20. Milli Eğitim Şûrası “Eğitimde Fırsat Eşitliği” gündemiyle 1-3 Aralık tarihleri arasında toplantı. Şûra’nın toplanması da gündemi de önemli. İlki 1939 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Âli Yücel başkanlığında toplanan Şûra; Milli Eğitim Bakanlığının en yüksek danışma organı niteliğinde olup aldığı kararlar da tavsiye niteliğinde olmasına rağmen tarihsel olarak eğitim politikalarına önemli oranda yön vermektedir. Böyle olunca konuya ilişkin birkaç hususun altını çizmek ve kamuoyunun tartışma gündemine sunmak hem mevcut gerçekliğimiz hem de bu gerçekliğin niteliğini göstermesi açısından önem arz ediyor.
Öncelikle ve özellikle Şûra’nın gündem konusuna dikkat kesilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu gündem; hem gündeme alınması gerekliliği hasebiyle bir şeyi tespit/itiraf ediyor hem de Özel İhtisas Komisyonu Hazırlık Belgesi’ne ve nihayetinde Şûra kararlarına yansıdığı üzere konuyu çerçevelendirme, bağlantılandırma ve dolayısıyla bir çözüme kavuşturma noktasında da bizi anlamlı bir çözüm üretme imkânından mahrum bırakıyor. Bu iki hususu biraz daha detaylandırmakta fayda var. Öncelikle 2021’in son günlerinde normal koşullarda 4 yılda bir toplanan Milli Eğitim Şûrasını “eğitimde fırsat eşitliği” gündemiyle 2-6 Aralık 2014 tarihinden bu yana ilk kez topluyorsak hem toplanmanın hem de gündemin önemli olduğunu zaten lisan-ı hâl ile dile getirmiş oluyoruz. Diyoruz ki; yüz yaşını doldurmakta olan Cumhuriyetimizin ve neredeyse iktidardaki yirminci yılını dolduran AK Parti’nin “eğitimde fırsat eşitliği” gibi sosyal/sınıfsal tabanı ve eşitlik, adalet, hakça yaşam gibi hayati yönleri olan bir problemi var. Hele hele pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de ana akım modern eğitim söyleminin temel önermelerinden birisi olarak gündeme gelen ve yürürlükteki eğitim sisteminin temel meşrulaştırıcı savlarından olan “eğitim toplumsal hareketliliğin temel asansörüdür” iddiasının sorgulanmaz şekilde kabul edildiği bir vasatta “eğitimde fırsat eşitliği” gündemi alandaki başarısızlığın tespiti/itirafı olarak ele alınmak durumundadır. Nitekim sadece bakanlığın mevzuyu gündem etmesi dolayısıyla değil diğer pek çok parametrenin yanında yaşadığımız salgın nedeniyle tekrar somut olarak gördüğümüz gibi Türkiye’nin temel sorun alanlarından birisini “eğitimde fırsat eşitliği” oluşturmaktadır. Üstelik en kaba haliyle yani “eğitime erişim” başlığı altında bile aşmamız gereken önemli boyutları var sorunun. Oysa “eğitimde fırsat eşitliği” bahsinde bu kaba halin yani eğitimin niteliğinden bağımsız olarak verilen eğitimin kendisine ulaşamama şeklindeki problemin bu fasılda daha işin dibacesine işaret ettiğini ilgili olanlar biliyor.
Eğitimde fırsat eşitliği tartışmasının çok daha rafine, çok daha detaylı bir sosyo-ekonomik analiz üzerinden yürütüldüğü daha doğrusu yürütülmesi gerekliliği izahtan varestedir. Sosyal-kültürel çevrenin, sosyo-ekonomik düzeyin, anne-baba eğitim durumunun, devlet-toplum ilişkisinin ve bunun eğitime yansımasının, siyasetin niteliğinin, özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı bir kamusal alanın varlığının vs. gibi pek çok bağlantılı hususun doğrudan ve dolaylı olarak etki ettiği bir alanı bağlantılı olduğu alanlardan ve durumlardan yalıtık şekilde ele almak mevzuyu tüm gerçekliğiyle konuşmaktan imtina etmektir. Çünkü mevzu, eğitim tarihimizde görüldüğü ve haklı olarak dile geldiği üzere “eğitime erişememe”de tüketemeyeceğimiz kadar geniş, derin ve büyük önem taşıyan boyutlara sahip.
Bu açıdan “Özel İhtisas Komisyonu Hazırlık Belgesi”nde ve kaçınılmaz şekilde Şûra kararlarında yer verilen konu başlıkları ile başlıklar altında sıralanan maddeler dikkate alındığında meseleyi kavrama, tartışma ve olası bir çözüme kavuşturma noktasında yukarıda da değinildiği üzere nasıl gerçekliğe karartma uygulayan bir yol seçtiğimiz de görülecektir. Çünkü yer verilen konu başlıkları ve sıralanan maddeler mevzuyu “efradını cami ağyarını mani” bir şekilde ele almak yerine alanın kendi iç işleyişinde tarihsel olarak dile getirdiğimiz hususlara kaydırarak sınırlamayı tercih etmiş. Oysa eğitim kapalı devre çalışan bir sistem olmak bir yana hayatın tüm diğer alanlarının kesişim noktasında bulunuyor. Nitekim eğitimin içinde yer aldığı ortamın kurucusu olmaktan ziyade yansıtıcısı olduğu şeklindeki önemli tez de varlığını buraya dayandırıyor.
“Eğitimde fırsat eşitliği”, şu anki Şûra çalışmalarında ve benzeri bazı metinlerde ele alındığı üzere, alan içinde gerçekleşen teknik-tali aksaklıklar üzerinden okuyabileceğimiz, o lokasyonda tüketebileceğimiz bir mevzu olmadığının altını tekrar çizelim. Eğitim alanı içinde yer aldığı daha geniş ve büyük bir alanın yansıtıcısı oluyor çoğunlukla. Yani eğitim de içinde yer aldığı hayatın niteliğinden, o hayatın eşitsiz ve eşitsizlik üreten koşullarından bağımsız değil. Her ne kadar bu eşitsizliği gideren mucizevi aygıt olarak gösterilse de en azından meseleyi bütüncül kavrayabilmek açısından buna çekince koymakta fayda görünüyor. Egemen okuma bizi eğitim alanın dar alanı içerisinde üretilen ve yaygınlıkla kullanılan bir söylemin tüketicisi olmaya çağırıyor. Mevzuyu bir eğitime erişme, uygun araç ve gerece sahip olma, öğretmenin niteliği, okul öncesi eğitimin yaygınlığı vs. gibi alan içi başlıklarda ve düzenlemelerde hal yoluna koymaya çabalıyoruz. Elbette bütün bu okumanın ve ileri sürülen gerekçelerin anlamsız olduğunu söylemiyorum. Hatta ileri sürülen gerekçelerin doğru, yerinde ve haklı gerekçeler olduğunu da düşünüyorum. Ancak “doğruyu yanlışa payanda etmek” şeklindeki alışkanlığımıza dikkat etmek durumundayız.
Meseleyi bağlantılı olduğu alanın bütünlüğü içinde görmek yerine o bütünlükten kopararak sınırlı bir alanda tutmak ve çözümü de o sınırlı alandaki bir takım değişiklikler üzerinden üretmeye çalışmak sorunu çözmekten ziyade kronikleştirmektir. Sorunu halının altını süpürmek, görünmez kılmaktır. Örneğin sosyo-ekonomik düzeyi yansıtan parametrelerden birisi olan anne-baba eğitim düzeyi ile öğrenci başarısı arasındaki ilişki doğrudan “eğitimde fırsat eşitliği” ile bağlantılıdır. MEB’in “2019 Ortaöğretim Kurumlarına İlişkin Merkezi Sınav” başlıklı raporda yer verdiği ancak daha sonraki raporlarda yer vermediği bu veri çok çarpıcıdır. Buna göre anne-babası ilkokul mezunu olan bir öğrenci ile anne-babası üniversite mezunu olan bir öğrenci arasında 110 puandan fazla bir fark olduğu görülüyor. Örneğin yaşadığımız ekonomik krizle iyice yaşam koşulları zorlaşan asgari ücretli milyonlarca insanın çocuğu ile anne babasının ekonomik geliri daha yüksek olan çocuklar arasında bu durumun ne tür eşitsizlik oluşturduğunu az çok tahmin edebiliyoruz.
Bu tarz göstergelerin sosyal-sınıfsal konumları kuşaklar arası aktarılan bir kadere çevirdiği, eğitimin bir anlamıyla bu kaderin meşrulaştırıcısı olarak işlev gördüğü en azından Bourdieu, Bernstein, Willis gibi önemli düşünce insanlarının araştırmalarıyla önümüzde duruyor. Hal böyleyken eğitim şûrasını “eğitimde fırsat eşitliği” gündemiyle toplayıp sorunu da alan içindeki bir takım eksikliklerle/aksaklıklarla ilintilendirmek açıkçası mevzunun önemini ve ağırlığını hafifletmektir. Türkiye’nin diğer alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da en temel problemi mevzuyu kavrama, tartışma ve ne sonuç üreteceği belli olan çözüm sistematiğidir. Sorunlarla gerektiği şekilde yüzleşmek yerine bir takım doğru, yerinde ve haklı gerekçelerin ileri sürüldüğü ancak daha önce sayısız kez denenip sonuçları görülmüş yaklaşımlarda ısrar edilerek gidilecek yer ancak bugün bulunduğumuz yer olabilir. Çünkü bulunduğumuz yere ne bir kaza sonucu geldik, ne yanlışlıkla geldik. Mevcut gerçekliğimizin ve niteliğimizin olağan sonuçlarıyla yüz yüzeyiz. Sonuçları beğenmemek bir hayatiyet belirtisi sayılabilir ancak sonuçları beğenmediğini söyleyip ısrarla o sonuçları üreten koşulları problem etmiyorsak meselemiz zan etiğimizden çok daha derindir demektir.
Yeni yorum ekle