Geçmiş, Geleceği Belirler...
Önceki yazılarımızda 1 Mart Tezkeresi’nin doğurduğu olumsuz izleri ve 2011 yılında ABD askerinin Irak’tan çekilmesinden sonra Irak’la ilişkilerimizin daha iyileşeceğine daha da kötüleşmesinin bıraktığı kötü sonuçları anlatmıştık. DAVUTOĞLU Hükümeti ile İBADİ Hükümetinin 2014 yılında aynı dönemde kurulmuş olması, her iki ülke için bir şans telakki edilmiş ancak bu sefer Başika Kampı krizi bu yakınlaşmaya, gölge düşürmüştür. Kalabalık bir Türkmen heyetini uzun bir aradan sonra Sayın ERDOĞAN’ın kabulünün akabinde Binali YILDIRIM Hükümetinin attığı olumlu adım yeni bir fırsatı doğurdu ama bir basamak öteye geçemedi. Kürtlerin referandum söylemlerine ve Telafer’in hâlâ DAEŞ elinde olmasına rağmen şu anda Irak’la olan ilişkimiz nötr bir çizgi üzerinde seyretmektedir.
Şu anda Irak’ın siyasi bir fotoğrafını çekmek gerekirse, DAEŞ’le mücadele hariç hiç bir iş daha iyi değildir. Bir taraftan Kerkük dahil Kürt Bölgesinin müstakil devlet olması için 25 Eylül’de referandum endişesi var; diğer taraftan ise seçimlere bir yıl kalmasına rağmen hâlâ bazı bakanlıklar bakansız, rüşvet ve yolsuzluklar diz boyu, maaşlar zaman zaman ödenemez duruma geliyor, işsizlik %20’lere ulaştı, patlamaların ardı arkası kesilmiyor, Kürt Yönetimi ile ilişkiler iyi gitmiyor, temel belediye hizmetleri yok denecek kadar az ve en önemlisi can ve mal güvenliği hâlâ sağlanamamış vaziyette. DAEŞ’la mücadelede bir başarı kaydedilmişse, bunun mimarı ne Irak Ordusudur ne de Peşmerge kuvvetleri. Tamamen halktan oluşan ve din adamı Ali SİSTANİ’nin bir fetvası üzerine kurulan Haşd Şaabi’nin başarısıdır. Bu ordunun kuruluşunda ve sevk-idaresinde İran’ın rolü büyük olmakla beraber, kurtardıkları bölgelerde de çok adil hareket ettikleri söylenemez ve hatta beklenemez. Çünkü Irak halkının zihninden adalet, mürüvvet, merhamet kavramları silinmiştir. Dolayısıyla DAEŞ bitirildikten sonra Irak yeni bir sürece girebilir. Mesela Şii-Kürt hesaplaşması gündeme gelebilir ya da, Kürt Yönetimi kendi içinde bölünme yaşayabilir.
Türkiye Nerede Yanlış Yapıyor?
Ortadoğu denilen sunî coğrafyada üç millet devlet halinde yaşamakladır: Araplar, Farslar ve Türkler. Bunların içerisinde bölgesel güç olan Türkiye ve İran’dır. İran; Irak, Suriye, Yemen ve Suriye gibi ülkelerde çok açık bir şekilde Şiiciliğin hâmiliğini üstlenirken, bu kisve altında Fars egemenliğini de genişletmektedir. İran çekinmeden bu dış politikayı izlemektedir. Buna mukabil Türkiye ise uluslararası hukuk çerçevesinde Irak ve Suriye’de politika geliştirmek istemektedir. Suriye politikasını bir kenara bırakırsak, Irak politikasında 2011 yılından beri üç hata üzerinde devam etmektedir. World Population Review kaynak alınırsa[1]:
- Türkiye, Irak’ta toplum nüfusun sadece %21’ini oluşturan Sünni Arapların hâmisi görünümünü vermektedir. Bu kütlenin tamamını temsil edemeyen Nüceyfileri muhatap kabul etmektedir. Bu kesim Suudi Arabistan ve Katar’dan da ciddi yardım görmektedirler. Ancak Irak genelinde sevilen politikacılar sayılmazlar. Bu dilimi toplum, dindar bir kesim olmaktan çok Baas Partisi’nin uzantısı ve devamı şeklinde algılamaktadır.
- Kürtler, toplam nüfusun %17’sini oluştururken, KDP (Barzani’nin partisi) bu nüfusun üçte birini; yani Irak nüfusunun (%17X%33=) %6’sını oluşturmaktadırlar.
- Türkmenler ise toplam nüfusun takriben %7’sini oluştururken[2], yarısı Sünni yarısı Şiidir. Her ne kadar Türkiye bütün Türkmenleri kucaklamakta samimi ise de fakat yukarıda sıraladığımız iki sebepten dolayı Şii Türkmenler kendilerini dışlanmış addediyor.
- Şii Araplar Irak nüfusunun %46’sını oluşturmaktadır. Bu kesim her ne kadar dağınık görünüyorsa da neticede hepsi tek Şii merci olan Ali Sistani’ye gönülden bağlıdırlar. Bu kesim Irak’ın takriben en çok okumamış kesimini oluşturur. Genelde aydınları din adamlarıdır. Siyasete bulaşmamış Şii din adamı hemen hemen yoktur. Parlamentoda hatırı sayılır sayıda Şii din adamı vardır. DAEŞ 2014’te birkaç ay içerisinde Irak’ın %35’ini işgal ederken, bu bölgelerde görev yapa Irak askerlerinin önemli bir kesimi yine Şii idi ama hepsi görevlerini bırakıp kaçmışlardı. Ama DEAŞ’in işgalinden sonra Sistani bir cihat fetvası çıkararak Haşd Şaabi ordusunun kurulmasını önerdi. On binlerce Şii bu orduya gönüllü katıldı ve 3 yıl zarfında Irak topraklarının önemli bir kısmını DAEŞ’in elinden kurtardı. Bugün Musul’un yarısından fazlasını kurtarmış bulunmaktadırlar.
- Bugün DAEŞ’in elinde kalan bölge büyüklüğü %5’i geçmez. Irak Parlamentosu tarafında milli ordu olarak kabul edilen ve maaşları devlet tarafından ödenen Haşd Şaabi içinde sadece Şii Araplar yoktur. Binlerce Sünni Arap ve 3000 civarında Şii Türkmen’i de saflarında barındıran Haşd Şaabi, birçok haksızlıklar ve yanlışlıklar da yapmış ve yapmaktadır. Neticede intikam almak üzere kurulmuş kontrolü zayıf bir ordudur. İran’ın bu ordu üzerinde güçlü bir kontrolü vardır, çünkü bu ordunun silahlandırılması, finansmanının bir kışı ve sevk-idaresi İranlı komutanlar tarafından yapılmaktadır. Bu sebepten dolayı Türkiye bu orduyu terör örgütü kabul etmektedir.
Türkiye Ne Yapmalı?
Irak heterojen bir ülkedir. Her kesimin mutlak bir dış destekçisi vardır. Bu da IRAK’I oluşturan parçaları birleştireceğine iyice dağıtıyor. Türkiye’nin de bu parçalardan bir kısmına destek çıkması, İran ve Suudi Arabistan’a benzemesine sebep oluyor ve örnek bir davranış olarak addedilmesi zor görünüyor. Neticede Türkiye’nin desteklediği Arap, Kürt ve Türkmen kesimlerini üst üste koysak Irak nüfusunun dörtte biri bile yapmıyor. O zaman Türkiye’nin ciddi iç değişimleri yaşadığı bu günlerde Irak politikasını da gözden geçirerek, daha kucaklayıcı ve birleştirici politikasına dönmesinde yarar vardır. Aslında Türkiye 2003-2008 yılları arasında zaten bu politikayı yürütmüş ve Arap kamuoyunu bu konuda ciddi etkileyebilmiş ve yürütülen politika örnek davranış olarak gösterilmişti. Doğru olan bu politikaya dönüş, gerileme değil ilerlemedir.
Bunun iki istisnası var. Biri PKK terör örgütünün sadece Kuzey Irak’ta değil, artık Kerkük, Tuzhurmatu, Erbil, Süleymaniye, Sincar ve hatta Bağdat’ta bulunması Türkiye için kırmızı çizgi kabul edilebilir. Bu örgüt Irak’ın meşru bir partisi olan Kürdistan Yurtseverler Birliği ile ciddi dirsek temasında olup, Türkmeneli bölgesinde Türkmenleri tehdit eden ciddi bir milis gücü haline gelmiştir. Buna binaen Türkiye yeni politikası çerçevesinde bu örgüt ile mücadeleyi sadece Türkiye’de değil, gerekirse Irak topraklarına bile girerek bu şer odaklarını takip ederek ezebilmelidir. Bunun için gerekirse Fırat Kalkanı misali bir Dicle Kalkanı projesi de bu maksatla yürürlüğe konulabilir. Bu meyanda Cumhurbaşkanını geçenler dile getirdiği ¨Bir gece ansızın gelebiliriz¨ beyanatı söylemde kalmamalı, uygulamaya geçilmelidir.
İkinci istisna Türkmen meselesidir. DAEŞ’ten önce bir türlü ve DAEŞ’tan sonra başka türlü mağdur edilen Türkmenler gerçekten sahipsiz ve giderek asimile olan bir halktır. Ne hikmetse DAEŞ’in işgal ettiği toprakların önemli bir kısmı Türkmenlere aittir; Kürt siyasi grupların ilan ettikleri ihtilaflı bölgelerin de çoğu yine Türkmen topraklarıdır. Türkmenler silahsız da olunca bu topraklar Türkmenlere ne geri veriliyor ne de göç eden Türkmenlerin bu topraklara dönmelerine izin çıkıyor. Türkmen politikası devletin üst düzeyinde enine boyuna tartışılmalı bugüne kadar verilen insani yardım desteğin yanında her türlü siyasi ve askeri destek de düşünülmelidir. Özellikle Anavatan Türkiye’ye buruk duran Şii Türkmenlerin gönlü alınmalı ve gösterdikleri kahramanlıklar takdir edilmelidir.
Sonuç
21. Asır ‘da Ortadoğu’da haritalar değişecek gibi görünüyor. Irak ilk namzet, Suriye de ikincisi. Her iki ülkenin de kaderi bizi birinci dereceden ilgilendiriyor. Bu değişimlerin lehimize olacağını beklemek safdillik olur. Onun için daha kararlı bir duruş ve hatta karar verici pozisyonunda olmamız kaçınılmaz gibi görünüyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmalarından, sözünü ettiğimiz tehlikeden haberdar olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Nitekim konuşmalarının satır aralıklarındaki mesajlar çok açıktır.
Her iki ülkede de dört milyona yakın soydaşımız var. Bunlar bizler için birer kalkan iken, orada varlıklarını güçlü bir şekilde sürdürmeleri bizim için olmazsa olmazlarımızdan olmalıdır. Özellikle Irak Türklerinin içinde bulundukları durum çok ciddidir. Kürt Yönetimi’nin 26 Eylül’ü referandum günü ilan etmesi ve Kerkük’ü de referandum kapsamına alması düşündürücüdür. Gerçi bu ilk referandum ilanı değildir. Ama bunun ötekilerden en önemli farkı, Kerkük’te yaşanan bayrak krizi ile paralel gitmesidir. Bu referanduma karşı olanlar içinde Türkiye ve İran başta olmak üzere ABD de bulunmaktadır. Ama ABD’nin karşı oluşu surata olabilir. Çünkü bu karşı çıkış, ABD’nin Suriye politikasında PYD’ye verdiği ölçüsüz destekle çelişmektedir.
Gelişen olaylar Irak’ta yaşayan Türkmenlerin boyunu aşmaktadır. Türkiye, konuyu bütün boyutlarıyla ele almadıkça, Türkmen vekil, parti ve aydınlarıyla konuyu görüşmedikçe doğru bir çözüm üretmesi zor görünüyor.
[1] World Popula on Review, http://worldpopula onreview.com/countries/ iraq-population Erişim Tarihi: 13 Haziran 2017
[2] Yukarıdaki kaynak türkmenlerin toplam nüfus içerisindeki oranını sadece %3 olarak göstermiştir.