“Ahlaksız ahlaklı mı olur?”, yazar zıt iki kavramı bir arada kullanıp yazıyı okutmaya çalışıyor diye düşünülebilir. Ancak öyle değil. Biz imkansızı mümkün kılan bir toplumuz. Dünyanın başka bir coğrafyasında mümkün mü bilmiyorum lakin bizde “görünür şart” yerine getirilince gayetle mümkün, hatta oldukça yaygın ve yerleşik bir durum: ahlaksız ahlaklı. Ahlak fedailiğine soyunur, ancak özünde tastamam ahlaksızdır.
Görünür şart nedir? İfadeden de anlaşılacağı gibi dışardan bakanın görebileceği biçimde bazı şartlar. Mesela çember sakal, badem bıyık, hilal bıyık; entel sakal, pos bıyık ya da sinek kaydı tıraşlı bir yüz. Sağ elde gümüş ya da sol elde altın yüzük. Bol kesim takım elbise, göbek üzerinden bağlanmış kemer ya da dar kesim bir takım elbise, şık bir kravat. Aslında bu kombin şapka ile tamamlanırsa aliyyülala olur. Ofisinizde ya da sosyal medya hesabında ya da otomobilinizin arka camında tuğra, üç hilal veya bir imza stickerı. Otosunun plakasında mensubu olduğu partinin isminin baş harfleri. Görünür bir yerde yaşayan siyasi liderin veya tarihi bir şahsiyetin portresi... Bu görünür şartları yerine getirdiniz mi yaptığınız bir ahlaksızlığı savunacak, ona mazeretler üretecek hatta bunun ahlaksızlık olmadığını ve çeşitli hikmetler içerdiğini ifade edecek bir yığın insan bulabilirsiniz.
Büyük Türk büyüğü Şener Şen’in Banker Bilo filminde buyurduğu gibi: Evet yaptım ama sor bir kere, niye yaptım?
Önce “Sormıyacam” deyip sonra soran ve tekrar tekrar aldanan bir yığın…
Bu coğrafyada din, milliyetçilik, Atatürkçülük değer gören kavramlar mı?
Evet.
Değer gören bu kavramları görünür şartlarla muhataplarımızın gözüne sokarsak bu bize makam mevki, statü, oy, güç, para kazandırıyor mu? Hatta yaptığımız birçok çirkinliği bu maskelerle rahatlıkla örtebiliyor muyuz? Hatta bu sayede suçlarımızı bizden daha inançla savunacak bir kitleye ulaşabiliyor muyuz? Öteki “aynı yöntemleri” kullanınca feryat figan ediyor muyuz? İstisnasız herkes bunun böyle olduğunu biliyor mu?
Maalesef evet.
Daha anlaşır bir şekilde örnekleyecek olursak; makam ve mevkilerin verilişinde tek ölçüt ne olmalı? Ehliyet ve liyakat. Buna kim itiraz eder? Hiç kimse. Peki bu denli büyük bir konsensüs varken kadrolaşma var mı? Kadrolaşma dün vardı, bugün var, yarın da olacak mı? Dün iktidarda olanlar kadrolaştı, muhalefetin ehliyet ve liyakat taleplerini görmezden geldi, iktidarı devredip muhalefete geçince, kadrolaşmaya karşı oldular, yarın tekrar iktidara gelince kadrolaşacaklar mı? Peki bugün iktidar olanlar muhalefetteyken mevcut iktidarın kadrolaşmasına karşı çıktılar, iktidara gelince kadrolaştılar, muhalefetin kadrolaşmaya karşı söylemlerini duymazdan geldiler, yarın tekrar muhalefet olunca kadrolaşmaya karşı çıkacaklar mı?
Maalesef evet.
İşe alımlarda mülakat haksızlığa neden olacak biçimde kullanılıyor mu? Bu yöntem neredeyse yüz yıldır var mı? Dün mülakatla işe alım yapanlar bugün buna karşılar, yarın tekrar mülakatla işe alım yapacaklar, doğru mu? Dün mülakata karşı çıkanlar bugün mülakatı kullanıyorlar, yarın tekrar karşı çıkacaklar doğru mu?
Maalesef evet.
Dün kendilerine yakın birkaç büyük firmaya tüm ihaleleri verenler bugün birkaç başka büyük bir firmaya ihalelerin verilmesine karşılar, yarın yine kendilerine yakın birkaç büyük firmaya ihaleleri verecekler, doğru mu?
Maalesef evet.
Bir cinayet, şiddet, taciz, tecavüz yaşandığında toplum görünür şartlara bakmadan topyekûn işlenen suça tepki mi veriyor?
Maalesef hayır.
Görünür şartlara bakıp suç karşı mahallede işlendiyse kıyamet koparılıyor, karşı mahalle toptan kötü ve ahlaksız ilan ediliyor; suç bu mahallede işlendiyse görmezden duymazdan geliniyor, “suçlunun kimliği değil suç öne çıkarılsın” deniliyor mu?
Maalesef evet.
İşte ahlaksız ahlaklı böyle olunur. Bakın aslında herkes kadrolaşmaya, haksız kazanca, mülakata, ihale kayırmacılığına, şiddete, tacize ve tecavüze karşı. Gayet ahlaklı biçimde. Ama bunu öteki yaparsa karşı “bizden” olursa kör sağır. İşte bu ahlaksızlık. Yanlışı “bizden” biri yaparsa Şener Şen’in buyurduğu gibi, “Tamam, bizimki yaptı ama niye yaptı hele bir sorun” diye cümleye başlayıp bunun hata olmadığını anlatacak kalabalık bir kitle görebiliyoruz. Hatta en son “Yakışıyor haspaya.” diyen, kendi ahlaksızını övüp yücelten bir kafaya bile rastlayabilirsiniz.
Karşı mahalle gırtlağına kadar pisliğe batmış. Çok doğru. Pis olan “Karşı mahalle”. Ancak “biz” de öteki mahallenin “karşı mahallesiyiz.” Ve yok kimsenin birbirinden farkı. Tek fark birbirlerine karşı olmaları.
Bu ahlaki yozluk bir sapığın kendisini şeyh maskesi ile gizleyip emellerine ulaşmasından farksızdır. Maskeler çeşit çeşit. Tezgahta her nevi çirkinliği gizleyecek çeşit çeşit maske var. Dindar maskesi, milliyetçi maskesi, çağdaş maskesi, sanatçı maskesi, duyarlı maskesi, çevreci maskesi vb…Çirkinlik bu denli ağır boyutlardayken giderek kanıksanmış olması ürkütücü.
Tüm semavi ve beşeri dinlerde, ahlaki öğretilerde zulüm, haksız kazanç, cinayet, taciz, tecavüz büyük günah-suç; adalet en temel erdem mi?
Evet.
O vakit insanlar; bir takım değerleri “görünür şart ilkesi” mucibince rakibinin gözüne sokup kendisine arka çıkacak kalabalık bir kitleyi peşine takarak çıkar sağlamak ahlaksızlığından neden vazgeçmez? Birkaç temel erdem üzerinde anlaşmış bir toplum neden var edilemiyor?
Kişilerin ahlakı toplumun ahlakıdır. İnsanlar tek tek değişmedikçe toplum değişmez. İnsanlar tek tek ahlaklı ise o toplum ahlaklıdır. İnsanlar tek tek ahlaksız ise o toplum ahlaksızdır.
“Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez.” Ra’d-11
Yani yaşadığımız çirkinlikler bizim eserimizdir, bir güzellik yaşamak da ancak toplumun o güzellik için irade ortaya koyup kendisini iyi yönde değiştirmesiyle mümkün olur. Yoksa Allah durduk yere bir topluma iyilik ya da kötülük göndermez.
Bir mecliste lüks marka aracının anahtarını ve pahalı telefonunu milletin gözüne sokan görgüsüz gibi, kendisini ancak herkes için ortak değer sayılan kavramlarla değerli kılan görgüsüz arasında bir fark yoktur. Üstelik bu görgüsüzlüğün ötesine geçip o değerleri kendisine maske yapan ve bundan çıkar sağlayan ahlaksızlar itibar gördükçe “ahlaksız ahlaklı” bir kelime oyunu değil yakamızda asılı bir isimlik olacaktır.
Herkesin ilahı herkesin kutsalı kendisine değerli. Kimsenin kimseye tanrısını pazarlamadığı bir iklim var edilebilir. En fazla 10 ahlaki ilke üzerinde anlaşıp erdemli bir toplum inşa etmek mümkündür ancak bu olmayacak.
Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt’te “… Şimdi nereye gidiyoruz, bütün güneşlerden uzağa mı, durmadan düşmüyor muyuz; öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesini duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!" diye feryat ederken belki de sesini bize duyurmaya çalışır.
Hepimiz “maskeleştirdiğimiz” tanrılarımızın katiliyiz. Kutsal ve değerli bulduğumuz şeylerden maskeler takarak örtmeye çalışıyoruz çirkinliklerimizi. Bu bir cinayettir. Ahlaksız katillerden müteşekkil kalabalık, umut vadetmiyor.
Üstadım tek kelimeyle enfes…
Üstadım tek kelimeyle enfes bir yazı. Devamını bekliyoruz.
Yeni yorum ekle