Vaktiyle rahmetli Nur Vergin hocamdan “uluslararası ilişkiler sosyolojisi” dersi almıştım. 26 yıl öncesinden bahsediyorum. Sosyolojik bakış açısı kimi uluslararası ilişkiler teorilerinin merkezinde veya içinde yer almaktadır. Bununla birlikte özellikle soğuk savaş döneminde psikolojinin de etkili bir uluslararası ilişkiler analiz yöntemi olarak kullanıldığını görmekteyiz. Ama her ne hikmetse bu sosyo-psikolojik yaklaşım, sadece bunun ne kadar büyük bir güç olduğunun farkında olan devletlerce kullanılmaktadır.
Buradan yola çıkarsak, uluslararası ilişkileri analiz etmek ve politika oluşturmak için milletlerin toplumsal hafızası ve bireylerin kişisel psikolojilerini idrak etmek zorunda olduğumuzun farkına varırız. Nihayetinde uluslararası ilişkiler insan ve toplum üzerine inşa edilmiştir.
Toplumların yüzlerce belki de binlerce yıllık yaşanmışlıklarından kaynaklanan toplumsal hafızaları o toplumun aynı zamanda genetik dokusunu oluşturur. Bireysel değerler bu hafızanın dışında bir eğilim göstermek hususunda serbest olsalar da toplumsal kanaat her zaman bunun üzerinde yer alır. Bu yüzden kişi, değiştirdiği ve üstlendiği her yeni konum için bu hafızaya ait değerleri otomatik olarak yüklenir.
Bu nedenle devletin dış politikasını oluşturanlar, kendi psikolojik birikimlerini bir kenara bırakmak suretiyle, kendisine yüklenen toplumsal hafıza ile karar vermek zorunda kalırlar. Onlar, artık birey değil toplumun ta kendisidir. Bu durumda, bir milletin toplumsal hafızası ne kadar güçlü ve köklü ise, o ülkenin iç ve dış politikası da o kadar sağlam olur. Zira yüzlerce veya binlerce yıllık yaşanmışlıklar karar vericilerin en büyük bilgi ve esin kaynağıdır.
Peki, liderlerin kişisel birikim ve değerlerinin hiç mi önemi yok? Elbette ki hayır. Zaten her toplum kendi hafızasını daha yukarıya taşıyacak bir kişiyi kendisine lider olarak seçer. Bu durumda bireysel yetenekler toplumsal hafızayı güçlendirecek bir kıvraklıkta ve güçte olmalıdır.
Gel gelelim bu saptamayı dış politika oluşturma sürecine aktarmaya. Muhatap olduğumuz ülkelerin lider psikolojilerini ve toplumsal hafızalarını ne kadar iyi tanır isek, o ülkeye yönelik politika oluşturma süreçlerimizi de o kadar sağlam bir temel üzerine inşa etmiş oluruz. Bunu gerçekleştirmek elbette ki çok zahmetli bir iş. Dahası öyle üç beş yılda yapılabilecek bir çalışma da değil. Nasıl ki bir psikiyatr veya psikolog danışanını aylarca, belki de yıllarca takip ederek bir sonuca ulaşmaya çalışıyorsa, bu da esasında aynı temele dayanıyor. Aradaki tek fark danışanı iyileştirmek değil, ülkelerin zafiyet ve gücünün sınırlarını saptamaktır. Uluslararası ilişkilerde büyük dediğimiz ülkeler böylesi bir bilgiye sahip olabildikleri sürece büyüklüklerini koruyabiliyorlar.
Bu nedenle, yakın bir geçmişe kadar liderlerin hastalıklarına dayanarak psikolojilerini tahlil edebilmek için, dışkısından idrarına, kanından saç teline kadar her türlü veri hayati bir önem arz ediyordu. Bu kişilerin bedensel hareketlerinin tahliline değinmeye bile gerek yok sanırım. Ayrıca ülkelerin en ücra köşelerinde çıkan birkaç sayfalık yerel gazetelerin takibiyle de toplumun kılcal damarlarına inilebiliyordu.
Ancak iletişim teknolojilerindeki akıl almaz ilerleme, küreselleşmeyi çok farklı boyutlara taşıdı. Toplumların hafızaları farkına varamayacağımız bir hızda birbiriyle etkileşime girdi ve genetik dokularında gözle görülür bozulmalar ortaya çıktı. Bütün toplumsal değişimler artık iletişim teknolojisine sahip çok küçük bir azınlık tarafından rahatça kontrol edilebilmektedir. Bu dijital dünya baronları her ülkenin toplumunu o ülkelerin liderlerinden çok daha iyi tanıyorlar. Seçime gidecek bir liderin sonuçları garantiye almasının tek yolu, Mark Zuckerberg veya Jack Dorsey’den destek almasıdır. Bunu son ABD seçimlerinde test etmiş olduk.
Bir ülkenin bir birey gibi geçmişindeki bütün zafiyet ve moral değerlerinin anlaşılmaya çalışılması eskiden biraz daha zahmetliydi. Bunun için ülkenin arşivleri didik didik incelenir, ülke içindeki her bir etnik, dini ve kültürel değerler için ayrı ayrı araştırmalar yapılır ve bunların hepsi çok özenli hazırlanmış anketler ile test edilirdi. Şimdiyse daha yüzeysel bir tarih bilgisi üzerine, günümüz sosyal medya tahlili birçok derde deva olabilmekte. Arap baharında çok başarılı bir şekilde işletilen bu süreç ile onlarca ülkede neredeyse hiç para harcanmadan ve güç kullanılmadan akla hayale gelmeyecek değişikler gerçekleştirildi. Ve gerçekleştirilmeye devam ediyor. Benzeri bir süreç hali hazırda Rusya’nın çevrelenmesi sürecinde de başarılı bir şekilde uygulanmaktadır.
Bugün sarı yelekliler ve köylülerin neden Paris sokaklarında olduklarını, Fransız generallerinin neden bildiri yayınladıklarını Fransız ihtilaline kadar bağlayamadığınız sürece Fransa üzerinde gerçekçi bir dış politika oluşturulması mümkün değil. Lakin bugün birçok ülkenin dış politik söylemi ve uygulaması saha dışında top çevirmenin ötesine geçememektedir. Hatta diplomasinin, Yunanistan dışişleri bakanının yaptığı gibi hamasetin ötesine geçmeyen basit ayak oyunlarına dönüştürüldüğünü bile görürsünüz.
Bu nedenle dış politikada “analiz” ve “strateji” kavramlarının ötesinde “idrak” kavramını önceleyecek bir zihniyet oluşturulmalıdır. Muhatabınızı anlamadığınız sürece gerçekçi bir politika oluşturmanız mümkün değildir. Dost olduğunu düşündüğünüz bir ülkeden hiç beklenmedik bir diplomatik karşılık görüyorsanız, hemen o ülkenin toplumsal yapısını inceleyin. Siyasiler genellikle toplumlarına izah edemeyecekleri radikal eylem ve söylemlerden uzak dururlar. Ama böylesi bir radikal eylem içine girmiş iseler bilinmelidir ki bu kararın arkasında duran bir toplumsal hafıza vardır. Bu nedenle, sözde siyasi dostluk söylemleri üzerine dış politika üretmek kadar tehlikeli bir durum yoktur. Lakin toplumsal temelli dostluklar için aynı şeyi söylemek tabi ki haksızlık olur.
İletişim teknolojilerindeki gelişmeler toplumları tahminlerin ötesinde bir yenilik ve değişim sürecine yöneltti. İnsan havsalasının yerle yeksan olduğu bu süreçte bireyler kendilerini tanımlamaktan aciz kalmaya başladı. İnsanlar farkına varamadıkları bir bilinçaltı yüklemesiyle karşı karşıyalar. Bu durum birey ve toplumlarda korku, güvensizlik, endişe, panik, tatminsizlik, sevgisizlik, inançsızlık, heyecan gibi psikolojik sorunların temel unsurlarını tetikledi. İşin daha da vahimi, insanlar dinsel ve ahlaki değerlere sarıldıklarını sandıkça bunlardan uzaklaştıklarının farkına varamadılar. Toplumsal kimlik bozukluklarının da temeli bu şekilde netleşmeye başladı.
Bu da doğal olarak, ülkeleri yönetenlerin kendi toplumlarına ayak uydurmalarında zorlandıkları bir süreci ortaya çıkardı. İç politikasını yönetemeyen liderlerin dış politikada aklıselim stratejiler geliştirme ihtimali de her geçen gün azalmaya başladı. Belki de bu yüzden son dönemlerde popüler hale geldiği üzere, toplumlar lider seçimlerinde sinema, müzik ve eğlence dünyasından çıkmış karakterlere ilgi göstermeye başladı. Sanıyorum insanlar bu şekilde hayatı yaşanılır kılmaya çalışıyor veya içinde bulundukları çıkmazla ironik bir şekilde alay ediyorlar. Toplumlarla birlikte değişen liderler sadece iç politikanın değil aynı zamanda diplomasinin de dilini değiştirdiler. Diplomasi artık eskisi kadar zarif değil.
Sonuç olarak yürüteceğiniz dış politikanın birincil dayanağı, sahip olduğunuz toplumsal hafızanızdır. İkincisi ise, muhatap olduğunuz ülkenin lider psikolojisi ve toplumsal hafızasına dair bilgilerinizdir. Dış politika oluşturulurken, ülkeler danışan koltuğuna oturtularak, bilinçaltının tüm dehlizlerinde dolaşılmak suretiyle anlaşılmalıdır. Geçmişte bunun yöntemleri daha zor ve zahmetli iken bugün her şey çok daha farklı bir boyutta gerçekleşmektedir.
Küreselleşme içinde her geçen gün yalnızlaşan insanlar, iç ve dış politikanın en kaygan zeminini oluşturmaktadır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, kutsal saflık çukuruna mahkûm edilmiş insanı idrak edebilen liderler, ülkeler ve dijital baronlar dünya politikasında söz sahibi olmaya devam edeceklerdir.
Ali bey her yazısında daha…
Ali bey her yazısında daha önce duymadığımız veya hafızamızda yer etmemiş bir kaç kavram gündeme getirmektedir, kendisine teşekkür ederiz.
Devletlerin dış politikası veya uluslararası ilişkileri bağlamında ''Psikanalitik Diplomasi'', ''Uluslararası İlişkiler Sosyolojisi'', ''Sosyo-psikolojik yaklaşım'' kavramları bu yazıda öğrenmiş veya hatırlamış olduk.
Uluslararası bilimsel makale ve dış politika analiz yazıları yayınlayan itibarlı az sayıdaki dergi hariç Sosyal Medyanın gücü, etki alanı alışageldiğimiz basın yayın organlarının pabucunu dama atmış durumda. Bir çok yayın grubu basılı yayınlarına son vererek dijital alanda hayatiyetlerini devam ettirmeye çalıştıkları bir gerçektir. Ülkemizde yakın tarihlerde medyanın hükümetleri düşürdüğü , bakanları istifaya zorladığı hafızalarımızdadır. ABD başta olmak üzere bir çok ülkede sosyal medya sahiplerinin istekleri doğrultusunda şekillenerek sonuçlanan seçimleri de henüz unutmadık. Söz konusu dijital güce karşı geliştirilecek pro-aktif yaklaşımın ne olacağını uzmanlardan duymak , bilmek isteriz. Aman dikkat
Tebrikler, Ali Maskan, ihmal…
Tebrikler, Ali Maskan, ihmal edilen bir konuya çok güzel dikkat çekmiş. Özellikle dış politika oluşturucuların muhatap ülkelerin toplumsal hafızasını ve liderlerin psikolojik yapısını çok iyi tanımaları bahsinin çok önemli olduğunu anlamış olduk. "her toplum kendi hafızasını daha yukarıya taşıyacak bir kişiyi kendisine lider olarak seçer" tespitini çok önemli buldum.
Yeni yorum ekle