çamur üzerine inşa etti varlığını. Kimse kimseyi yok sayamazdı ve saymadı. Luviler nasıl zeytinyağı çıkardılarsa herkes aynı şekilde yağ yaptı. Hititler çömleklerde hangi yemekleri yaptılarsa hala aynıları yapılmakta. Binlerce yıllık tarihin izleri bu topraklarda ilk günkü sıcaklığı ile yaşıyor. Göbeklitepe, Nevali Çori, Arslantepe, Çatalhöyük gibi adını sayamayacağımız kadar çok yerleşim yerine dair ne varsa hepsi Anadolu’nun ruhunun bir parçası. Beden ölür ama ruhlar yaşar.

Acının ve sevincin gözyaşlarıdır bir bedeni öldürüp, yeni birinde vücut bulduran. Kimse aldırış etmez aldığı mirası sonrakilere aktarma hususunda. Lidyalılar veya Persler hangi ideolojik söylemle devletlerini yönetmişti acaba? Pers ve Roma’yı etkileyen Mitra gibi sırlara bürünmüş yapılar kim bilir kaç medeniyetin gizemlerinden etkilendi. Pagan ya da semavi dinlere mensup bütün insanlara kanat geren Anadolu’nun ruhunda ve belleğindeki hazineleri cesurca kabullenme zamanı gelmedi mi? Bu toprağın insanları, kendilerini gizleyerek başka kimlikler altında yaşama eziyetinden kurtarılmalı.

Vaktiyle Makedonya’da çok sevdiğim bir belediye başkanından övgüyle bahsederken, İlhami abi “aranızda böylesi bir bağın oluşması gayet normal, zira Robert Bey aslen Türk’tür” dedi ve ekledi, “geçmiş zaman tabi, ailesi baskılara dayanamayarak Hristiyan olmak zorunda kaldı. Ama onlar hiçbir zaman Türk olduklarını unutmadılar.”

Kimi zaman doğal bir süreçle kimi zaman da baskıyla yapılan kimlik değişikliklerini toplumsal hafıza asla unutmaz. Vakti geldiğinde bunu açıkça ifade edip geçmişe dair hesap sorma fırsatını da arar durur. Toplumların böylesi bir travmayla yaşaması, geçmişe dair hikâyelerin unutulacağını düşünen tarihçiler ve yöneticilerin ahmakça bir avuntusudur. Gün gelir birileri bu hikâyelerin yerine yenisini yazar ve ruhunuzdan esinlendiği bir senaryoyu size oynatmaya başlar. Ya da gerçekçi olalım bu senaryolar aslında hep oynanıyor. Seyircilerin bireysel belleklerinin faniliğidir senaristleri mutlu ve başarılı kılan.

İran, Filistin meselesinden dolayı İsrail’e düşük tempolu bir hava saldırısı düzenleyince, insanlar heyecanlanıverdi. Pers aklıyla yönetilen bir İran’ın aynı kaynaktan beslenen sözde Batılı düşmanlarıyla kötü olabilme ihtimalinin olmayacağını ifade ettim dostlarıma. Sözde İslam devrimi sürecinde bile İslam’la alakası olmayan İran devlet aklının temelini oluşturan Mitra gibi ezoterik yapılar, bu günkü Batılı global devlet aklının da temeli oluşturur. Binlerce yıllık senaryoların birkaç on yıllık fragmanlarına bakarak filmin gelişimini tahmin edebilme ihtimalimiz çoğumuz için mümkün değil. Bir fragman tadındaki hayatımızda sorunları teşhis edebilme imkanımız yok. Bunlar sürdürülebilir yaşanmışlıklardır. Her nesil kendinden sonrakine bayrağı teslim eder. Tabi taşıyacak bir bayrağınız varsa.

Anadolu analık yaptığı her evladına sahip çıktı ve çıkacak. En yoldan çıkmışlarını bile analık içgüdüsüyle sinesinde saklayarak bu günlere taşıdı. Böylesi bir gerçeği içi boş yanılsamalarla örterek sırra kadem bastırma gayreti avare bir çabadır. Kendilerince gerçeğin bilgisine sahip olan ezoterik yapılar ve yancıları Anadolu gerçeğinin farkında olarak hareket ediyorlar. Bugün kendini hâkim kültürün bir parçası olarak tanımlayan insanların ruhlarında gizledikleri hakikatleri bilenler, Anadolu’nun gerçek hükmedicileridir. Hamaset her daim bu toprakların afyonu oldu.

Kibele’nin ruhu bu topraklara can veren bütün medeniyet ve dinlere ilham vermeye devam ediyor sanki. Tanrıların çocuklarından güneşin müritlerine, ışığın evlatlarından doğanın yarattıklarına, Baba’nın oğlundan Yaratıcının kullarına kadar geniş bir yelpazede yaşar Anadolu insanı. Ancak bugün kimin ne olduğunu kimse bilmez. Saklanmak korunma mı yoksa aldatmaca için mi? kimden niye korunuyoruz ya da kimi ne için kandırıyoruz. Kendi olmaklığının farkında bir Ermeni’nin, muhafazakâr kılıklı bir dolandırıcı gibi gezmesi ona mı yoksa diğerlerine mi eziyet? Robert gibi kaç insan yaşıyor içimizde acaba?

Kitleselleşen dünya, yanılsamaların üstündeki külleri üflemeye başladı. Anlamlandıramadıkları gerçeğin peşinden koşan insanlar üvey evlatlıktan çıkmak başvurusunda bulunuyorlar. Küçük azınlıkların gizemli bilgileri ifşa edilmeye başlandı. Kim olduğunu sorgulayan herkes Kibele’nin dizlerinin dibinde sözde hakikati arayacaklar. Bırakalım insanlar kendilerini bulsunlar. Ne kendimizi ne de bir başkasını kandırma zahmetinde bulunmadan kim olduğumuzu haykıralım. Birlikteliğin gücü hamasi duygulardan değil gerçeklerden beslenir.

Kültürleri ve dinleri ideolojik bir sınıf çatışmasına dönüştürmeden kabullenebilme yeteneği Anadolu’nun gücüdür. Göbeklitepe’yi veya Zerzevan Kalesi’ndeki Mitra tapınağını vaktiyle bu topraklarda yaşamış medeniyetlerin nostaljik unsuru olarak görmek yerine, günlük hayatımızdaki tesirlerini anlamalıyız. Türkiye’de devlet aklı seleflerinde olduğu gibi bu farkındalık ile hareket eder. Kültür, bilim, sanat ve edebiyatta kabullenmeye başladığımız bu farkındalığın, devlet aklının tecellisi olarak siyaset arenasında vücut bulması çok uzun zaman almayacak gibi.

Anlatmaya çalıştığım şey yeni bir düzenin tesis edilmesi değil, hali hazırda yaşadıklarımızın cesurca ifade edilmesidir. İkiyüzlü bir yaşanmışlığın korkusuzca ifşası sadece hamaset sahiplerini ve düzenbazları üzer. Toplumun yüzlerce yıllık yanılsamasının yol açtığı travmaların nasıl tedavi edileceği yine bu toplumun belleğinde saklı.

Macar Turan Vakfı Başkanı András Bíró’yla bir akşam Budapeşte’deki evinde çay içerken, “ben kimim?” diye sordum. Muhteşem bir antropolog olduğunu düşündüğüm dostum “Toroslarda yaşayan yörüklerdensin” dedi. Yanımdaki arkadaş da aynı soruyu sorunca, “kabullenmekte zorlanacağın bir cevabı duymasan daha iyi olur” dedi. Kıymetli dostumun kim olduğu beni hiç ilgilendirmedi, ben onu hep sevdim. Her insan için “insan” olabilme durumu söz konusu ise gerisi beni neden ilgilendirsin ki.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 256 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.