Kıyamet öncesi ya da kali yuga… Sanki sona yaklaşıyoruz, üstelik en baştan beri olan biteni bilerek. Bilemediğimizi de tahmin ederek.
Hani diyor ya şair:
“…her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat
her şeyi gördüm içim rahat…”
Korona ile başlayan ve son olanın bir öncekini arattığı büyük hadiselere şahit olduk. Bir çeşit “tuhaf zamanlardayız”. Sanki bir Çinlinin bedduasıyla başladı her şey. Uzun süre bir distopyada yaşadık. Belirsizliğin kol gezdiği tuhaf zamanlardı. İnsanlık tarihinde pek örneği olmayan zamanlar. Sonra 6 Şubat depremleriyle sarsıldık. Bu da insanlık tarihinin en büyük afetlerinden biriydi. Bitmedi. Sonra 7 Ekim 2023 ile insanlık tarihinin en korkunç soykırımına şahit olduk. Canlı yayınla soykırım izledik ve dünya bu sırada kör, sağır ve dilsiz oldu. Dünyada az sayıda vicdanlı insan çok sayıda zalim olduğunu tekrar gördük.
Her birinde daha çok anlamaya çalıştık. Ancak cevabını bulamadığımız, bilemediğimiz her soruya “Hayat işte” diye cevap verdik. Ölüm aramızda kol gezdi ve biz ısrarla onu görmezden geldik. Aslında sağlaması ölümle yapılmamış tüm tanımlamaların kusurlu olduğunu bilmemiz gerekirdi. Elimizde kusurlu tanımlar olduğu için her hayat sahnesi kapımıza irili ufaklı travmalar bırakıp gitti.
Korona ile dijital teknolojinin aslında bizi ne kadar kuşatmış olduğunu tecrübe ederek görmüş olduk. 1950’lerden itibaren yapay zekâ alanında yapılan çalışmaların artık hayatımıza yön verdiğini fark ettik. Akademik makalelerden, şarkılara; tasarımlardan robotlara kadar her alanda yapay zekâ kendini ürkütücü biçimde gösterirken biz yine bize mahsus tuhaflıklarla boğuştuk. Bir büyük tarikatın postunun dört mahdum arasında çekiştirilmesine şahit olurken, diğer büyük bir tarikatın “hısım şeyhinin” altından postu “hasım bir hoca”nın çekmeye çalıştığını gördük. Bir başka büyük bir cemaatin “kıyamet kopsa destek olmayacağı bir partiyi” alenen desteklediğine ve 23 yıllık iktidarın ilk kez bir seçimde ana muhalefetten az oy aldığına şahit olduk. Halbuki bu “mübarekler” bize uzun uzun nefis terbiyesinden, mahviyetten, uzletten, çileden bahsederek şöhret bulmuşlardı.
6 Şubat 2023’te 11 ilimiz yıkıldı ve ülkede yetkili-sorumlu kimsenin istifa etmediğine şahit olduk. Kusurlu bir “kader” anlayışının gelip tüm sorumluları kurtardığını gördük.
7 Ekim 2023’ten sonra dünya bambaşka bir yer oldu. İnsanlık ilk kez canlı yayında bir soykırım izledi. Dünyada az sayıda iyi insan itiraz etse de seslerini yükseltse de çığlık atsa da bu soykırıma hiçbir şey engel olamadı. Çünkü her şey kalabalıkların rızasına göre şekillenir bizim dünyamızda.
Kalabalıkların rızası… Tanrı, postundan indirilip meşruiyetin kaynağı kalabalıklar olduğundan beri büyük sermaye sahipleri kalabalıkları razı etmenin çok kolay ve çok çeşitli yollarını icat etti. En verimli olan da renkli ekran oldu. Diziler ve eğlence programları en alttan en üst zekâ düzeyine kadar herkesin kavrayabileceği bir algılaya hitap etti. Böylece zekâ ortalaması alt seviye oldu. Eğer sadece nitelikli insanlara hitap edilecek olsa reytingler düşeceğinden televizyonlar reklam alamaz ve iflas ederdi. Üstelik yığınlar daha az düşünmeli daha çok tüketmeli ve daha çok itaat etmeliydi. Sonuç olarak da toplum çürüdü, sermaye sahipleri kazandı. Şimdi tanrı postunda, çürümüş yanlarıyla toplum oturuyor. Tanrı olduğuna ikna olmuş ebleh bir yığın. Ve iyi insanlar maalesef bu tanrının vicdanına, aklına sesini ulaştıramıyor. Zira yollar büyük sermaye sahiplerince tutulmuş.
Artık insanlık güçlülerin masallarıyla güdülüyor: Gereklilikler, zorunluluklar, ihtiyaçlar, vazgeçilmezler, iyiler, kötüler... Hep bu masallardan… İnsanlık haramilerin ninnileri ile uyutulup masallarıyla güdüldüğünü ne zaman anlayacak? Sanırım anlamayacak! Zira kalabalıkların akılları ve vicdanları, kasıkları ve bağırsakları kadar iş görmüyor! Hâlbuki insan, güçlülerin masallarında dinleyici olmayı bırakıp kendi hikâyesinin yazarı olabilse belki dünya yaşanılır bir yer olacaktı. Ancak kalabalıklar güçlülere ram olduğu için dünya bir öncehennem olarak hikâyesini tamamlayacak.
Kalabalıklar şunu anlamalıydı: Sıradan insanlar büyük insanların zaferleri ile coşarken mağlubiyetleri ile üzülür. Sıradan insanlar zafer sonrası ganimetler kendilerinin olacakmış gibi büyük insanların savaşlarında nefer olurlar, savaşırlar, gerekirse ölürler. Bilmezler ki "hiçbir" dava, devrim yoktur ki bir elit, bir beyaz sınıf doğurmamış olsun. "Küçük insanlar"ın ter ve kanı üzerinde "büyük insanlar" zaferlere ve nimetlere kavuşur. Küçük insanların ödülleri de öbür dünyaya kalır. Hâlbuki insanoğlu güçlülerin bu masalına inanmayıp daha adil bir hikâyenin kahramanı olmayı isteyebilirdi. Güçlüler kalabalıkları bir türlü inanıp bir türlü düşünmeye razı etmiş görünüyor. Düşündüğümüz şeyin doğru olduğuna inanmamız, düşüncemizin doğru olduğu anlamına gelmez. İnsanlar bunu fark etmiş olsaydı hâkim söylemleri-propagandaları sorgulayabilir hakikati arayabilirdi.
Evet, kalabalıkların rızası olduğu için yaratılıştan kıyamete dek yaşanan ve yaşanabilecek olan en büyük trajediye, en korkunç soykırıma canlı yayınlarla şahit oluyoruz. İşgalci İsrail, Siyonist olmayan ne varsa öldürüyor. Evet, ne varsa. Zira sadece insanları değil, Gazze sınırları içinde yaşayan tüm canlıları öldürüyorlar. Ve bunu dini inançları gereği yapıyorlar. Bu da insanlık için en tehlikeli en ölümcül virüsün Siyonizm olduğu gerçeğini bir kez daha gösterdi. Bu bir de evrensel değerler ve kavramlar denilen şeylerin modern bir hurafe olduğunu gösterdi. Bu kavramların Batılılar için geçerli olduğunu ispat ettiler. Eğer başka türlüsü olsaydı Gazze’de bunlar yaşanmazdı. Gazze bu evrende değil mi mesela?
Çağın insanı ezeli ve ebedi kötülük olan Siyonizm’e diz çöktü: Gönüllü olarak, korkarak, umursamayarak, istemeyerek, çıkarları uğruna, konforundan vazgeçmeyerek. Az sayıda insan kaldı dünyada, çoğu da Gazze'de. Tarih boyunca insanlığın bu şekilde topyekûn alçaldığı başka bir zaman oldu mu acaba?
Evet, tuhaf zamanlardan geçiyoruz, yaşadıklarımızı anlamaya çalışıyoruz. Ancak anlamak kelimenin işi ve bizim kelimelerimiz eski. Durum ise yeni ve zorlu. Esaslı kelimelere muhtacız.
Emeğine sağlık hocam. Şunu…
Emeğine sağlık hocam. Şunu gördük ki işin ucu bize dokunmadıkça kılımızı kıpırdatmaz hale geldik yada getirildi.
Yeni yorum ekle