Prof. Dr. Nur Vergin'in Ardından

24 Ocak 2021

Nur Vergin Hocamıza Allah rahmet eylesin. Çok iyi yetişmiş, kültürel sermayesinin hakkını veren, saygıdeğer, fikri olgunluğa sahip gerçek bir entelektüeldi.

Nur hocamızın vefatı beni şu üç konu üzerinde yeniden düşünmeye sevk etti. İlki; biyografi yazınımızın zayıflığı. Biyografi ya da öz yaşam öyküsü. Bu noktada ad önemli değil. Önemli olan, yakın ya da uzak tarihte yaşamış bir şahsiyetin hayatını, ulaşılabilecek en dip belgelere, kayıtlara kadar inerek tespit etmek ve bunları sistematik bir düzen içinde yazıya geçirmektir.  Herkes tarihimize, geleneklerimize, ecdadımıza önem vermemiz gerektiğini söyler. Söyler ama nedense iş yakın ya da uzak geçmişte yaşamış kaç kişi hakkında kaç biyografik eser yazılmış olduğunu sorgulamaya gelince karşımıza çıkan tablo başımızı önümüze eğdirecek cılızlıktadır. Yazılmış olanların hepsi değilse de ağırlıklı bir kısmı ise başka kaynaklarda yazılmış olanların yinelenmesinden, derlenmesinden ibarettir. Bu tablonun insanı üzen yanı ilk kaynakta sehven ya da kasten hatalı olarak kayda geçirilen bir malumatın on yıllar hatta yüzyıllar boyu herhangi bir denetime tabi tutulmadan günümüze kadar yinelenip durma olasılığının yüksekliğidir. Bilim, kültür, düşün, sanat, yayın, siyaset ve benzeri alanlarda özgün söz söylemiş, eser bırakmış, olayların akışında müdahil olmuş nice insanımızın ardından bakıldığında onları bize derinlemesine tanıtacak ne kadar az veriyle baş başa kaldığımızı acıyla fark ediyoruz.

Yakın çevrenin zihnindeki birkaç anı kırıntısının o yakınların kaybı ile unutulup gideceğini düşününce hayıflanmamak elde değil. Misal, Nur Vergin hocamızın vaktiyle bir gazetede yayımlanan kendi beyanına dayalı hayat hikayesi dışında elimizde ne kalmıştır? Misal; Prof. Dr. Erol Güngör hocanın Temmuz 1982’de Selçuk Üniversitesine Rektör olarak atanması üzerine Konya’da kurmayı planladığı Sosyoloji Bölümüne aldığı elemanlar arasında Mahir Kaynak, Mümtaz’er Türköne, Vedat Bilgin, Mualla Türköne (Kavuncu)’nun yanı sıra Nur Vergin hocamız da vardır. Ama onun Selçuk Üniversitesindeki bu dönemi ne onun belleğinde yer etmiştir ne de vefatından sonra yayınlanan yaşam öyküsünde konu edilmiştir. Belleğinde yer etmediğini, 2001 yılında kendisine söylediğim “Selçuk Üniversitesinde halef selef olmuşuz” sözüne karşı “ben orada hiç çalışmadım” demesinden çıkarmaktayım. Evet, biyografiler önemlidir. Geçmişte yaşananlara, kültüre, ecdata saygının yansıdığı yerlerden biri de biyografilerdir. Sosyolojik bilgi üretimi ortalamaları tespite yarayan yapısallaştırılmış, yarı yapısallaştırılmış ya da yapısallaştırılmamış araştırma verilerinin ötesinde sistematize edilmiş biyografik araştırmalarla da gerçekleşir. Biyografi yazma tarihçi ya da edebiyatçının, gazetecinin yanı sıra belki onlardan daha da çok sosyologların alanına girer. Bu paragrafı genç bir sosyoloğumuzun Nur Vergin hocamız için bir biyografi yazma uğraşısına girmesi dileğimizle bitirelim.

Nur Vergin hocamızın vefatının beni üzerinde düşünmeye yönelttiği ikinci konu Sosyolojinin Ne’liği ile ilgilidir. Nur hocamızın ardından onun bir Siyaset Sosyoloğu olduğu söylendi. Bu noktada itirazımı yapacak ve Nur hocamızın siyaset sosyoloğu değil makro seviyede toplumsal yapımıza ve bu yapının değişimine yönelik kavramlaştırma ve çözümlemeler yapan bir sosyolog olduğunu ileri süreceğim. Onun çalışmalarını, daha da isabetlisi zihninin içindeki kavramsal bütünlüğü siyaset kurumunun dar sınırları içine yerleştirmeye çalışmak ne onun sosyolojideki sözünün ne de sosyolojinin ne olduğunun bilindiğini gösterir. Nur hoca kurum olan siyaset ile değil fakat polity olan siyaset ya da devlet ile ilgilendi. Bu nedenle de Ereğli’de sosyal gerçekliğe yapısal işlevselci yaklaşım içinden bakan Mübeccel Kıray hocanın gördüğünden daha farklı bir sosyal yapılanma gördü. Bu yapılanmanın günümüzde “sosyolojiler” denen bütünselliklerin interseksiyonalitesiyle bağlantısı üzerinden Ereğli özelinden hareketle Türkiye toplumu profili çizebildi. Tabii bu noktada yurt dışında, kendi imkanları ile dahi olsa doktora yapan akademisyenlerin tezlerinin Türkçe’ye kazandırılmamasının ne denli vahim bir ilgisizlik ve basiretsizlik olduğunun da altını çizmekte fayda vardır.  

Nur Vergin hocamızın kaybı dolayısıyla paylaşmayı istediğim üçüncü konu doğrudan onun sergilediği şahsiyetiyle ilgilidir. Bilindiği üzere sosyolog Pierre Bourdieu ekonomik, sembolik sermayelerin yanı sıra bir de kültürel ve sosyal sermayeden söz eder. Kendi kelimelerimle kültürel sermaye bize ekilen sermayedir; ailemizin, sosyal çevremizin şart ve aktörlerinin, eğitim sürecimizin, yaşadığımız kentlerin bize ektiklerinden oluşur. Sosyal sermaye ise tüm bu sıraladıklarımın içinde akıp gittiği kurumsallaşmış ilişkiler ağıdır. İşte Nur Vergin hocamıza bu kavramlar ışığında baktığımda onun için “kültürel sermayesinin hakkını veren" bir şahsiyetti diyebiliyorum. Evet, kültürel sermayesi o kadar güçlü idi ki sosyal sermayeye minnet etmedi. Yineliyorum: Minnet etmedi. Onurlu bir kadındı. Kurumsal ilişki ağlarını kullanarak kendini var etmeye, sunmaya ve bu ağın meyvelerini toplamaya hiç ama hiç tenezzül etmedi. Dimdik durdu. Onu çok iyi anlıyorum.  

Not: Kültürel ve sosyal sermaye kavramları için Pierre Bourdieu’nun kitaplarının yanı sıra şu değerli çalışmalara da bakılmasında fayda vardır:

Şan, Mustafa Kemal (2007) “Bilgi Toplumuna Geçişte Sosyal Sermayenin Taşıdığı Önem ve Türkiye Gerçeği” Journal of Knowledge Economy and Knowledge Management. vol.2. Spring.ss.70-95.

Yarcı, Selman  (2011) P.Bourdieu’da Sosyal Sermaye Kavramı” Akademik İncelemeler Dergisi cilt 6. Sayı 1.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 430 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.